Cemaat, mezhep, din, ibadethane, kilise, tarikatlar, tekke ve zaviyeler tartışıla tartışıla artık sıradan mevzular olmuş herkes bu kavramlara “hoşgörü” ile sarılmaya başladığı sırada dipten beklenen dalga umulanın aksine kendi aydınlarını başköşeye oturttu.
Artık her yerde onlar vardı. Evimizin baş köşesi televizyonda, gazetelerin köşe başlarından sırnaşık sarmaşık misâli etrafı sardılar.
1910’lu yıllarda Galatasaray Lisesinde öğrencilerin gıpta ve takdirle örnek alarak seyrettiği Nejat Rüştü’nün en önemli vasfı çevresindeki arkadaşlarınca çok sevilmesinden başka ateşli, meraklı, heyecanlı ve öğrenmeye hevesli bir milliyetçi oluşu idi. Arkadaşları ona Toto Nejat derlerdi. Toto Nejat daha Galatasaray Lisesinde ortaokul sıralarında edebi dergi ve siyasi gazete çıkarmıştı. Koyu bir Türk milliyetçisi idi. Orta son sınıfta mert ve ateşli yaratılışı hayatının akışını bozdu. Fransa’dan o yıllarda gelmiş olan Riyaziye hocası Monténgerand, ders sırasında Türkler aleyhinde bazı sözler sarf etmiş, öğrenciler derhal tepki göstermişler. Şehzadegân sınıfına devam eden öğrencilere dahi çok sert davranan ve Türkler aleyhinde sözler sarf etmek alışkanlığına devam eden hocalarca bu çok normal ve tepki alınmayan bir davranıştı. Ama bu sefer şiddetli bir münakaşa başlamıştı. Bütün sınıf dersi terk etmiş ve grev başlatmışlardı. İş idareye yansımış, Fransız hoca çocukları şikâyet etmişti. Müdür Hasan Tahsin soruşturma açar fakat direnmenin gerçek tahrikçileri tespit edilemez. Öğrenciler sıkı bir cephe halinde kendilerini savunurlar ve hareketin direnişçilerini müdüre bildirmezler. Lise müdürü garip ve sert bir karar alarak, kura ile adları saptanacak üç öğrencinin, diğerlerine ders olsun diye okuldan uzaklaştırılması yoluna gider. Aksi tesadüf kura Toto Nejat’a da isabet eder. Nejat, Galatasaray’dan çok sevdiği okulundan kesin olarak uzaklaştırılır. O günden sonra Nejat’ı çevresinden hiç kimse görmez, gün günden solarak menenjite yakalanır ve çok genç yaşta Hakk’a yürür.
İşte Türkiye Cumhuriyetini sessizce köşesinde ölmeyi bilerek, uğradığı haksızlığı reklâm aracı ve mağduriyet malzemesi yapmayan o günün gençleri ileriki yılların devlet adamları, bürokratları, meslek memurları 2000’li yıllara kadar getirdi. Henüz 1980’li yıllarda “vizyonsuz dinozorlar” ilân edildiklerinde hiç biri sesini çıkarmadı. Gücü yettiğince, elinden geldiğince devlete ve millete hizmet etmeyi sürdürdüler. İlân edenlerin ve onların yağdanlıklarının ise vizyonları vardı. Çok geniş idi bu vizyonlar.
İçinde federasyonlar, eyaletler vardı. Ağabey “Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılın derken” kardeş “Rum Patriği Bartholomes’a saygı göstermek gerekir, o bir cemaatin başıdır. Kiliseler açılabilir, buna engel olmak için bir neden yok” diyebiliyordu. Hatta daha ileri giderek mezheplerin ayrı ayrı şer’i mahkemeleri olması gerektiği temsilcileri vasıtası ile medyada tartışılmaya başlanmıştı bile.
Cemaat, mezhep, din, ibadethane, kilise, tarikatlar, tekke ve zaviyeler tartışıla tartışıla artık sıradan mevzular olmuş herkes bu kavramlara “hoşgörü” ile sarılmaya başladığı sırada dipten beklenen dalga umulanın aksine kendi aydınlarını başköşeye oturttu.
Artık her yerde onlar vardı. Evimizin baş köşesi televizyonda, gazetelerin köşe başlarından sırnaşık sarmaşık misâli etrafı sardılar. Onlar artık; hamam yanınca kurnanın başına, seyran yapılınca ön arabanın karşısına geçenlerdi. Her iktidarın etrafını aldılar, “ başbakanım, bakanım, milletvekilim, müdürüm” hitapları ile herkesi ayrı ayrı memnun ederken masrafsız zahmetsiz yemenin, içmenin, giyinip sefa sürmenin yolunu bulmuşlardı. Minnetlerini ödemenin tek yolu ise AB-ABD nin mandaterliğine girmekliği halka öğretmekti.
Görevlerinin adı ise Sevr’i ikame ederek, Yeni Osmanlıcılık adı altında eyaletler devleti kurdurmak, bölünmek, parçalanmak, yönetilmek. Bu arada Ermenistan’ı unutmamak, fakr-u zaruret içindeki Ermenistan’a biraz toprak ve maddi kaynak sağlamak amacıyla “tazminat” ödemek için çalışmalar yapmak boyunlarının borcu oldu.
Televizyon programları, münazaralar, seminerler, konferanslar, paneller, toplantılardan Türkiye aleyhine yazılar yazmaktan başlarını kaldırmaya hatta evlerine bile gitmeye fırsatları yok. Yabancı görsel ve yazılı medyada yazılan, çizilen Türkiye Cumhuriyeti toprakları içindeki Kürdistan, Ermenistan haritalarını görmezden gelmek, bizler gibi görüp, protesto edenleri ve lokal kürt ayaklanmaları ile terörizme gösterdiğimiz tepkileri ise “paranoyak” “komplo teorisyeni” olarak suçlamak birinci asil vazifeleri oldu.
Diaspora için hep dışarısının adresini verirlerken aslında onlar diasporanın içimizdeki unsurlarından başka bir şey değil ki!!!!
Telafer’de binlerce Türk ABD ve AB ülkeleri tarafından soykırıma tabii tutulurken “medeniyetler buluşması” başlığında içimizdeki diaspora, Ermeni ve Kürtlere hak ve hürriyet, toprak tanıma gayreti içinde Boğaziçi Üniversitesinde toplanmış çalışıyorlar.
Onlara ne Türklere uygulanan soykırımdan!
Bu durumda bizim bir Toto Nejat’a ve 149 arkadaşına acilen ihtiyacımız var!
En başta benim bu toplam 149 Toto Nejat’ı bulmam lazım!
Bu hususta hepinizin yardımlarını bekliyorum…
Peki Toto Nejat kimdi?
Ailesinin müdavim dişçisi Sürenyan (Transtürk’ün sahibi Fuat Süren’in babası) tarafından adeta büyülenen, bütün ideali Sürenyan Efendi gibi bir dişçi olmak olan ama annesinin baskısı ile Galatasaray Lisesini bitirip Fransa’da siyasal bilimler okuyan Fatin Rüştü Zorlu’nun ağabeyi idi!!!