İnsanların birbirlerine güvenerek yaşamaları istenen bir durumdur. Herhangi bir korku, çekinme ve kuşku duymadan kendine ve başkalarına güvenerek yaşamak ne güzeldir. Kendi güçlerine inanma ve onlara bağlanarak yaşayışına yön verme yürekliliği, kişinin kendi olmasını da sağlar. Toplumsal bağların güçlülüğü, işbirliği, dayanışma ve yardımlaşma ilişkilerini de kolaylaştırır. Kendine ve çevresine güven duyarak yaşamak, kendinden emin olmak, gelecekle ilgili umutlar besleyebilmek, korkusuzca davranabilmek kişi olmanın da göstergesidir.
Bütün duygularda olduğu gibi güven duygusu da çevreye dalga dalga yayılır. Bu dalgadan etkilenenlerin öz güvenleri de artar. Bilgi eksikliği olduğu zaman, duygular yönetimi ele geçirir. Akıllıca davranışların yerini aptalca davranışlar alır. Duyguların sözü her yerde geçerli olmaya başlar.
Dost bir çevrede kendimizi güven içinde hisseder, düşman bir çevrede ise kendimize güven duymaz, tedirginlik içinde can derdine düşer, oradan uzaklaşmak isteriz. Duygularımız dost veya düşman çevrede bulunup bulunmadığımızı bize haber verir. Ara sıra yanıldığımız da olur. Düşman bir çevrede bulunduğumuzda, tehdit edici veya tehlike uyarıcılarının varlığını duygular, alârm zillerini çalarak hemen bulunduğumuz ortamdan kaçıp kurtulmamız gerektiğini emrederler.
Öğrenilmiş çaresizlik denilen yaşantılar sonucunda kendine güvenini kaybeden bir toplumda da “toplumsal güvensizlik” denilen bir tutum yerleşir. Sürekli başarısızlık ve yenilgiler yüzünden toplumun var oluş güvencesini oluşturan toplumsal yaşantı unsurlarına karşı tehdit edici veya tehlike belirtisi gösteren uyarıcı veya bilgilerin algılanması veya düşünülmesi artar ve toplum geleceğini karanlık görmeye başlar. Toplumsal bilinç, ölü zihinlerde yaşamak zorunda kalır. Bütün canlılığını ve sevincini kaybeder. Her şeyden korkma, çekinme ve kuşku davranışları kamuoyunu istilâ eder. Sürekli hayal kırıklığı ve yaşanan hüsran sonucu toplum güvensizlik sarmalının etkisi altına girer. Beklentiler ve umutlar bile hatırlanmaz olur. Toplum sanki belliğini yitirmiş gibi davranmaya başlamıştır artık. Toplumsal bilincin güvendiği dağlara kar yağdığında, toplumun her kesimi bir koyun sürüsüne dönüşür ve toplum teslim bayrağını çeker. Olacak olan şeyin bir an önce olmasını ve gerçekleşmesini beklemeye başlar. Tarihte katliama uğrayan toplumların güvensizlik sarmalındaki yerlerini nasıl aldığını hatırlamak yeter de artar bile…
Toplumsal bilincin gönül saraylarını yabancılar mesken tuttuğunda, güvensizlik sarmalında esen rüzgârlar soğuk ve şiddetlidir. Toplum da kendi kültürel gerçekliği ile yüzleşmekten çekinir ve ürker. Kendi kültürel değerlerinin özünün gerektirdiği sorumluluk ve görevleri üstlenmekten şeytan görmüş gibi kaçmak ister. Artık bir tabansızlar sürüsü ortaya çıkmıştır. Tabansızlarla ne yapılabilir ki… Bir şeyden korkan toplum başka, her şeyden korkan korkak toplum başkadır. Bin korkak, bir yiğit etmez. Toplumsal yılgınlık, aldırmazlık yürekleri sarıp sarmaladığında, güvensizlik sarmalının havuzları dolmaya başlamıştır bile. Korkakların katmerleşmiş yaltaklanma, yağcılık ve dalkavukluk davranışları toplumsal kurumlarda yeşerir. Alçakça yaltaklanmalarla düşmandan sanki merhamet dilenir gibi davranışlar her kesimde gün yüzüne çıkar.
On dokuzuncu yüzyıldan beri milletimizin başına gelen olaylar bu olumsuz duygusal yaşantıların sonucudur. Toplumsal güvene bağlı olarak umut dolu düşüncelerin doğum sancılarını duyacak kulaklar sağırlaşmıştır. Toplumsal olarak algılanan ve anlaşılan güvensizlik sarmalı, eylemsizliği ve başkalarını istismar etmeyi öğütlemiştir. Toplumsal duygular evrenindeki ilişkilerin bağlamı ürkeklik bağlantısının damgası ile damgalanmıştır. Toplumsal yargılar, güvensizlik etiketi taşıyan sözcüklerle verilmeye başlanmıştır. Bu yanlış yargıları tanımlamak isteyenler hep dışlanmıştır. Umut dolu düşünce ve yargılar toplumsal zihinde biçimlenecek yerde toplumsal duygularda renklendirilmiştir.
Toplumsal çekişmeler, didişmeler ve kavgacılık tutumlarıyla bireyler arasındaki düşmanlık duyguları körüklenmiştir. Toplumsal bütünleşme yerini toplumsal ayrışma, çözülme ve dağılmaya bırakmıştır. Toplumsal ve milli iradeyi şaşkına çeviri strateji geliştirenler, güvensizlik sarmalının sponsorluğu ile toplumun her tarafını didik didik ederek yangına körükle gitmeyi hüner sanmışlardır. Böylece toplumsal gerçeklik kendi başının çaresine bakmaya zorlanmış ve güvensizlik kanseri tüm toplumsal dokulara yayılmıştır. Toplum kendi olarak kendisi olmaktan uzaklaştırılmış gibidir. Toplum içindeki en küçük farklılıklar, toplumsal uyuşmazlık nedeni olarak görülmüş, toplumsal güven duygusunun bağları keskin bıçaklarla kesilmeye başlanmıştır. Oysa farklılık ve başkalık başka, uyuşmazlık ve uzlaşmazlık başkadır. Toplumsal bilinci bulanıklaştırıcı güvensizlik duygularının boyutları ve şiddetlerinin oluşturduğu sarmal toplumu hipnotize etmiştir. Bu sarmalın anaforu içinde milli var oluş ve var olma nedenlerimiz tartışılır hale getirilmiştir.
Toplumsal karışıklık ve güvensizlik sarmallarında kaybolmaya yol açacak nedenlerden biri de toplumu yanlış inançlara yönlendirmedir. İkiyüzlülüğü ve yalancılığı içtenlik belirtisi olarak sunma becerisi gösterenler, kendileri kadar mensup oldukları toplumu da
yok oluş sarmalında görmek isteyenlerdir.
Bir toplumun kendi eğitim kurumlarında, yazılı ve görsel basınında, yani her türlü toplumsal ilişkilerde bilgi yerine kanaatler ve duygularla dolu bir yönlendirme yapılırsa, o toplum ne yapsın, nasıl olsun? Bilgi ile bilme ile ikna yolu ile inanmayı niçin birbirine karıştırıyoruz? Bilmem ne kuramını bilme ile ona inanmayı niçin aynı şey sayıyoruz?Sarrafın rolünü turşucu oynarsa, acemiler üstatlık taslarsa, öndekiler yanlış yoldan yürürse, evlatlar atalarının mezarlarını yağmalar ve yağmalatırsa, vatan coğrafya veya toprak olarak anlaşılırsa, şehitler sadece ölüymüş gibi kabul edilirse, kendi diline saygısızlık moda olursa, kendi düşüncelerinin doğruluğuna güvenmeyenler bilim adamlığına soyunursa, yaptığı araştırmadan yeni bir şey, bilinmeyen bir şey veya hocaların istemediği, hoşlanmadığı bir şey ortaya çıkar diye endişelenip korkanlar bilim adamı olursa, o toplumun geleceğinden umut kesilmez mi? Neyimize güvenelim? Sözü her tarafta kol gezerse, güvensizlik sarmalı görevini yapmış sayılacaktır elbette…
Var oluşunun nedenlerini öğrenmesi engellenen bir milletin belleğinden ne hayır beklenir? Uluslar arası ilişkilerde bir millet olma ile herhangi bir millet olmayı ayırt edemeyen bir milletin bilincinden kuşkulanılmaz mı? Çağdaş düşünce yapısı oluşturma bahanesiyle milletin var oluşunu tehdit edici ve tehlikeli uygulamaların uyandırdığı sıkıntıların verdiği güvensizlik yüzünden ölümden korkup haksızlıklara kucak açar hale gelen bir milletten ne beklenir ki… Korkaklık yüzünden haksızlıklara göz yumma tutumunu bu millete öğretenleri bu milletin tanıma, bilme ve öğrenme hakkı yok mu? Millete ne açıklama getirebilen ne tanımlama yapabilenlerle bu millet nereye kadar gidebilir?
Özgürlük sadece hukuki bir terim değildir. Onun ahlaki eylemlerle de ilişkisi vardır. Ne elle tutulabilir, ne gözle görülebilir. Özgürlük şarkıları söyleyenlerin niyetlerini de bir sorgulayalım hele. Varsayımsal varsayımlarla kanıtlanamayan kanıtlarla düşünme alışkanlığı olanların önderliğine bu millet muhtaç değildir. Toplumsal korkular “yeter artık!” “ölümden öte yol yok!” denildiği anda bambaşka bir dünyanın kapısı açılacaktır ve “ Oh be! Dünya varmış!” sözleri tüm evreni kaplayacaktır.” Cesur bir kere, korkak bin kere” ölür sözünü unutmayalım ve kendimize güvenelim artık…