Vatandaşlık Bahanesi Ardına Gizlenen Türklük Sorunu
İşlevsel devlet örneği olan federal devlette millet yoktur, anayasal vatandaşlık vardır ve egemenliğin kaynağı da budur. Devlet, birbirinden farklı siyasal-ekonomik birimlerin bir araya getirilerek, kamunun ortak yararını sağlamak üzere, “suni” olarak yaratılmıştır. Bir “katalizör” görevi görmektedir. Toplum sadece, farklı yerel birimlerin “mutlak üstünlüğe” dayalı karşılıklı üretim ilişkileri şeklinde bir yapı arzetmektedir. Kamu yararı sağlandığı takdirde bir parçasını teşkil eden bireyin yararının da sağlanacağına dayalıdır.
Daha önceki bir yazımda da yer verdiğim ve kamuoyuna yansıyan Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın Türkiye’de Türklük sorunu olduğu, IMF’nin de Türkiye’de kimlik sorunu çözülmeden ekonomik sorunun çözülemeyeceği şeklindeki ifadeler bugün gerçeğe dönüşmüş, “kuluçka” döneminin ardından “yumurtadan” nurtopu gibi “anayasal vatandaşlık” ve “federasyon” çıkmıştır. Bazı “kerameti kendinden menkul”, “ekran gülü” aydınlar, Anayasa’nın 66. maddesinde düzenlenmiş Türk vatandaşlığının sözde kürt kimliğinin varlığına engel teşkil etmediği, bu sözde kimliğin tanınması gerektiği ve merkezi idarenin yerel idarelere yetkilerini devretmesinde “üniter devlet” bakımından bir sakınca bulunmadığı gibi ipe sapa gelmez açıklamalarda bulunmuştur. Yazımızda, federal devletin ve anayasal vatandaşlığın ne olduğu, bunlara neden ihtiyaç duyulduğu, bu kavramlara ilişkin dünyadaki gelişmeler ve Türk devletinin bu tanımlara neden uymadığı ve uyum sağlayamayacağı ortaya koyulacaktır.
İşlevsel devlet örneği olan federal devlette millet yoktur, anayasal vatandaşlık vardır ve egemenliğin kaynağı da budur. Devlet, birbirinden farklı siyasal-ekonomik birimlerin bir araya getirilerek, kamunun ortak yararını sağlamak üzere, “suni” olarak yaratılmıştır. Bir “katalizör” görevi görmektedir. Toplum sadece, farklı yerel birimlerin “mutlak üstünlüğe” dayalı karşılıklı üretim ilişkileri şeklinde bir yapı arzetmektedir. Kamu yararı sağlandığı takdirde bir parçasını teşkil eden bireyin yararının da sağlanacağına dayalıdır. Örneğin, ABD’nin federal yapısı, ülkeyi işgal eden İngiltere, Fransa ve Hollanda tarafından getirilen yerleşimcilerin oluşturduğu “komünlerin” biraraya gelerek, işgal kuvvetlerine karşı bir kurtuluş savaşı vermelerini müteakip, müşterek bir devlet üzerinde uzlaşmalarıyla ortaya çıkmıştır. Bir millet olmadıkları için de kendilerini ifade ettikleri kimlikleri, benlikleri, ideolojileri bu müşterek devletin anayasası olmuştur. Federal Almanya Cumhuriyeti’nde ise, uzun zaman “ırka ve kana” dayalı vatandaşlıktan, ülkedeki yabancıların ülke ekonomisine katkıları gözönünde tutularak ve yeni işgücü göçü hesaplanarak, anayasal vatandaşlığa geçilmiştir. Yani Almanlar ırkçılıklarını “dizginlemek” için bu yola başvurmuşlardır.
Buna karşın, organik devlet, yapısında tek-millet, tek-devlet sonucu kendiliğinden doğmaktadır. Yani devlet, işlevsel devlette olduğu gibi millet unsurundan ayrı, sadece kamu hizmeti gören bir teşkilat değildir. Canlı bir varlık gibi yaşayan, büyüyen, hayatını idame ettiren ve kendini savunan bir “metafiziksel” kişidir. Böyle bir yapı suni olarak yaratılamaz. Uzun bir süreçte, toplumun kendiliğinden salgıladığı bir varlıktır. Örneğin, Türklerin tarih boyunca çok sayıda devlet kurmuş ve hiç devletsiz kalmamış olmaları, ırki ve doğal bir özellik olarak teşkilatlanma ve devletleşmeye delalet eder. Kudretinin kaynağı dünyevi hayatta millettir. Hürriyet ve mülkiyet ondan kaynaklanır ve onunla birlikte varolur. Aynı zamanda bunlar ile kendisini sınırlandırır. Bu bakımdan işlevsel devlet örneği olan federal devletten ayrılır. Üniter devletin dayandığı temel ilkeler, eşitlik, ölçülülük ile merkezî bir yapı arzetmesi sebebiyle idarenin bütünlüğü, yetki genişliği, kamu hizmetinin genelliği ve yeknesaklığı, kamu hizmetinin etkinliği ve verimliliği ile sürekliliğidir. Federal devletin dayandığı yerellik ve mutlak üstünlük bu ilkelere uyumlu değildir. Bu da toplumsal huzursuzluklara yol açabilecek bir durumdur. Diğer taraftan, sermaye birikimi yetersiz olduğundan siyasetin finansmanın millet tarafından değil küresel sermaye tarafından yapıldığı bir devlette, milletin siyasete müdahale edememesi karşısında millî menfaatleri savunan silahlı kuvvetler sadece devletin biçiminin muhafazasının değil, aynı zamanda milletin ve onu oluşturan bireylerin varlığının da garantisidir. Üniter bir toplumda federalizm demek, bütünlük ve ayniyatlık arzeden yapının suni olarak parçalara bölünmesi olur ki, özellikle etnik ve dinî açıdan, ne teoride ne de uygulamada dünyada bir örneği bulunmamaktadır. Örneğin, Türkiye’de Türklük dışında bir başka kimliği kabul etmek, önce azınlık yaratmak sonra ayrı bir devletin ortaya çıkmasına yol açmak demektir. Kültürel ve siyasal çatışma kaçınılmazdır.
Kavram kargaşasının giderilmesinin ardından son olarak dünyadaki gelişmeler değerlendirildiğinde, yakın geçmişte, merkezi idarenin yetkilerini yerel idarelere devreden AB Anayasası’nın yine AB Üyesi Fransa ve Hollanda tarafından, referandumla reddedildiğine şahit olunmuştur. Tarihteki Türk devletlerini devletten saymayan! sözde aydınlar, Fransa’nın üniter devletin doğduğu ülke olmasına karşın, yerel idarelere merkezi yetkileri devrettiğini ve Türkiye’nin de böyle yapması gerektiğini ifade etmektedirler. Kendileri ya basını takip etmemekte ya da ağır menenjit geçirmektedirler. Hem Fransa’nın, işgal altında tuttuğu Korsika’ya hangi merkezi yetkiyi devrettiğini de merakla soruyorum. Ya da Yunanistan’dan bağımsızlık talep eden Girit’e hangi merkezi yetki devredilmiştir? Peki, PKK’ya “terörist” diyemeyen ve Örgüte hizmet eden yerel idarecilere biz neden yetki devredelim ki?