Ata öldü. İçkili, uyuşturucu kullanmış bir halde, cebinde üç kuruş, bir otel odasında, ölü bulundu. Ölümü, onun sırtından Türk Milleti’nin ahlâkını bozmaya azmetmiş olan Soroz beslemesi basın organlarının iştahını yeniden kabarttı. Zaten, onun şahsında ”Ata” adı yeterince kirletilmişti. Belki başka değerler de, bu vesileyle kirletilebilirdi. Beklenen oldu. Şehitlik gibi mukaddes bir kavram kirletilmekten nasibini aldı. Analık kavramını beş para eden bir cadaloz, oğlunu şehit ilan ediverdi.
Anne sütü, analık, kaynanalık, gelinlik, damatlık kavramları yeterince zedelenmişken, toprağın altında sıradağlar gibi bu toprak uğruna, din-ü devlet ve millet için canının veren şühedânın kemikleri sızlatıldı. Sütü bozuk cinsinden büyük kalemler, ekran kuşları, günlerce, saatlerce salyalarını akıttılar. Millet, ibretle bunları gördü, kaydetti. Aynı furyadan, “Bayrak” da nasibini aldı. Allah taksiratını affetsin ama Ata’nın ölümü, sanki bütün mukaddes değerleri kirletmeye ant içenlerin meydanı oldu. Cenazesine katılanların içinde saf, zavallı halkım da vardı. “Acaba kimler gelecek, gelin adayı geldi mi, Semra Hanım ne diyecek?” diye sanki bir Cenaze Töreni değil de, Oskar Töreni takip ettiğini düşünen zavallılar..
Bunları, neden konu kapanıp gitmişken yazıyorsun? diyeceksiniz. Galip Erdem Abi, yazma orucunda olduğu sıralarda yaptığı bir sohbette “Türk Milleti’nin düşmanları, büyük ölçüde hedeflerine varmıştır” demişti. Acaba 1990’lı yıllarda yapılan bu tespiti, biz daha yeni mi fark ediyoruz? Cevabımız belki “Hayır”dır ama maalesef, görüş alanımız, hastalığı teşhis ve tedaviye yetecek seviyede net değildir. Kutsal olan ne varsa gözden geçirip, ne kadarına sahip olduğumuza bakmanın tam zamanıdır. En azından yaşadığımız mübarek günler, kendimizle muhasebe için biçilmiş kaftan değil midir? Şeytanların zincire vurulmasından istifade silkinip etrafımıza bakalım istiyorum;
Gittikçe maddi ve manevi değerlerimiz yok oluyor. Maden ruhsatlarımızın yabancılarca yağmalanmasıyla, topraklarımızda yabancılara mülk satışının serbest bırakılmasıyla Anadolu’da üç beş Kıbrıs adası büyüklüğündeki toprağımız yabancıların kontrolüne girmedi mi? Kıbrıs işgalciliği ve Ermeni soykırımcılığı suçlamasıyla tarihimizi çiğnemedik mi? Gayrimüslimleri; Kayseri’de, Van’da, İstanbul’da, Trabzon’da, Hatay’da “Dinler arası Diyalog” teranesiyle halkımıza şirin göstermediler mi? Ne hikmetse, hızla yayılan kiliselere müsamaha gösterilmesine dindar çevrelerden başlanmadı mı? Başı açık sunucu çalıştırmayacağımı söyleyen televizyon kanalları, misyoner papazlarının borazanlığını yapmaya başlamadı mı? İçişleri Bakanlığı eliyle, Yunanistan tarafından tamir ettirilecek diye, Türkiye’deki köhnemiş Rum eserlerinin envanterinin çıkarıldığını bilmiyor muyuz? Bütün bunların amacının, Türk Milletini sadece Hıristiyan yapmak değil, daha kolay sömürebilmek için inançsızlaştırıp, hiçbir manevi değere inanmayan bir sürü oluşturmak olduğunu göremeyecek kadar aptal mıyız?
İktidar sahiplerinin, onların nimetlerinden yararlananların, ellerindeki imkanlar gitmesin diye sessiz kaldıkları bir dönemde, şairin dediği gibi “şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” gerçeğine yaklaştığımızı, haykırmakta geç kalmak üzere olduğumuzu görmüyor muyuz?
Şairin dediği gibi: Kalkın ey ehli vatan! Türk ve Müslüman olduğunu söyleyen ninelerin, dedelerin, torunlarının boyunlarına haç takılıyor. Satılmış basın da bunu abartarak, o zavallının gittiği karanlık yolu göklere çıkararak nasıl vaftiz olunacağının reklamını yapıyor. Bundan yıllarca önce, sadece namus kurtarmak bahanesiyle, İkinci Bahar gibi televizyon dizilerinde işlenen yabancılarla evlilik, bugün yayınlanan onlarca dizi ile meşru gösteriliyor. Dün, Türk Milletini töhmet altında bırakmak, gelecekteki Ermeni, Rum ve Yahudi tezleri için belge oluşturmak için, devlet imkanlarını kullanarak Salkım Hanım’ın Taneleri’ni çeken yapımcı ve zihniyeti, bugün Yabancı Damatlar dizisini çekiyor. Besleme basın da bu diziyi yere göğe sığdıramıyor. Yabancı hayranlığı ve bilhassa Rum ve Ermeni şakşakçılığı akıllara sığmıyor. Evet eskiden Fransız, Amerikan ve İngiliz goygoyculuğu vardı ama usturuplu yapılırdı. Şimdi aleni yapılıyor, hem de Ortodoks damarından dolayı işgali altındaki topraklarda her türlü katliamı yapan, ırza geçen, yakan, yıkan, her türlü sapıklığı gerçekleştiren üç kuruşluk palikaryanın goygoyculuğu. Pamuk Efendi Türklerden rahatsızlığını alenen kusuyor..Yerli yabancı işbirlikçiler İstanbul’un ortasında “Türkler soykırım yaptı” diyorlar. Bölücü örgüt bayraklarının geçit yaptığı yürüyüş karşısında Türk Bayrağını göstermek tahrikçilik oluyor. İşin daha da garibi, bunlara tepki gösteren milletin yiğit sesleri it yerine konuluyor, aşağılanıyor. Hem de icranın önde gelenleri tarafından. Malum Sempozyumun yapılması için hukuku bile çiğniyorlar da hiçbir hukukçu sesini çıkarmıyor. Dün milletimizin kahraman diye omuzlarda taşıdığı kıymetli şahsiyetler, bugün AB uğruna densiz ilan ediliyor; “Otursun oturduğu yerde!” deniyor. Atatürk resimlerinin devlet dairelerinden indirilmesini bir İngiliz Paşası! Emir buyuruyor. AB yolunda büyük başarı kazanılmış gibi gösteriliyor. İmtiyazlı ortaklığı kabul etmedik deniliyor, ama uzlaşmaya varılan ve hükümetin kabul ettiği belgenin içinde bu var. "Ucu açık müzakere, müzakerelerin tam üyelikle sonuçlanmayabileceği, insan hakları ihlali iddiası ile askıya alınabileceği, üyelik günü gelirse, AB' ın hazmetme kapasitesinin dikkate alınacağı, serbest dolaşıma ve tarım ürünlerine kalıcı kısıtlamalar konacağı, ilk kez müzakereleri, Komisyon'un değil Hükümetler arası Konferans'ın yöneteceği, her şey tamamlansa bile üyeliğin Fransa, Hollanda ve Avusturya'da Halkoyuna sunulacağı vb..." maddeler, adı konmamış imtiyazlı ortaklıktan başka bir şey değildir... Bir başka deyişle bütün bu maddeler, Türkiye'nin, müzakereler başlasa bile hiçbir zaman tam üye yapılmayıp kapının önünde bekletileceğini, ama bu arada iliklerine kadar sömürülmeye devam edileceğini, ülkenin AB' ın mandası haline getirileceğini, bu süreçte SEVR' in hayata geçirilerek yurdun parçalanacağını, Rum devletini tüm Kıbrıs'ın meşru devleti olarak tanıyacağını, limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açacağını ve Kıbrıs'ın altın tepsi içinde Rum’a hediye edileceğini zaten öngörmektedir... (Kıbrıs’ın tamamının devleti olarak AB’ne alınan Rumların NATO’nun askeri kanadına alınması tavizi karşısında) AB kapıları açılmış gibi gösteriliyor. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın şahsi teminatı devlet yönetiminde kabul görüyor. Biz bu oyunu sanki bundan seksen sene önce yaşamadık mı?. Ermeni Soykırım iddialarının dünyanın çeşitli meclislerinde peş peşe kabul edilmesi, Büyük Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları benzeri bir durum değil de nedir? Türk Devleti, yarın yalancı ve sahtekar Orhan Pamuk gibilere dava açtığı, ilmi hiçbir temeli olmayan ve kalemini satmış işbirlikçilerin düzenlediği toplantıları durdurduğu için, öbür gün kaşının altında gözü olduğu için aşağılanmaya devam etmeyecek mi? Bu tavizler hangi kazanım uğruna veriliyor? Türk Milletinin fertleri bu alışverişten hiçbir şey kazanmadı. Peki kim kazanıyor? Biz neden kalelerimizi kaybediyoruz?
Bu ahvalde yetişen çocuklarımızın ne kadar Türk ve Müslüman, böyle bir ortamda yönetilen milletimizin ne kadar cumhur olduğunu düşünmek durumundayız. Halkımız gün geçtikçe kan kaybediyor. Dış politikamız ne kadar kan kaybediyor, ekonomimiz ne kadar geriye gidiyorsa kültürümüz ve ahlakımız da en az o kadar hızla çökertiliyor. Biz bu çökertmeye seyirci kalan kurumları elimizle besliyoruz. RTÜK denilen kurum niye vardır? Ahlâkımızı ve mukaddeslerimizi bu kurumları yöneten, Meclisçe seçilen üyeler korumayacaksa kim koruyacaktır? Bu üyeler yeterince sağlam değilse, o zaman onları seçenleri neden seçtiğimizi yeniden düşünmek durumunda değil miyiz?
Bugün olup bitene, mukaddes kavramlarımızın, kurumlarımızın ne durumda olduğuna bakmazsak, yarın elimizde hiçbir mukaddes kalmaz. Kalmıyor, kalmayacak. Hiç olmazsa elimizdekilerin muhasebesini yapalım ve dua edelim. “Ya Rabbi. Yok mu bu karanlık gecenin sabahı? Sen asırlarca adını dört kıtada taşıyan ve bayraktarlığını yapan bu millete acı. Ona akıl, fikir ver. Kıyamete kadar koru. İlahi, hak görünen batılı sen kahrınla cezalandır. Sevdiklerinin yüzü suyu hürmetine bizden yardımını esirgeme. Haksızlık karşısında susanlardan eyleme. Bize güç, kuvvet ver. Ta ki senin adaletini yeniden bütün cihana gösterelim. Bizi devletsizlerden eyleme. Bizi çaresiz bırakma Allah’ım. Senin her şeye gücün yeter” Amin.