Herhangi bir konuda verilen yargılar, izlenimlerden etkilenir. Acemilerin yargıları da acelecilikleri de işe karışınca izlenimleri doğrultusunda yanlış yargıları doğru olarak nitelendirir. Derin ve inceden inceye inceleme ve araştırma yapmadan bir konuda söz söylemeye kalkmak ise, haddini bilmemezliktir. Kandırıcı mesajların zihinlerde uyuşturucu ve uyutucu masajlar yaptığını herkes bilir.
Dilsel evrenin sınırları içinde verilen mesajların zihinler kalıba alıcı masajlarından etkilenmeyenimiz var mıdır?
Eğitim alanıyla ilgili algılama ve anlayışların sanayie dönüştürüldüğü bir çağda yaşamaktayız. Dolayısıyla izlenimlerimiz yargılarımız yön vermektedir. Kitle iletişim araçlarıyla sunulan sanal var oluş yaşantılarına ait izlenimler yargılarımızı biçimlendirmektedir. Sanal gerçeklik, gerçekliğe yol gösterme peşindedir. Sanal temsiller, kurgulanmış gerçeklik yaşantısında sadece “şimdi ve buradaki” yaşantıya odaklanmışlardır. Sanal evrende kurgulanan zaman-mekân ilişkileri zihinlere masaj yapıp durmaktadır. Daha ileri, daha güçlü daha yüksek, daha fazla, daha hızlı vb. terimler zihinler hücrelere kapatmak için masajlarına devam etmektedir. Bu tür terimlerin evreninde yaşamak ve sözden çok göz uyarıcılarına dayanmak zorunda kalmak, düşünme yöntemlerimizin de etkilenmesine yol maçmış, acelecilik, sabırsızlık ve kolaycılığı ön plana çıkarmıştır. Gözümüze mi, aklımıza mı güveneceğimizi ayırt edemez bir duruma düşürüldüğümüz kesindir. Geleceğin kültür yaratıcıları olacak yeni kuşakların zihinlerine sanal gerçekliği gerçek olarak kabul ettirmek ne derece doğrudur. Sözcüklerden nefret eden, görüntülere hayran bir yeni kuşak yetiştirmek akıllıca mıdır? Yeni kuşakların aldatılan umutları ve hayali korkularıyla nereye gidebiliriz? İnsani etkinliklerin amaçları ve sonuçlarıyla belli olduğu neden hatırlanmaz?
Yeni değerlerin yeni düzen biçimleri gerektirdiği açıktır. Ancak yeni düzen biçimlerini tılsımlı gözlüklerle görüp yeni değer getirmeye çalışmak ne derece doğrudur? Vicdanların ortaklaşa doğru olarak verdikleri yargılar uğruna neler yapılmaz. Sicili temiz vicdanların feryatları herkesin yüreğini dağlar. İradesi elinden alınmış vicdanlardan ne beklenir? Zamane çocuklarını vicdanlı olarak yetiştirip onları zamane olmaktan çıkaracak bir toplumsal değerler sistemine ihtiyaç vardır. Değerler iletişimi olmadan öğretimden söz edilebilir. Fakat eğitimden söz edilemez.
Eğitim alanında “yaparak-yaşayarak öğrenme” ve “öğrenmeyi öğrenme” deyimlerini temcid pilavı gibi tekrarlamak, eğitimci olmanın göstergesi değildir. Bu deyimlerin içeriklerini yanlış anlayıp anlamadığını sorgulamadan laf olsun diye söylemek büyük bir sorumsuzluktur. İnsan bir işi yaparak ve yaşayarak öğrenir. Fakat öğrendiğini anlayıp anlamadığı sorusu tartışılabilir. Görünen o ki, bu deyimler, herhalde tılsımlı, büyülü deyimler. Yaşam ve bilim okur-yazarı olan bir gençlik yetiştirmeyi hedefleyen bir müfredata ne kadar ihtiyacımız var. Bilim ve bilgi okur-yazarı yetiştiren müfredatlar bize göre değil. Hayatı tanımayan bir müfredat öğüt verse ne olur, vermese ne olur? Tipolojik düşünce mantığına göre varsayımlar sıralayan müfredata alkış tutmak ancak dalkavuklara ve yardakçılara yaraşır. Zaman boyutu ve ülküselliği olmayan sıfatlarla yapılan deyimlerin içeriğini listeleyen bir müfredat, Türk Eğitim Sistemine bir fayda getirici de değildir.
Çoklu zekâ, yapılandırmacı eğitim, proje tabanlı öğrenme, işbirliğine dayalı öğrenme, beyin temelli öğrenme, eleştirel düşünme, yansıtıcı düşünme, etkin öğrenme, yaratıcı düşünme tam öğrenme, yaşam boyu öğrenme, internet temelli öğrenme, basamaklı öğretim programı, uzaktan öğretim vb. deyimleri konu başlığı yaparak program geliştirme alanına uygulamaya kalkmak biraz saçmalığa prim vermek gibi bir şey olsa gerek. Bu başlıklar birer ders konusu olarak işlenebilir. Lakin bunlara göre eğitim-öğretim müfredatı geliştirme acemi bilim adamına yakışır. İnsan yaşamı programlamak ne derece başarılı olabilir?
Bu açıklamaları niçin yaptım? Sözü nereye getirmek istiyorum. Belki merak ettiniz. Masamın üstünde T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 2005–2006 eğitim-öğretim yılında uygulamaya koyduğu “ilköğretim 1. 2. ve 3. Sınıflar Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu” yazılı Ankara–2005 tarihli müfredatı var. Merak edip içine bakmak istiyorum. Sayfaları çevirmeye başlıyorum. Önce komisyon üyelerinin adları var. Bazıları unvanlı bazıları unvansız. Sonra “içindekiler” bölümüyle “Tablolar Listesi” karşıma çıkıyor. Daha sonra “ Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçları” başlığı geliyor. Bu amaçlar yasada yazılı olan ve üzerinde yorum yapılamayacak olan amaçlardır.
Hayat Bilgisi Öğretim Programı ve Kılavuzu’nun 6. sayfasında “ Hayat Bilgisi Ders Programı Hakkında” diye yazılı başlıktan sonra “Giriş” bölümü “Değerli eğitimciler” ifadesiyle başlamakta ve bazı açıklamalara yer verilmektedir. Program kendi kendinin reklâmını yapmaktadır. Sanki 9. sayfada “Sevgili anne-babalar” başlığı ile programının propagandasını yapmakta ve onları sloganlarla iknaya çalışmaktadır. Bu bölüm “Hayat Bilgisi Dersi Özel İhtisas Komisyonu” imzasını taşımaktadır. Anne-babalara emirler yağdırmakta ve öğretmenlerle velileri karşı karşıya getirecek sloganları bilimsellik adına dile getirmektedir.
10. sayfada “Programın Vizyonu” başlığı altında bilgi yerine değer kavramlarıyla yüklü bir liste sunulduğu görülmektedir. Programın vizyonu listenin en sonunda özetlenmektedir. O da “Mutlu bireyler yetiştirmek”miş. Müfredatta mutluluk projesine diyecek neyimiz olabilir ki. Yaşam gerçekliği yok, mutluluk gerçekliği var. Daha ne istiyoruz ki… Yaşasın! Bu ders sayesinde gelecek kuşaklar mutlu olacaklar. Vizyon da çok büyülü bir kelime doğrusu. Kısmeti çok bol. Herkes bu sözcüğe bayılıyor. Komisyon üyeleri de bayılmışlar ki, kullanıyorlar. Program sözcüğü de öyle… Görünen o ki, batı kültürünün sözcüklerini kullanırsak batılı gibi batılılaşırmışız.
Aynı sayfanın devamında “Programın Temel Yaklaşımı ve Yapısı” başlığını taşıyan bölüm var. Merak ediyor insan. Başlıyorum cevher aramaya. Önce geleneksel eğitimle ilgili bir genelleme var. Burada da eğitim sistemimizi batı kültürüne yama yapma çabası sırıtıyor. Türk eğitim sisteminde “geleneksel eğitim” tabirinin içeriği batılı anlamıyla kullanılmış. Geleneksel eğitim tabiri kilise eğitimi için kullanılır. Her batılı bunu bilir. Bizde ise, kilise eğitimi yoktur. Öğrenci anlayışımız da batıdan farklıdır. Beylik sözler ve sırada genellemelerle iki paragrafı okurken, insan hayret ediyor. Nasıl etmesin ki. Öğrenci sözcüğü birden öğrenen sözcüğü olup çıkıveriyor.
Programın temel yaklaşımı meğer “yapılandırmacı kuram”mış. Bu kuramın temelinde evrimci bir yaklaşım vardır. Yapısalcılık denen kuramın eğitim alanına aktarımından başka bir şey değildir. Uygotsky ve J. Piaget’nin görüşleriyle ilişkili bir kuramdır. Yapılandırmacı kuram, bu müfredatla propaganda edilmektedir. Bilimsel bir tutum, kuramı eleştirir. Ne eleştiri ne değerlendirme var.
Bu kuramda ne motivasyon ne öğrenme zorluğu ve isteksizliği vb. özellikler yer alır. Her öğrenci öğrenmeye heveslidir ve her şeyi hemen öğreniverir; yapılandırmacı kuramın 9 özelliği varmış. Bu listenin her bir maddesi, ayrı ayrı sorgulansa, tam tersi bir kuram ortaya çıkar ve tutarlı bir kuram olur. Galiba ihtisas komisyonlarına çoklu zekâ ve yapılandırmacı yaklaşım şablonları verilmiş. “Özetle yapılandırmacılık” başlığı altında II. Sayfada 18 madde sıralanmış. Bazı maddelerde cümle düşüklükleri bile var. Örneğin “öğrenen, özerkliğini ve inisiyatifini destekler ve kabul eder” cümlesinde öğrenen sözcüğü yerine “öğrenim” sözcüğü kullanılmalıdır. 7. maddede “öğrenenlerin doğal merakını destekler” cümlesi yanlıştır. Merak zaten fıtrî (doğuştan) bir özelliğe gönderme yapar. Doğal merak dışında yapay merak da mı var? Vallahi her madde öyle eleştirilecek cinsten ki, hangisini ele alsak elimizde kalacak cinsten. Bu maddeler sadece sıra ile dizilmiştir. Aralarında mantıksal tutarlılığı ara ki bulasın.
Bu programda insan dört parçadan oluşan bir varlık gibi sunulmakta. Programın insan anlayışı biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kültürel alanlarla sınırlı bir anlayıştır. Program insanı bir karınca olarak kabul etmektedir. Bizler toplumsal karıncalar mıyız? Hayat Bilgisi “birey, toplum, doğa” olarak üç öğrenme alanı ile sınırlı bir alan mıdır? Özetle Hayat Bilgisi Programının Vizyonu, vizyonsuz ve sanaldır. 12. sayfadaki Hayat Bilgisi Dersi Programı’nın Çatısı”nı gösteren şemaya Tablo-1 diye yazılmıştır. Tablo başka şema başkadır. Üstelik bu şema iki boyutludur ve derinliği de yoktur. Böyle bir müfredatı öğretmenlere program diye sunmak, onlara zulmetmektir. Bilenler esasen ses çıkarmaz fakat içten içten gülerler. Konu yerine “Tema” demek ise, yeni çıktı. Yaşasın Çoklu Zekâ ve Yapılandırmacı Yaklaşıma Göre Hayat Bilgisi Müfredatı… Okulun yaşam gerçekliğinin öğretmenin ve öğrencinin sadece felsefesini yapan uzaydan gelenlerin sanal müfredatı. Bu müfredat yeni kuşakların zihinlerine verdiği mesajlarla uyutucu masajlar yapabilecek niteliklere sahiptir. Duyurulur.