Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana öğretmen örgütlenmesine kronolojik bir göz atalım: 1923’ten 1960’lara kadar bütünü kapsayacak merkezi bir örgütlenmeden söz etmek zordur. Bu dönemde yerel örgütlenmeler vardır. 1960’lı yıllarda ülke çapında merkezileşme gerçekleşti ve TÖDMF, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu ortaya çıktı.
Bu dönem boyunca öğretmenlerin ortak paydası Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesidir. Öğretmenler kendilerini Atatürk’ün gösterdiği “ Çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkma” mücadelesinde gerek eğitim öğretim alanında, gerekse genel anlamda neferleri saymaktadırlar.
1960’lı yılların ikinci yarısında TÖDMF kendisini feshederek Türkiye Öğretmenler Sendikası’na, kısaca TÖS’ e dönüştü. 12 Mart 1971 muhtırası sonrası TÖS diğer memur sendikalarıyla birlikte kapatıldı.
Öğretmen mücadelesinin TÖS dönemi dünyadaki antiemperyalist dalganın ve solun yükseldiği, gençliğin, aydınların, geniş kesimlerin sosyalizmle tanıştığı, ilgi duyduğu bir zamana denk gelmektedir. Bu nedenle tabandaki öğretmenlerin ezici çoğunluğu yine Atatürkçüdür, Cumhuriyetin değerlerine bağlıdır. Fakat dünyadaki konjonktürün de etkisiyle Kemalizm’le sosyalizm arasında benzerliklerin sıkça gündeme getirildiğini görürüz. Öğretmen hareketinde sosyalist eğilimlerle birlikte ve iç içe yorumlanan bir Atatürk profili görürüz.
Yine bu dönemde gençlik kesiminin dışında toplum geneline de yansıyan bir sağ-sol saflaşması ve yükselen çatışma sürecini görmekteyiz. 1960–1970 arasının genel özelliği 1961 Anayasasının özgürlükçü karakterinin yanında dünyadaki gelişmelere de koşut olarak Türkiye’nin tüm kesimleriyle birlikte hızla ve yığınsal bir biçimde politikleşmesidir.
12 Mart 1971 muhtırası sonrası süreçte TÖS kapatılır, bazı yöneticileri yargılanır. Türkiye Öğretmenler Derneği TÖB-DER kurulur. TÖS’ ten gelen örgütlenme pratiği ve birikimiyle kısa sürede yığınsallaşır. 1960’lı yıllar boyunca sosyalizm ve antiemperyalizm yükselen değerdir. 1970–1980 arası ise Türkiye açısından iç savaş ve kaos ortamının giderek yükseldiği bir dönemdir. Yine bu yıllar emek-sermaye sol-sağ çatışmasının ve çelişkisinin yanında toplumun etnik ve mezhepsel olarak ayrıştırılmasının da yaşandığı bir süreçtir.
Kişiler öznel olarak bunu istemese bile, ülkemizin bir iç savaş yaşamasını ve bu coğrafyada artık birilerine verdiği sıkıntının bu yolla giderilmesinin istendiği yıllardır bahse konu olan. TÖB-DER süreci, sol içindeki ülke genelindeki ayrışma ve fraksiyon kavgalarının öğretmen hareketine de yansıdığı bir dönem olarak anılacaktır. Tabandaki sessiz çoğunluk bu dönemde yine Cumhuriyete, ülkemizin temel değerlerine bağlıdır. Fakat TÖB-DER genel merkezinde ve yönetim hiyerarşisinde çok ciddi ayrışmalar söz konusudur. Etnik taleplerin sosyalizm örtüsüyle ve sol bir söylemle dile gelmeye başladığı bir dönemdir anlatılan.
12 Eylül 1980 darbesiyle TÖB-DER kapatılır. Yöneticiler ve bir kısım üyeler yargılanır, hüküm giyerler. 1980 darbesi sonrasında köprülerin altından çok sular akmıştır. Artık sol ve sosyalizm dünyada yükselen değer değildir. Sovyet sistemi çökmüş. Dünya tek kutuplu hale gelmiştir. Başta ABD ikincil rolde AB dünyanın ekonomik ve siyasal hâkimidirler. Sermayenin küreselleştiği dönemde kapitalizm ve liberalizm kutsanmakta, emperyalizm ve sömürüye tam teslimiyet tüm insanlığa kurtuluş reçetesi olarak sunulmaktadır.
Bu dönemde TÖS ve TÖB-DER geleneğinden kaynaklanan iki öğretmen sendikası ortaya çıkar: EĞİTİM-İŞ ve EĞİT-SEN. Farklı siyasal geleneklerden gelen iki sendika tabanın istemleri doğrultusunda birleşir ve ortaya EĞİTİM-SEN çıkar.
EĞİTİM-SEN süreç içinde sergilediği pratikle Öğretmen hareketinin kısaca özetlediğimiz geçmişi ve gelenekleriyle hiçbir ilgisinin kalmadığını kanıtlamıştır. Eğitim-Sen için 19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Savaşının başlangıcının, 23 Nisan 1920 TBMM’nin, yani Milli Mücadeleyi yürütecek meclisin açılışının, 29 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyetin kuruluşunun, Atatürk’ün ve Atatürk devrimlerinin hiçbir anlamı yoktur. Yine Öğretmen okullarının kuruluş tarihi olan 16 Mart tarihleri de Eğitim-Sen için bir anlam taşımamaktadır.
EĞİTİM - SEN’ in 6 x 9 vesikalık fotoğrafı budur. Bu aynı zamanda yüzyıla yakın bir geleneğin oluşturduğu demokratik kitle örgütü olmaktan gönüllü vazgeçişin ve SİVİL TOPLUMCU’luğa terfi edişin de Ulusal bağımsızlık, Atatürk İlke ve devrimleri, Türkiye Cumhuriyetinin tek ulus, tek devlet ve tek dilli yapısının korunması konusundaki gelenekten gelen duyarlılıklardan cami avlusuna terk edilen bebek gibi kurtulan Eğitim-Sen’ in başka duyarlılıklar geliştirdiğini görmekteyiz: Türkçe eğitim ve dilimizi iyi öğretmek mesleki olarak asli görevi olan Eğitim-Sen, anadilde eğitim ısrarını tüzüğüne koyacak kadar, başta Kürtçe olmak üzere, Türkçe’den başka dillerle eğitimden yanadır. Türkiye Cumhuriyeti’ni etnik ve mezhepsel parselasyona götürecek ve Yugoslavyalaştıracak AB dayatmalarının yılmaz destekçisidirler.
Bir limandan kopuş bir başka limana demirlemeyi gerektirir. Eğitim-Sen Türkiye Cumhuriyeti limanından palamarı çözüp AB limanına demirleyince, sivil toplumculuğun faziletlerini de bir iyice keşfetti ve hidayete erdi anlaşılan. Kemalist diktatörlüğün ( ! ) gölgesinden ve T.C.’nin ırkçı, asimilasyoncu, faşizan ( ! ) atmosferinden kurtulunca emperyalist merkezlerin sivil toplumculuk dolmaları daha bir iyi hazmediliyor demek ki...
26 Ekim 2005 tarihli Cumhuriyet Gazetesine bakalım: EĞİTİM- SEN, E BÜYÜK DESTEK, KESK, Hak-İş, DİSK Eğitim Sen’ in TMMOB, Memur-Sen ve TTB ortak basın toplantısıyla kapatılmasına karşı olduklarını belirtti. Tüzüğündeki ana dilde eğitim maddesi nedeniyle Eğitim Sen hakkında açılan kapatılma davasında KESK genel başkanı Hayri Tombul şöyle demiş:” Avrupa Birliği bu davayı yakından izliyor. AB yetkilileri, konunun demokratikleşme açısından önemli olduğunu, önümüzdeki günlerde açıklanacak AB ilerleme raporunda Eğitim-Sen davasının da yer alacağını belirtiyorlar. Umarım, demokratikleşme ve düşüncenin önündeki engellerin kaldırılması açısından önemli bir ders olur ve dava sonuçsuz kalır Bu davanın açılmasına ilişkin yazı Genel Kurmay Başkanlığından gelmiştir. Bu davanın seyri, demokratikleşme çalışmalarında halkın mı, başka kurumların mı etkin olacağını ortaya koyacak nirengi noktası olacaktır.”
KESK genel başkanının bu demeci bana Osmanlı zamanındaki basın yasasının önemli bir maddesini hatırlattı: “ Matbuat kanunun dairesinde serbesttir.” Anlaşılan bizim fonlu sivil toplumcularımızın AB damgalı yol haritasına göre :” Sivil Toplumculuk ve sendikal uğraşılar AB’nin kırmızıçizgileri dairesinde, antiemperyalist ve antikapitalist olmamak, lakin ulus ve ülke karşıtı olmak kaydıyla serbesttir.”
Uzay boşluğunda kaybolan, kara deliklerin yuttuğu yıldızların ışıklarının dünyaya yok oluşlarından senelerce sonra bile gelmeye devam etmesi var olan milyarlarca kilometrelik uzaklıkla ilgilidir. Ulusundan, gelenekten, emekten, tabandan uzaklaşan, küresel sermayenin sivil toplumculuk tezgâhıyla, AB kara deliğinin yuttuğu Eğitim-Sen’ in ışıkları sizi yanıltmasın. Eğitim-Sen’ in tabanının oluşturan, ülkesine, ulusuna, ulusal değerlerine bağlı öğretmenler bu kara deliği de delip geçeceklerdir göreceksiniz.