Arkeolojik olarak kanıtlanmamış söylencelerde İzmir’in Amazonlar veya Frig kralı Tantalos tarafından kurulduğu söylenmektedir. İzmir’in sahip olduğu ticari ve coğrafi artılar birçok kez yıkılıp yeniden inşa edilmesine yol açmıştır. Bugün ulaşılabilen arkeolojik katman şimdilik IV. bin yılı göstermektedir.
Merhabalar, bu ay ismi güzel kelimesi ile daima aynı cümlede kullanılan Anadolu’nun Ege kıyılarından batı’ya doğru uzanmış kültür ve tarih limanlarından İzmir’deyiz. Coğrafya olarak oldukça geniş bir bölgeye yayılmış şehrin her metrekaresinin tarihini sondajladığınız zaman sizi tahmin edemeyeceğiniz uzaklıklara götürür. Ve ismine değil kitaplar ansiklopediler yazılabilecek kentin her bir ilçesi, bölgesi hatta köyü başlı başına bir yazı konusu olabilecek niteliktedir. Bunun için bu ay İzmir’in savaşlar ve başarılar ile dolu hikâyesini anlatacağım.
Şehirlerin tarihsel gelişimleri ve kimlikleri isimlerinin zaman içinde geçirdikleri değişiklikler ile paraleldir. Bize hangi devirler ve nesilleri yaşadığını anlatan önemli anahtarlardır. Tıpkı İzmir’in Symrna’dan başlayan gelişimi ve yolculuğu gibi.
Arkeolojik olarak kanıtlanmamış söylencelerde İzmir’in Amazonlar veya Frig kralı Tantalos tarafından kurulduğu söylenmektedir. İzmir’in sahip olduğu ticari ve coğrafi artılar birçok kez yıkılıp yeniden inşa edilmesine yol açmıştır. Bugün ulaşılabilen arkeolojik katman şimdilik IV. bin yılı göstermektedir.
İzmir’in ikinci büyü çağı İskender ile başlar M.Ö 334 yılında Persleri yenen İskender ilahi bir işaret aldığına inanarak bugünkü Kadife kale’ye, şehrin asıl sahipleri olan Symrnalılar için kenti tekrar kurar. O zamanki sınırları; Kadife Kaleden bugünkü Basmanaye uzanan günümüzde Hisar camisi ve bayram alanı ile sınırlanan limana doğru olan bölümdür. Bir süre Helenistik ve özgür olarak on üçüncü İon kenti olarak kabul edildi ve Bergama krallığına bağlandı.
Sasani, Emevi ve Arap akınları dört tarafını zorlamaktadır. Etrafındaki birçok bölge devamlı el değiştirmektedir. Yedinci yüzyıla kadar devam eden bu zorluklara tüm imparatorluğu kasıp kavuran ikon kırıcılık akımı da eklenmiştir. Bu akım dinsel inançlar çerçevesinde hiçbir resim heykel tasvir ya da benzer obje kullanılmamasını savunmaktadır. Bununla beraber bütün Bizans sınırlarında olduğu gibi İzmir’de de tüm kiliselerin içerileri ve de eski dönemden kalma tüm antik harabeler heykeller tahrip edilmiş parçalanarak kırılmış ya da toprağa gömülmüştür. Günümüzde toprak altından çıkan paganistik döneme ait heykel ve kabartmalara baktığımızda bu akımın izlerini görebiliriz. Bu da aslında yanlış olarak bilinen Müslümanların Anadolu’ya geldiklerinde her şeyi ağır tahribata uğrattıkları tezini tarihi olarak çürümektedir. Bu kargaşalar İzmir’in gelişimini oldukça etkiledi. Bitmek bilmeyen savaşlar sonunda ticaret kenti kimliği yerini Bizans’ın savaş gemilerini yapan askeri bir kimlik kazandı. Bütün Anadolu’nun kaderini değiştiren 1071 yılından itibaren kapılarını Türkler zorlamaya başladı. Çaka bey’in hâkimiyeti ele alması ile de yeni bir dönem açıldı. 20 yıl kadar süren bu hâkimiyet Selçukluların Çaka Bey ve donanma güçlerinden tedirgin olması neticesinde Çaka Beyin zehirlenmesi ile son buldu. 1317’de sona erecek olan yaklaşık 250 yıllık yeni bir Bizans hâkimiyeti başladı. Fakat bunlar Bizans’ın son yüzyılları idi. Artık dış saldırılara dayanacak gücü kalmamıştı. Türklere karşı yardım için çağırdıkları haçlı ordularının dördüncüsü 1204 yılında dindaşlarını arkadan vururlar ve İstanbul’u fethederler. Başkentlerinden kaçan imparatorlar İznik’e yerleşir. İzmir’de İznik Rum İmparatorluğuna bağlanır. Bağlı olduğu otoriteyi kaybeden şehir başlı başına bir ticaret merkezi halini alır. Bunda en büyük pay dışardan buraya yerleşen ve ticari avantajlar alan Ceneviz ve Venedik kolonileridir. Bu koloniler kendi mahallerini kiliselerini ve okullarını kuracak, Osmanlı tarihi boyunca da ticareti ve parayı ellerinde tutacaklardır. Bizans’tan iyice kopan şehir Aydınoğlu Umur Bey’in idaresi altına girer. Bir süre sonra limanı Haçlı Latinler ele geçirir ve şehri Türkler ile paylaşmaya başlarlar. İktidar değişimleri Timur’un bölgeyi Aydınoğulları’na vermesi ile devam eder ve nihayetinde 1426 yılında Osmanlı hâkimiyeti ile uzun bir süre için son bulur. Fakat ticari üstünlükleri zarar gören ve aleyhine değişen dengeleri tekrar lehine çevirmek isteyen Venedikliler mücadele etmeye başlarlar. Fatih Sultan Mehmet bölgeye müdahale eder, kaleyi yeniden yaptırır ve savunma hatlarını güçlendirir. İzmir artık huzura kavuşmaya başlamıştır. Bunda giderek küçülmesinin ve eski zengin günlerinde olduğu gibi uluslararası liman olma özelliğini sadece Anadolu’dan başkente mal sevkıyatı yapan lokal bir liman olmaya bırakmasının etkisi büyüktür. Artık İzmir kendi halinde küçük bir liman kasabasıdır. Kadife Kale eteklerinde Türkler, kıyıda ise gayrimüslimler ikamet etmektedirler.
Bu sessizlik bir yüzyıl kadar sürer dünya ekonomi ve iktidarlarında olan değişimler sonucunda İzmir’de yeniden hareketlenmeler görünmeye başlar. Ege ve Akdeniz’deki adalar XVII. yy.da artık Osmanlı imparatorluğuna geçmeye başlar, bununla beraber daha güneyde, Asya’nın doğusundan Avrupa’ya uzanan ipek ve baharat taşıyan ticaret yolları eskisi kadar güvenli olmadığı için Erzurum üzerinden Anadolu yollarını kullanmaya başlamıştır. Bütün bunların neticesinde zamanının dünya ticaretini yönlendiren Hollanda, İngiltere gibi sömürgeci ülkeler İzmir gibi batıya açılan limanlarda ticari ataşelikler ve konsolosluklar kurarlar. Bu yeniden yükseliş döneminde Osmanlı ile ilişkileri diğer şehirlere nazaran daha özgür bırakılmıştır. Burada görevlendirilmiş bir kadı, vergi toplayıcı bir voyvoda ve donanmanın başında bulunan bir kaptan-derya bulunmasına rağmen kendi iç ticari işleyişinde bir serbestlik göze çarpmaktadır. O günlerde şehrin görüntüsü ve gelişimi plansız ve hızla büyüyen bir tablo çizer. Önceki yüzyıllarda olduğu gibi Kadife Kale ve eteklerinde Türk mahalleri bulunur, bu mahallelerle iç içe yaşayan Musevi ve Ermeni mahallelerine pek çok farklı halkın yerleşimi birlikte yaşmaya başlamıştır.. Sahil şeridinde ise büyük şirketlerin binaları, depoları, gemilerinin yanaştığı ufak limanlar ile çevrelidir. Bu şirket sahiplerinin evleri de her hangi bir baskın anında denize kaçabilmek için bu binaların üzerindedir. Osmanlı dönemi ile beraber özellikle Kemeraltı yayının üzeri pek çok güzel işlenmiş cami ile donatılmıştır. Camilerin yanı sıra bir Türk ticari geleneği olarak dört bir yanda hanlar kervansaraylar inşa edilmiştir. Ayrıca sabunhane, tuzhane, yağhane gibi atölyeler ile üretim gücü sağlanmış, getirilen hammadde burada işlenerek denizaşırı ticaret güçlendirilmiştir. Tarihinde bir defa daha zirveye çıkmaya başaran İzmir’in önünde bu sefer 1664, 1688 depremleri vardır. Yaklaşık 20.000 kişinin öldüğü kayıtlara geçmiştir. Ve şehir kelimenin tam anlamı ile yerle bir olmuştur. Osmanlı hemen ardından şehri yeni baştan inşa eder. Bu dönemden kalan Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın inşa ettirdiği büyük vezir hanı abidevidir.
Bu dönemde genel görüntüde bir diğer ilgi çekici olan Frenk mahallesidir. Bu bölgede sadece Avrupa’dan gelen büyük tüccarlar yaşamakta ve yerel Osmanlı halkını aralarına karıştırmamaktaydılar. Kendi ibadethaneleri, lokantaları, kulüpleri ile dışarıdaki hayattan tamamen bağımsızdılar. Bu grup ticareti elinde tutan patronların topluluğuydu. Daha sonra hem Osmanlıca Türkçesini hem de yabancı dilleri bilen Osmanlı tebaasından olan gayrimüslimler gelmekteydiler. Dil bilme avantajları sayesinde bu büyük patronlar için çalışırlardı. Türkler de bu şirketlerle baş edebilecek düzeyde olmasa da daha çok Osmanlı içinde varlık gösteren ticari hareketlerde bulunurlardı. Kentin bir diğer önemli sorunu liman kenti olmanın getirdiği salgın hastalıklardı. Bu dönemlerde Frenkler hemen şehir dışına çıkar, hastalarını bırakmak istemeyen Türkler ve Museviler genelde büyük zararlara uğrarlardı. 1676 yılındaki böyle büyük bir veba salgınında 30.000 kişinin öldüğü yazılmıştır.
Ve İzmir yükselmeye devam eder. XVIII. ve XIX. yy.larda artık Asya ile Avrupa arasında bir aracı kent değil, gelişen sanayi devrinin hammadde ihtiyacını Anadolu’dan karşılaması ile kendi ürettiği malı dünyaya pazarlayan bir dünya başkenti olmuştur. Yerli üretimin öne çıkması ile Avrupalı işadamlarının elindeki ticaret hâkimiyeti Osmanlı halkına geçmeye başlamıştır. Fakat tarih artık İmparatorluk için çöküş dönemini göstermekteydi. 1800’lü yıllar başladığı zaman Osmanlı devleti artık İngiltere ve Fransa başta olmak üzere ticari imtiyazlar serbestlikler vererek denetim üretim ve ihracat üzerindeki tüm gücünü kaybetmiştir. Doğal sonucu olarak diğer ticaret kentlerinde olduğu gibi İzmir’de de yabancı nüfus hızla katlanmaya başlamıştır. Artık basın, ticaret, kültür hayatı tamamı ile yabancılara geçmiş, kendi ticaret odaları borsaları gazeteleri ve bankaları ardı ardına kurulmaya başlamıştır. Türk nüfus bütün bunların dışında kalır. 1856 yılında yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi ile beraber 15.000 kişilik yabancı yaşayan sayısı 1880 de 50.000 olarak kayıtlara geçer. Şehirde 20 değişik ülkeden tüccarların evleri bulunmaktadır. Bu ülkelerin 17 tanesinin de konsolosluğu açılmıştır. Sanayi hızla gelişmeye devam eder. Özellikle İngilizler başta pamuk dokuma olmak üzere pek çok fabrika açarlar. İşçi yetersizliği yüzünden Sakız gibi yakın adalardan Rumlar bölgeye getirilir ve şehrin tepelerinde gecekondu diyebileceğimiz mahalleler kurmaya başlarlar.
Bu baş döndürücü değişikler karşısında Osmanlı devleti yeniden gücünü göstermek için karşılık olarak resmi binalar inşa etmeye başlar. Bugünkü Konak meydanına eski Kâtipoğlu konağının bulunduğu yere hükümet konağını 1872’de açar. Sarıkışla binası kışla olarak hizmete girer. Sultan II. Abdülhamit, tahta çıkışının 25. yılı anısına 19012de saat kulesini yaptırır. İzmir’i Türkleştirme k için ilk sivil çabalar 1868 yılında ilk Türkçe gazete olan Aydın gazetesinin çıkarılması ile somut bir hal alır. 1908 yılında ikinci meşrutiyetin ilanına kadar Türkçe gazetelerin sayısında artış görülür. Ayrıca ikinci meşrutiyet milli iktisat hareketini de beraberinde getirmiş İzmir’de de ticaret hayatında ulusalcılık akımlar esmeye başlamıştır. Yerli yatırımcılar ve çalışanlar desteklenmiş kooperatiflerinin kurulması sağlanmıştır. Böylece Türk ulusal bir burjuva tabakası yaratılmaya çalışılmaktaydı. Bu gruplar daha sonra milli mücadelemizde de ağırlıklarını koyacaklar ve önemli bir yere sahip olacaklardır. Bu tarihlerde özellikle Rumlar ve Türkler arasında bitmek bilmeyen çekişmeler yaşanacaktır. Bu çabalar ve İzmir’in parlak hareketli hayatı birinci dünya savaşının kaybedilmesi ile son bulur artık bölgenin Yunan egemenliğine verilmesi öngörülmektedir. Etraftaki adalardan Rum nüfus getirilerek 150.000 olan sayı 500.000’lere Rumların lehine çekilmeye başlanmıştır. Bir zamanlar ticaret yapan ülkelerin donanmaları artık işgal için İzmir limanının önünde beklemektedirler. İzmir’in işgali tüm Ege için milli başkaldırının başlangıcı olur. Ve Türk halkı her şeyi ile kazanana kadar savaşmaya başlar. Müdafaa-ı hukuk, kuvayı milliye kavramları burada can bulmaya başlar. İzmir'in işgali ve bu işgalden kurtuluşun Türkiye'nin siyasi tarihi açısından çok önemli sonuçları olmuş, İzmir'in kurtuluşuyla birlikte; Monarşik ve çok uluslu bir İmparatorluktan, Ulusal, Laik ve Modern bir Cumhuriyet'e geçişin kapıları ardına kadar açılmıştır. 30 Ağustos 1922 de Türk kuvvetlerinin İzmir’e doğru ilerlemesi ile şehirdeki yabancıların hepsi rıhtımdan gemilere binip gitmişlerdir. Ardından çıkan yangında ise İzmir’in 3’te 1’i yanarak yok olmuştur. Kurtuluş savaşını kazanmanın gururunun hemen ardından kendini tamamen boşalmış yanmış ve harap edilmiş olarak bulur şehir. Mustafa Kemal Atatürk’ün topladığı İzmir iktisadi kongresinde bu durum ele alınır. Ve hızla eski haline getirilmesi için çalışmalara başlanır. Artık üretim ve ticaret Türk elinden dünyaya sunulmaya başlanmıştır. Bu amaçla ilk İzmir fuarı 1923 yılında kongre sırasında kurulur. Daha sonra yeri büyük yangının olduğu Kültürpark alanına taşınır. Yeni yerli sermaye bankalar ve fabrikalar açılmaya başlanır. İzmir ve Ege'nin ticaretten sanayiye dönüşümü, 1945'de II. Dünya Savaşından sonradır. 1950 sonrasında Marshall yardımlarıyla tarımda mekanizasyona gidilmesiyle Ege'nin kaderi yeniden çizilmiş, hızlı bir değişim göstererek, özellikle İzmir, tarımsal ticaret ağırlıklı bir kent olmaktan sıyrılıp, sanayi ağırlıklı bir kent olmaya yönelmiştir. 1960'lı yıllarda planlı ekonomik kalkınma döneminde İzmir, hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir. 1970'li yılların ilk yarısı İzmir'de sanayinin hızlanarak, çeşitlendiği bir dönem olmuş, tarım girdili sanayi yapısından sıyrılarak, tarım dışı yani kimya, demir - çelik, otomotiv, kâğıt gibi endüstriye dönüşmüştür. İzmir 1950'li yıllardan itibaren, sanayileşme açısından önemli sıçramalar yapmışsa da, 1980'li yıllardan itibaren devlet tarafından gerçekleştirilen altyapı yatırımlarından yeterince yararlanamayınca, iktisadi açıdan gerilemeye başlamıştır. Ancak iktisadi olarak bu gelişme evrelerinde İzmir köyden kente göç alarak, nüfus ve kentsel yerleşim açısından büyük değişimler yaşamıştır.
Tarihi ve kültürel gezilecek sayısız yere ve turistik değere sahip olan şehir bunları kazanabilmek için çok uzun ve zor dönemler geçirmek zorunda kalmış. Bu kadar arz edilen ve bu kadar çok hâkimiyet değiştiren kent hâlâ güzel ve ayakta olarak konuklarını ağırlamaya devam etmekte.