Kasım 2008

Ö T E S İ

 

4.12.2024 



Milli Sıtrateji

 
Dr. Alptürk Ünlü

Kartelleşin Medya ve Terörü


Ülkemizde son yıllarda en güvenilmez, en tutarsız ve en çelişkili kuruluş ve anlayışlar nerede bulunmaktadır diye kendi kendinize hiç düşündünüz mü? Eğer gerçekten kendinizi milliyetçi görüyorsanız ve bu konuda hiçbir şey düşünmediyseniz; bence bu konuda bir düşünceye ulaşmanızda yarar vardır. Çünkü milliyetçi bir insan olmanın gerekçelerinden birisi de, kendi toplumuna ve o toplumun sorunlarına sahip çıkmakla söz konusu olabilir.

Öyleyse, Türk milliyetçileri de, Türk insanın sorunlarıyla ve sorunlarına kaynak olanlarla da uğraşmalıdır.Günümüz Türkiyesindeki yozlaşmış ve kokuşmuş, daha doğrusu yozlaştırılmış bir ortamın, en merkezinde oturanların başında, ne yazık ki medya patronları, medyada sürekli tıransferler yapan bazı yazar ve gazeteci müsveddeleri yer almaktadır. Bunların bir kısmının kamuoyunda batakçı, dolandırıcı, dönek veya başka etiketler taşıyan şahıslardan oluştuğunu da çoğumuz biliyoruz. Tüm bu bilinenlere rağmen, aynı çıkarcı politikacılar konusunda olduğu gibi, bu konuya da çoğu insan, gözlerini yummakta ve bu bağlamda olayları görmezden gelmekte, ya da dillerini tutup, konuya yönelik olarak konuşmamakta ve daha da ötesi, ellerini vicdanlarında bağlayıp, bildiklerini de yazmamayı yeğlemektedirler. Acaba, bilinen üç kağıtlar kaleme alınmazsa, bundan başka daha neler kaleme alınabilir ki? Bu konuda ve bu dönemde vicdan çalışmazsa, ne zaman çalışabilir ki? Yoksa bazıları, bildiklerini bir servet gibi, öbür dünyaya mı taşımak istiyorlar(?) Biliyoruz ki bu alanda ülkemizde, başta Emin Çölaşan olmak üzere, birkaç yürekli medya mensubu, istisna teşkil etmektedir.Medyanın yazılısı olsun ya da görüntülüsü olsun, gerçekte doğruları haber yapmakla görevli değiller mi? Medya adlı anlayışın,, ekonomik açıdan beslenme kaynağı dikkate alınırsa, bilhassa en büyüklerinin yoldan çok kolaylıkla çıktığını, bir sürü örnekle tespit edebiliriz.Bu yoldan çıkma durumu, hem onların yayınları açısından, hem de yazarları açısından da söz konusudur. Yine bu yoldan çıkma, Türk milletinden uzaklaşma ve Türk milliyetçiliğine darbe vurma anlamındadır. Dikkat edilirse, ileri gelen medya guruplarının ekran kahramanları ve ekranlardaki yayınlarının kalitesi de bellidir. Aynı şekilde, malum kanalların ve gazetelerinin çizdikleri tablo, birbirinden pek farklı değildir. Bu tabloda, medya sahiplerinin ve o medyalardaki bazı malum isimlerin dışında, ne yazık ki, diğer iki suçlu kesim daha vardır. Bunlardan birincisi, o medya guruplarına bilerek veya bilmeyerek destek olan, yani o gazeteleri parayla satın alanlar ve ekranlardaki yayınlarını izleyen kişiler değil midir? Dikkat buyurunuz! O malum medyanın basın kısmını oluşturan gazetelerin, toplam tirajları kaç milyondur? Bu milyonlara çıkan gazete sayılarında, ülkemizdeki insanların katkı payı nedir? Bu gazeteleri alan insanlar, okur yazar değiller midir? Bu okur yazar olarak vasıflandırılan zümre, adı geçen gazetelerin patronlarını, bazı yazarlarını ve faaliyetlerini bilmiyorlar mı? Ya da yakın geçmişte, bu gazetelerin içerik olarak birbirlerine benzemelerine karşın, pastadan daha çok pay kapma adına, birbirlerine karşı kamuoyunda yaptıkları saldırılar neyin nesiydi? O gazeteleri sürekli alanlar, o gazetelerin aralarındaki çıkar kavgalarındaki gerçekleri, hiç duymamışlar mı, görmemişler mi, hala mı duymuyorlar ya da görmüyorlar? Yoksa o insanlar, o gazeteleri Fenerbahçe, Beşiktaş ya da Galatasaray sipor kulüplerini tutar gibi mi tutuyorlar? Bu durum, aydın ve objektif bir okuyucu olma anlayışıyla bağdaşabilir mi? Böylesi okurların da, ülkelerinin geleceği ile ilgilenme boyutu, herhalde okudukları gazetelerde, bilgilendikleri (!) ya da bilgilendirildikleri (!) haberler kadar olsa gerekir. Türk insanı, nasıl sahtekarlık batağına saplanıp kalmış olan politikacı bozuntularından altmış yıldır çile çekmişse, gazeteci ve aydın geçinenlerin de; taraflı, tek yanlı, tek düze ve asparagas haberlerinin balonluğundan da kurtulamamıştır. Bu gibi ortamlardan kurtulamayanların, ülkenin sorunlarından kurtulacaklarını sanmaları da, sadece kendi kendilerini ya da bütün toplumu aldatmaktan başka bir şey olmasa gerekir! Böylesi bir medya ortamından beslenen bir yurttaşın halini düşündüğünüzde, sadece acı duyulmaz; aynı zamanda acıdan da öte, kızgınlık ve öfke dahi duyabilirsiniz. Niçin? Bu ülkenin gündemindeki rezilliklerin içersine düşen bir medyaya, bilinçli ya da bilinçsiz omuz verdikleri için. Aslında yaşadığımız son yirmi beş yıllık dönemdeki politikacılar ile medya arasında oluşturulmuş olan bazı karanlık ilişkilerdeki pisliklerin de patlamayı, daha doğru bir söyleyişle patlatılmayı beklediği de kaçınılmazdır. Turgut Özal’la başlayan iki buçuk medya hikayesinin altındaki pislik, neyle örtülürse örtülsün, zamanı gelince eninde sonunda patlatılacaktır ve de patlatılmalıdır. Doğru olan da budur! O zamanlar Cağaloğlu’nun dar sokaklarına ve eski binalarına sıkışmış kalmış olan bir medyanın, birden bire dev pilazalara geçmesi ve malum medya sahiplerinin her alanda devleşmesi ve devleşirken de milli ve yurtsever haberlerden iyice uzaklaşması ve böylesi faaliyetlerin de bu döneme rastlamış olması, tüm bunların da günümüzde aynı hızla devam etmesi bir tesadüf müdür? Yani medya ekonomik anlamda büyüdükçe, ürettiği pislikte, gövdesiyle orantılı bir şekilde büyümüş, halen de büyümektedir. Bu büyüme olayında, okuyarak ya da bakarak duruma destek olanlar da sorumludur. Durum, Türkiye’ye hayırlı olmasa da, kendilerine hayırlı olsun(!) Medyanın bu halde olmasının baş sorumluları, elbette onlara her şekilde destek verenlerdir .Bu ülkede, sayısal anlamında milyonlarca memur vardır.Bu memurların içersinde milyonları aşan öğretmenler, öğretim üyeleri, doktorlar, eczacılar, hukukçular, subaylar, mühendisler ve emeklileri de bulunmaktadır. Yine bu ülkede milyonları aşan yüksekokul öğrencileri de vardır. Tüm bu varların sayısal ve hakimiyet anlamındaki güçleri, bedensel anlamdaki ağırlıkları ve düşünsel anlamdaki akılları, acaba kaç Aydın Doğan etmektedir? Bu adı geçen gurupların içersindeki şahıslar, bu konuları hafta sonundaki bilmem ne maçının kıritiğinin yüzde biri ve hatta binde biri boyutunda, hiç ama hiç düşünmüşler midir ya da düşünecekler midir? Bizim burada, tek kişiyi temsil eden Aydın Doğan ile adı geçen guruplara mensup milyonlarca insan kümelerini, sayısal olarak karşılaştırmadaki amacımız, her şeyin okumayla başlayıp bitmediğini, hayatın bu kesiminde başka şeylerin de rol aldığını vurgulamak içindir. Elbette o kesimlerden bazıları, belki de kendi kendisini haklı çıkaracak söylemler içersinde de bulunabilirler. Fakat bu bulunabileceklerin sayısı, ne kadar olabilir ki? Niçin bu kadar karamsar oluyorum? Çünkü, bu konuda kendini haklı çıkarmak isteyecek kişilerin yanı sıra, en azından yüzde doksan dokuzu da haklı çıkacak bir yaklaşıma dahi giremez! Niçin? Bu ülkedeki Aydın Doğan gibi medyada tekelleşen bazı gerçekler olduğu için. Ayrıca, yine bazıları da, bu gerçeklerle mücadele ettiğini sanarak, aslında Don Kişotluğa soyunup yel değirmenleriyle mücadele etmektedirler. Niçin böyle düşünüyorsunuz derseniz? Şunu derim? Kurgusu yanlış olan düşüncelerin, sonucu da yanlış olacaktır da, onun için! Aynı zamanda; mücadele öyle olmaz, böyle olur diyemedikleri, bunu diyalektik ve o diyalektiğin pıratiği bazında gösteremedikleri ve bu anlamda gösterme bilincine ulaşamadıkları için. Bunlardan bir kısmı da, hastalık kokan düşüncelerin peşinde gittikleri içindir ki, olayın gerçek derinliğinin farkında bile olamazlar. Bu duruş zaten, bir sorundan kurtulmaktan ziyade, başka sorunları da peşinde getirecek bir durumdur. Eleştirdiğimiz kesimlerin içersinde, Türk milliyetçiliğine inandığını söyleyen bazıları da var mıdır? Ya da Türk milliyetçileri ne durumdadır? Okumaz, yazmaz bir milliyetçilik olabilir mi? Bundan da daha vahimi, Türk’ün milliyetçiliği adına, yanlış şeyleri okuma ve yanlış yönlenme ya da yönlendirilme de her halde, en büyük yanlış olsa gerekir. Peki bu ülkede, Türk milliyetçilerinin sayısı ne kadardır? Eğer, siz bu sayıyı gazete okumaya, kitap okumaya indirgerseniz,şöyle bir karanlık tabloya ulaşabilirsiniz. O da şudur: yetmiş küsur milyonluk bu ülkede, ya Türk milliyetçisi çok ama çok az, ya da milliyetçiyim deyip de, sadece dolaşanlar, havaya konuşanlar veya boş şeylerle uğraşanların var olduğunu söyleyebilirsiniz. Bunları neye göre söyleyebilirsiniz? Medyadaki Türk milliyetçilerinin gücüne, daha doğrusu güçsüzlüğüne göre söyleyebilirsiniz. Bu ülkede, futbol kulüplerine kadar, pek çok gurup, kuruluş ve cemaatler büyük kanalların sahibidir. Bu ülkede, her alanda hepimizin gözü önünde at oynatanlar ve başka şeyleri de oynatanlar vardır. Fakat, ülkede Türk milliyetçisi olduğunu, söyleyenler ne kadardır? O sandığımız ya da sanmaya çalıştığımız insanlar için, yol almanın boyutu okumaktan geçmiyor mu? Ne olursa olsun milyonlarca memur ve emeklilerin içersinde Türk milliyetçileri de vardır. Fakat, o var olanlar ya da olması gerekenler nerelerde? Milliyetçi insan, herkesin sadece yanında gördüğü üç beş kişi mi? Türk milliyetçisi olarak tanıdıklarımız, tanıdıklarınız, yani bu alandaki herkes mi yok oldu? Yoksa gerçekten de kimse yok muydu? Veya biz birilerinin var olduğunu mu sanıyorduk? Bize serap mı göstermişlerdi? Ne oldu da duyarsız ve kendi milletine ilgisiz bir çizgi ortaya çıktı? Belki de Türk milliyetçiliğini birileri mi şişirmişti de, onlar bu kadar az bir okuyucu kitlesine dönüşüyordu. Yüksek okullarda da, hiç Türk milliyetçisi yok muydu? Ya da onlar ”parasızlık, ah parasızlık mı” diyorlardı? Eğer aralarında, bunları söyleyenler varsa, onlar gerçek anlamda hayatın özündeki gerçekleri de algılayamamışlar mıydı? Belki de onlar, çok şey okumuşlar ve okudukları ya da okutturuldukları ve de öylece yönlendirildikleri şeyler, gerçekte boş şeyler imiş! Ne kadar boş? Bir gazoz şişesindeki, kabarcıklar kadar! İncirin çekirdeğindeki, bir tane kadar! Bu kadar mı boş? Görünen köy kılavuz istemez!..Recep Tayyiplerin, Bülent Arınçların,Aydın Doğanların ellerindeki güçler ve güçlerdeki vuruşlar ve her vuruştaki sarsıntılar ve o sarsıntılardaki tahribatlar, bunu size, hiç ama hiç göstermiyor mu? Yani arkadaş! Şunu demek istiyorum: parasızlık kader değildir! Siz eğer “paramız yok, yayın alamıyoruz” diyorsanız. Size öğretilen düşüncenin önce temeline inin ve hayatın ekonomiyle orantılı olduğunu sizi yönlendirenlere gösterin ve sorgulayın. Sizlere kuru gürültü anlamında, vatan-millet edebiyatı yaptırarak ceplerini dolduranları, yedi sülalesini zengin edenleri unutmayınız! Eğer bunu göremiyorsanız ve bunu sizlere birileri göstermiyorsa, anlatmıyorsa, ya onlar da uyuyordur ya da bu işte bir kasıt vardır. Günümüzde, parasal anlamda atı alan Üsküdar’ı değilse de, Kıbrıs’ı, Kerkük’ü vb. yerleri alıp geçti ve de gidiyor. Bizler ise, ayakta uyuyarak ya da uyutularak kaderi bekleyen kurbanlıklar gibi bekliyoruz. Neyi? Kesilmeyi mi?! Parasızlık bu hayatta, tek başına bir gerekçe değildir! Parasızlığa sizi mahkum edenler ya da ettirenler gerçek anlamda suçludur. Gerekçenin ve gerekçelerimizin suçluları, aynı zamanda, ömrümüzün de gerçek katilleri olarak aramızda belirmektedir. Siz milliyetçi olarak, onları hiç gördünüz mü? Onlara karşı, hiç mücadele ettiniz mi? Milli olmayan bir sermaye anlayışına karşı, ne yaptınız? Siz Koçların,Sabancıların ve benzerlerinin üzerine, hangi boyutta gittiniz? Ya da size yol gösterenler, hangi ölçüde onların ve onlar gibilerin üzerine gitmiştir? Gerçekte böylesi anlayışın altından kurtulmanın tek yolu, ülkemizde ve dünyadaki hakimiyet modelini çözüp, o modele karşı yapmanız gereken mücadeleyle iş başlar ve o mücadeleyle iş biter. Yoksa Türk milliyetçiliği, günümüzde olduğu gibi, ah şu hükümet ya da şu iktidar sırasını bir savsa da, sıra bana da gelse anlayışından kurtulamaz. Bu düzlemdeki oyunda, belki sıra dahi, o gibi düşünce ve de özlem içersinde olanlara gelebilir. Neyin sırası? Var olan iktidarların başarısızlığından kaynaklanan ve milyonlarca Türk insanının nefretinin bir yansıması olan iktidar sırası... Yani bildiğimiz kuyruk...Nöbetleşe mi? Bir ölçüde de öyle diyebileceğimiz bir sıra...Nasıl yani? Yakın yıllar bunların, tarihin çöp kutusuna atılmış olan örnekleriyle dolu. Yani olay şöyle oluyor. Türk milletinin anasını ağlatanlar, nöbetleşe sırasını savmaktadırlar .Bakınız son yirmi yıla ve sayınız iktidar ortamından nimetlenen partileri... Yine bakınız başbakan olanlara:T.Özal,Y.Akbulut,M.Yılmaz,S.Demirel,T.Çiller,N.Erbakan,
B.Ecevit,A.Gül,R.T. Erdoğan...Geride kalan ne? Kendileri gibi, bir avuç mutlu azınlık!Ya milyonlarca Türk ne yapıyor? Umutlarını, bir bahara mı saklıyorlar? Hangi bahara? Belki de “Bekledim de gelmedin” şarkısına saklıyorlardır! Gerçekte ise, dünyadaki ve ülkemizdeki hakimiyet düzlemini görmeden, iktidar olunabilir mi? Olunabilir! Nasıl olunur? Gayet basit: İktidarsız bir iktidar olunur. Aynı yakın geçmişte olduğu gibi. Yani:DSP-MHP-ANAP iktidarında olduğu gibi...O zaman ne olur? Yine birileri beslenir. Nereye kadar? İliklerine kadar! Yine, birileri de semirir. Peki vatandaş olarak sıra size gelir mi? Bekle babam bekle ve Nasrettin Hoca hele bir dönsün Akşehir’den de...Aynı geçmişte olduğu gibi..Koç’tan, Sabancı’dan, Aydın Doğan’dan daha daha küçüklerinden sıra kalırsa, belki size değilse bile, torunlarınıza gelebilir! Neyin sırası? Onu da sen söyle! Ben yine de sana, bekle babam bekle demeyeyim!Doğru saflarda buluşup, bütünleşmek lazım!..
KARTELCİ MEDYA
Sıranın kendisine gelmesini bekleyenleri geçerek, konumuz güzergahında ilerleyelim...Daha düne kadar:”Kartelci medya” diyerek, bağıranlara ve yazanlara ne oldu? Kartelci medya, boyutundan mı düştü de, onun için mi bağırmıyorlar? Yoksa bağıranlara da, bir parmak baldan öte, başka bir şey mi verildi? Halbuki Aydın Doğan, Özalların yarattığı Cem Uzan’ın kanalını da ele geçirdi... Demek ki, daha da kartelleşmiş. Bu açıdan bakıldığında, daha da semirmiş. Bu alanda kontrolü daha da ele almış durumda. Ne biçim bir ülkede yaşıyoruz? Bir insan, medyada tekelleşiyor ve durum bu ülkede ne yazık ki normal karşılanıyor? Örneğin ABD’de, bunu yapmak mümkün müdür? AB. denilen yapı, her şeyimize karışırken, tekelleşen bu anlayışlara karşı, sesini niye yükseltmiyor? Yoksa, biz mi duymuyoruz? Aydın Doğan’ın tekelleşen kuruluşlarında, Türk milliyetçilerine her açıdan saldıran kişiler, rahatlıkla da ekonomik anlamda besleniyor. Bu ne biçim anlayıştır? Ne adına? AB adına, ülkemizdeki hükümet adına, kartelci medya diye diye bağırıp şimdi susanlar adına!.. Tüm bunlardan da öte, etkisi sıfırlanma noktasına getirilmeğe çalışılan, Türk milliyetçiliği adına. Ey gerçek Türk milliyetçileri! Tek tek ağaç arama ya da onunla oynama vakti geçti; çünkü ülkedeki bütün bir ormanlık arazi ve alan yanıyor! Şimdi safları dik tutma ve doğru bir yolda gitme zamanı. Kaybedilecek an, bu an değildir! Çünkü bundan öte, kaybedilecek an ve anların telafisi, belki de yarınlar adına mümkün olmayan zamanlar olacaktır! Bizden size söylemesi... Kartelci medya guruplarının mensupları, Türk insanın birikim ve emeklerini talan etmekle kalmıyor, yarınlarındaki birikimleri ve milletin düşüncelerini de gasp etmeye ve yanlış yönlere sürüklemeye çalışıyorlar. Böylece uyutulmuş bir milletin, elbette posasının daha kolay sıkılacağının da bilinci onlarda mevcuttur. Peki, böylesi bir bilinç durumu, bizim ülkemizdeki milyonlarca insanımız da mevcut mudur? Sanmıyorum! Sanmaktan da öte, yaşanılan gerçekler de bunu gösteriyor. Nitekim son bir yıldır paralı medyanın oyuncağı haline getirilmiş olan bir kadının ve oğlunun sırtından cesedine kadar ve cesedinin gömülmesinde sonra da büyük paralar kazandılar. Havadan kazandıkları bu paraların acaba ne kadarı, o kadın ve çocuklarının ceplerine girdi? On binde, yüz binde biri girdi mi? Sonra da “Timsahın Gözyaşları” hikayesi yaşandı... Kaynana Semra ve oğlu Ata diyerek, böylesi sıradan kişileri, toplumu uyutmak anlamında ekranlara pompalayan bu medya, bir anlamda bir insanın da ölmesinin alt yapısını hazırlamış oldu. Bu ülkedeki mozayık medyasının yaptığı yayınların sonucunda, bazı farklı şeyler ortaya çıkınca, bu durumdan da en çok kendileri öz eleştiri vereceği yerde, bundan dahi, asalakça beslenen, yine bu medya olmaktadır. Bu konuda da son olarak, Tuğçe Kazaz denilen bir mankenin Hıristiyan olması basında ve ekranda yer almıştır.., Burada da bu işin gerçek alt yapısını hazırlayıcı olduklarının, bu medya farkında değil midir? Siz bu ülkede, Yunan kardeşliği adına, Heybeliada’daki Papaz Okulu adına, Fener’deki Patriklik adına, Karadeniz’deki Pontusçuluk adına, pek çok şeye göz yumun ve de sonra başka şeylerle karşılaşın! En basitinden Örövizyon yarışmalarında dahi Yunan ve Kıbrıs Rumlarının işbirliği, her zaman en üst düzeyde olmuştur. Sizin kardeşlik dediğiniz yıllarda da, sürekli hep böyle olmuştur. Örneğin 2005 yılındakinde de böyle olmamış mıdır? Siz medya olarak, bu ülkede “Yabancı Damat”adlı dizilerde puropaganda yaptırın ve bu puropagandayı bir sürü saf insana izlettirin ve kolaycada yutturun!Sonra da bekleyin! Bu elbette, davulun uzaktan gelen hoş sesidir. Bu sesi ahenkli hale getirmek için o dizilerde, sözde Yunan damadı sünnet yapmaya kalkın ve böylece Türkiye’deki bazı saf insanları da mutlu edin! Aslında böylesi durumlardan boş yere mutlu olanları da, Allah akıllandırsın! Ekranlarda görüldüğü gibi, evdeki hesap çarşıya uymadı ve esas oğlan sünnette olmadı ve nihayet gerçek hayatta esas kız, vaftiz oldu ve Mariya adını aldı. Şimdi, bu nasıl finaldir? Beklenen final midir? “Yabancı Damat” ne ekti de, ne biçti? Bunun puropagandasını aylarca bu ülkede verenlerin, hiç mi suçu yoktur? Bunu izleyerek destek olanların da mı, suçu yoktur? Ve Türkiye’de kilise açılmasına sürekli göz yuman, bu hükümetin de mi suçu yoktur? Medyanın bir kısmı da efendim, kız zaten Girit göçmeniymiş ve ataları arasında Hıristiyan Rumlar varmış diyor! Bu tablo, daha da vahim değil mi? Niçin? Çünkü, bu ülkede bir tabu daha yıkılıyor da onun için. Yani, birkaç Girit göçmeninin de, vatan hayinliğini meslek edinircesine, Ermeni soykırımı masalını gündeme sokması, atalarının Rum olması ile orantılı olmasın sakın! Bu ülkede onlar, senin benim gibi, Müslüman adlarıyla dolaşırken, Türklüğe saldırmaları ve bu saldırıda çeşitli menzillerden cephe açmaya çalışmaları da, Giritli Rum kökenli göçmen olma anlayışlarıyla mı orantılıdır? Bunlar hep sorgulanmalıdır. Devletin istihbaratı da, bu ülkeyi sevenle, sevmeyeni iyi ayırt etmelidir. Aynı batıda olduğu gibi...Amerika’da olduğu gibi... Üç beş amirin ya da derinliği olmayan çapsız bürokrat kafalının gösterdiği yolla değil! Ülkenin kalıcı ve geleceğe yönelik konumuyla hareket edilmelidir. Barıştır, karıştır palavralarıyla ne çorba olur, ne de dostluk sağlanabilir? Çünkü dostluğun kökleri, derin olmalıdır. Bu köklerin toprağı verimli, suyu da tuzlu olmamalıdır. Medyada şişirilen balon olarak topluma sunulan sözde kahramanlara, bağımlı hale getirilmiş olan on milyonlarca insana ne demeli? Onlar aslında her gün ve her gece ölüyorlar da farkında değiller. Ne yazık ki bunlara sebep olan medya, bu konuda da yaptıklarına karşı özeleştirisini yapmadığı gibi, yok falanca mankenin seks alemiymiş, cep telefonlarına düşürülen görüntüsüymüş, işleriyle uğraştı ve halen de böylesi şeylerle uğraşmaktadır. Burada toplumun çoğunluğu, her alanda olduğu gibi, edilgen konumu hesap edilerek hareket edilmekte ve bu bağlamda parasal kazanç ve çıkış noktası olarak da, bu yumuşak karın kullanılmaktadır. İşte bizim burada aradığımız kişiler; okuduğunu söyleyenler, diploma sahibi olduğunu belirtenler ve falanca alanda makam, unvan sahibi olup da, uzman olanlardır. Onlar şimdi nerede? Ne zaman ve gerçek anlamda onlar uyanacaktır? Yoksa onlar dahi, tarihsel anlamda uyutulduklarının farkında değiller mi?


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002