İki gün boyunca zaman zaman, o fotoğrafa baktım… Takıntı oldu bende! “Bir müsamere hatırası olsa gerek” dedim, yakışmadı. Bir devlet başkanının özürlüler yurdunu ziyareti diye yorumladım, kesmedi… Hayır, 23 Nisan olsa, “Koltuğunu çocuklara kaptırmak istemeyen işgüzar bürokrat” muamelesi çekip, kahkahayı koparacağım. Değil! Adam Türk değil, Türkiye’de değil niye mabadını koltuktan kaldırsın…
Üstelik işin şaka götürür yanı da yok.
Ya ayaktaki? Bir ilköğretim öğrencisi uysallığında, muhatabının bakışlarından bile ürken, “Ne der acaba?” endişesiyle nefes bile almakta zorlanan kişi, koskoca cumhurbaşkanı. Koltuğa oturduğu günü hatırlamasak, seçim sürecini ve Denktaş ile giriştiği mücadeleyi, “Zaten mazlum bir adam” der, defteri kapatırız. Gelin görün ki, öyle biri değil… Kıbrıs davasının efsane lideri Rauf Denktaş, onun ne ‘çetin ceviz’ olduğuna vurgu yapmak için bir ‘yılan’ hikâyesi anlatmıştı bilirsiniz… Anavatan’a karşı efelenmeler, Rum tarafına zeytin dalı uzatmalar… ‘Statükoyu yıkacağız’ naraları…
Evet, yıktı hakikaten!
Yerle bir etti…
Hem kendi ‘karizmasını’ hem de ‘Gel’ diyerek kendisini ABD’ye davet eden Pentagon’un önyargılarını…
Eminim Amerikalılar şimdi “Denktaş nere, bu nere, telaşa gerek yok… Biz bu Kıbrıs işini umduğumuzdan daha kolay hallederiz…” yorumlarını yapıyorlardır.
Talat Efendi’den söz ediyoruz… (Efendi lafına takılmazlar herhalde, Türkçe’ye Rumca’dan geçmiş bir sözcüktür) Fotoğrafta ayakta duran kişi yani… Oturan ise Amerikan Temsilciler Meclisi’den bir zat. Meramımızı daha iyi ortaya koyabilmek için izninizle o çok bilinen fıkrayı tekrarlayayım:
Azeri genç köyünden ayrılıp gurbete gider. Yıllar sonra ailesine mektup gönderirken, içine bir de eşek üzerinde çektirdiği fotoğrafı koyar. Fakat fotoğrafın arkasına not düşmeyi de ihmal etmez: Baba, üstündeki menem…
Türkiye’deki okurların bu fotoğraftaki Amerikalının kim olduğunu kolayca çözmesi için bu başlığı attık…
Bir fotoğrafa niye bu kadar takılıp kaldığımı merak edenler olabilir… Aynı günlerde bir peşmerge başı da Washington’a davetliydi. Onun da fotoğraflarını gördük. Bush ile yan yana… Yerel giysiler içinde. Sonra giydi takım elbisesini, taktı kravatını dünya basınına ‘açıklamalarda’ bulundu. Düne kadar dağ bayır dolaşıp adam boğazlayan, kavga edecek kimse bulamayınca yine kendisi gibi peşmerge başı olan Talabani ile kapışan, Barzani…
Fotoğraf işte, takılma diyorsunuz ya… Dünyanın haline bakın. At izi, it izine karışmış. Ortalık toz duman. Bu hengamede nice fotoğraf kareleri gelip geçiyor hafızamızdan.
Enosis peşinde koşan Rum çetelerin katlettiği çocuk, kadın binlerce Kıbrıs Türkü… Kardeşinin kanı, canı, namusu için dünyayı karşısına alan ve onun bedelini 20 yıl sürecek sağ-sol kavgaları ile ödeyen Anadolu Türklüğü… Ekonomisi çökertilen, ambargo kıskacına alınan, başına akla gelmedik belalar sarılan Türkiye. Hani iyiliktir, söylenmez ayıptır deyip geçeceğiz Talat Efendi... Bırakın bir yana Türkiye Türklüğü’nün çektiğini, Kıbrıs Türklüğü’nün çektiğini sen bizzat bilmiyor musun?
Demem o ki, çok dokundu bu fotoğraf bize… Sen ne düşündün bilmiyorum, neler hissettin? Keşke diyorum, ABD’ye gitmeden, 20 Temmuz 1974 öncesinin Kıbrıs’ından fotoğraflara bir baksaydın. Bugün bizi hüzne boğan, öfkeyle dolduran şu fotoğrafta yer almazdın herhalde…
Ah Talat Efendi ahh…
Bazı şeyler, ABD ya da AB yardakçılarının dolduruşuna gelerek efelenmeye hiç mi hiç benzemiyor. Biraz tarih bilmek, biraz yüreklenmek, biraz da milletin içinden gelmek gerekiyor… Ki, yerimizin neresi olduğu bilelim…
Kimileri böyle davranmayınca, bize de ‘Baba ayakta duran menem’ diye başlık atmak düşüyor.
ilgazbabacan@hotmail.com