Son günlerde dış güçlerin ve işbirlikçi sermayenin denetimindeki yazılı ve görsel medyanın ele aldığı konuları, işleyiş tarzı ve sonuçta kamuoyunda yaratmayı amaçladığı düşünce bakımından iyi izlemek gerekiyor. Bazen bir aylık yayında ele aldığı konuların yüzdesini ve bunu sunuş tarzını iyi irdelediğimizde uzun vadeli amaç ortaya çıkıverir.
Toplum mühendisliği ve sosyal psikoloji, bir millete yönelik psikolojik harekat terimleri yeni sayılır. İnsan psikolojisi, toplum psikolojisi, ulusların karakterleri ve bunun tahlili sonucu ortaya çıkan veriler doğrultusunda yönlendirme teknikleri günümüzde başlı başına bir bilim alanı olmuştur.
Son bir ayı bu açıdan izlediğimizde ortaya neler çıkıyor, bir bakalım. Bilelim ki ortaya çıkan tablo emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin Türkiye’yi götürmek istedikleri noktanın resmidir.
1) Dış destekli, ayrılıkçı Kürt hareketinin kitleselleşmesi, ABD ve AB desteğiyle Türkiye’de devletle muhatap olacak bir meşruiyet kazanması için Türk milletinin psikolojik olarak hazırlanması
Apo yerine Leyla Zana’ya, AB desteğiyle kurdurdukları partisiyle, Diyarbakır Belediye Başkanının AB ve Avrupa Parlamentosuna davet edilmesi, ziyaretde gösterilen itibarla Türkiye Cumhuriyeti’ne muhatap olması süreci başlatılmıştır.
2) İki bin kişilik cemaatiyle Rum Ortodoks Kilisesinin yani Fener’ in başında bulunan adamın topluma bir devlet başkanı ve Türkiye’nin iyiliğini isteyen bir kişi olarak pazarlanması, üstelik Türkiye’nin bu adamın himmetine muhtaç olduğunun özellikle toplumun bilincine iyice yerleştirilmesi
3) Türk milletinde içte ve dıştaki ekonomik, siyasal sorunların AB ve ABD yardımı, arkalaması ve öncülüğü olmadan çözülemeyeceğine dair bir yargı uyandırarak bunu pekiştirmek ve toplumda derin bir özgüven eksikliğine ve sahipsizlik duygusuna yol açmak.
Elbette ki bunun doğal sonucu olarak da AB ve ABD’nin eteğine yapışmaktan başka çarenin kalmadığına inandırmak.
4) Türk silahlı kuvvetlerinin ve bürokrasinin milli unsurlarının, geniş halk kitlelerine toplumun gelişmesinin, inanç ve düşünce özgürlüğünün önündeki engellermiş gibi sunularak, milletle aralarındaki yarılmayı derinleştirmek ve yabancılaştırmak.
5) Türklerin Anadolu’nun asli sahibi olmayıp, bu coğrafyaya yakışmayan barbarlar, uygarlık dışı unsurlar olarak tanıtılması, Anadolu’nun asli unsurlarının azınlıklar olduğunu vurgulayarak, etnik taleplerin ve etnik ayrışmanın halk nazarında da meşruluğuna dair altyapı hazırlamak,
6) Toplumda Kürt -Türk başta olmak üzere, etnik temelli kavgaları ve gerilimi tırmandırarak Türkiye’yi Yugoslavyalaştırmak,
7) Kıbrıs’ta, Ege’de, Kuzey Irak’ta ulusal çıkarlarımızı savunamayan, teslimiyet psikozuna sokarak ve içerde bağımsız bir devlet olmanın en doğal inisiyatiflerini bile kullanamaz hale getirmek,
8) AB bağlamında Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik sindirme, yıldırma kampanyalarıyla pasif savunma sürecine sokarak edilgenleştirmek, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iç ve dış tehditlerdeki tarihi ve yasal görevlerini yapamaz hale getirmek, özgüven ve pisikolojik üstünlük duygusunu yok etmek, Atatürk’ün deyimiyle “zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan” bir geleneğe sahip olma bilincinden uzaklaştırarak kışlaya hapsetmek ve küçük düşürmek, tarihsel misyonunda işleyiş felci yaratmak.
9) Türk toplumunda millet olma, Türklük paydasında birleşmek anlayışı yerine etnik, dinsel, mezhepsel, yöresel, ayrışma ve ortak paydadan uzaklaşma süreci başlatarak merkez kaç etkisini oluşturmak. Vatan ve ulusal bütünlük yerine bölgesel ve yerel bilinci öne çıkarmak, millet olmanın değerlerini yok etmek.
Yukarıda sayılanlara şüphesiz ki başka eklemeler yapılabilir. Ama sokulduğumuz süreç budur. Buna karşı yapılması gerekenler nelerdir? Bu belki bir başka yazıya konu olacak kadar uzundur. Ama şimdilik Haziran 1919’da AMASYA TAMİMİ’ndeki tek cümle yeter:
TÜRK MİLLETİNİ YİNE MİLLETİNİN AZİM VE KARARI KURTARACAKTIR.