Eğitim kurumları iflas ettirilmiştir. Yaygın ve örgün eğitim mevcut haliyle çok zayıftır. O kadar ki, en az mevcut okullar kadar okullara destek veren, onların sırtından rant kazanan kurslar, dershaneler, etüt merkezleri bulunmaktadır. Millete hizmet makamlarını bir rant aracı olarak gören yöneticiler maalesef bulundukları yerleri laçka etmişlerdir. Kendisini milletine hizmet için adayan insanlarımız çok olsa idi, her babayiğit bir meseleyi ömür boyu kendisine mesele edinir ve mutlaka o meselenin çözümü gerçekleşirdi. Düşününüz, bir meseleye kendisini cidden adamış kaç kişi tanıyorsunuz?
Yazılarımı okuyanlar bilir, her şeyin en kötü tarafına öncelikle bakmaya çalışan, çok karamsar bir yapım var. Bunun yanında da daima büyük laflar etmek yerine, küçük işler başarmanın önemine inandığım için okuyucularımın dikkatlerini küçük meselelere çekmeye çalışırım. Bugün ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmak benzeri bir durum. Baktığınız zaman iyi tarafını da kötü tarafını da görebilirsiniz. Ancak milletinizin geleceği söz konusu olduğunda daima tedbirli olmak, önce en zor şartları ve çözüm yollarını tesbit edebilmek ve uzağı düşünmek zorundasınız. Maalesef böyle geleceğe dönük araştırmalar Türkiyede yapılamıyor. Yapılanlar siyasi maksatlarla yapılıyor ve kalıcı kurumlar olamıyorlar. Bu yüzden biz Türkler gelecekle ilgili endişelerimizi yazıyoruz. Anlı şanlı kurumlar ve üniversiteler değil ferdi gayretlerle başarmak zorundayız. Fertler ölür ama millet yaşar. Yaşamalıdır.
Yıl boyunca ve geçtiğimiz zaferler ayında, geçmiş ve gelecekteki zaferlerimizi değil, müstakbel yenilgilerimizi tartıştık. Göğsümüzü kabartan levhaları bize gösteren kurumların aczini gördük. Bizi yönetenler kapalı kapılar arkasında imzaladıkları belgelerden söz etmeden bize zafer nutukları attılar. En sonunda da baklayı ağızlarından çıkardılar. "Kürt Meselesi". Sanki Türk Milletinin böyle bir meselesi varmış gibi. Elbette Türk Milletinin çok önemli bir meselesi vardır. Bazı bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız eğitimsizdir. Bundan kaynaklanan bir cehalet vardır. Her şeyi devletten bekleme, çalışmadan para kazanma, hatta armut piş, ağzıma düş yanlış zihniyeti yayılmıştır. Hiçbir işi, ekmeği, eğitimi olmayan, bırakın başkasına, kendisine dahi bakamayan bir kısım insanlar onlarca çocuk yapıp, arkasından ellerini göğe açıp "Allah verdi!" demektedir. Bu mesele ise "Kürt Meselesi" değil, "Eğitim Meselesi"dir. Sadece Kürtler için değil toplumun tamamı için geçerlidir. Eğitim kurumları iflas ettirilmiştir. Yaygın ve örgün eğitim mevcut haliyle çok zayıftır. O kadar ki, en az mevcut okullar kadar okullara destek veren, onların sırtından rant kazanan kurslar, dershaneler, etüt merkezleri bulunmaktadır. Millete hizmet makamlarını bir rant aracı olarak gören yöneticiler maalesef bulundukları yerleri laçka etmişlerdir. Kendisini milletine hizmet için adayan insanlarımız çok olsa idi, her babayiğit bir meseleyi ömür boyu kendisine mesele edinir ve mutlaka o meselenin çözümü gerçekleşirdi. Düşününüz, bir meseleye kendisini cidden adamış kaç kişi tanıyorsunuz? Milli Eğitim meselesi hepimizin meselesidir.
Geçenlerde Anadolu Lisesine kızımın kaydını yaptırmaya gitmiştim. Okulda idareciler vardı, ama bir de hazır ve nazır bekleyen taşımacılar, okul elbiseleri satanlar, dershaneciler vardı. Soygun düzeninin bu kadarı fazla! Bir nevi soygun düzeni yani. Okul öncesinden, üniversite sonrasına kadar binlerce okulumuz, onbinlerce dershanemiz var ama eğitimimiz yok! Yine sokaklarımızda işsizler, fakirler, yerlere tükürenler, açlıktan nefesi kokarken sigara içenler var. Yine belediye otobüslerimiz banyo yapmasını bilmeyenler yüzünden kokmaya devam ediyor. Bana bir yetki verseler, bütün dershane ve kursları (bütün ilköğretim, lise, üniversite ve meslek okullarına hazırlık kurs ve dershanelerini) kapatır, sahiplerinden bunların yerine herhangi bir meseleyi araştıran ve çözüm yollarını öğreten dershane veya okullar kurmalarını isterdim.
Evet binlerce Kız Meslek Lisemiz var ama kızlarımıza nasıl giyinileceği, nasıl zarif olunacağı, nasıl sağlıklı olunacağı, nasıl yemek yenileceği, nasıl oturulup kalkılacağı, misafir ağırlanacağı, toplantılarda, davetlerde nasıl davranılacağı, nasıl çocuk yetiştirileceği, kitap okunacağı, bilmediği bir konuda iki satır kelamı nasıl edeceği… Öğretilmiyor, öğretilemiyor. Çünkü öğretmenlerimiz eğitimsiz. Çünkü binlerce yılın tecrübesini aktaran sözlü kültür öldü. Yazılı kültüre de aşina olamadan yaşlılarla gençlerin arasındaki bağ yıkıldı. Anne ve babaların çalışıyor olması, çocuklarımızı yabancı kültürlere, televizyonun yıkıcı etkisine tamamen açık bıraktı. Seyrettikleri çizgi filmler, kimin eli kimin cebinde belli olmayan diziler, dikizcilik, teşhircilik, pornografi, yabancı müzik, yabancı modalar, ne yazık ki onların müstakbel kültürünün temelini oluşturuyor. Ondan sonra da ortaya elbisesinin altından giydiği iç çamaşırı gözüken, kokudan yanına yaklaşılmayan, zarafetten eser kalmamış genç kızlar çıkıyor! . Peki Kız Meslek Liseleri ne yapıyor? Ciddi otuz öğretmenin çekip çevirebileceği bir okulun, yüz tane öğretmeni var, çok hacimli ama ücra okullarda ise öğretmen eksikliği yaşanıyor. Müfredatları uygun mu? Okulların gittikçe daha zarif insanlar yetiştirmesi gerekirken tersi oluyor! Türk modası neden gelişmiyor? Türk mutfağı neden tanınmıyor? Kız Meslek Liselerindeki her öğrenci farklı bir Türk yemeğini, annesinden, nenesinden veya bilenlerden soruşturarak öğrenmeye, kayıt altına almaya ve yazdıklarını uygulamalı olarak göstermeye mecbur bırakılsaydı, binlerce yemeğimizin yer aldığı ansiklopedilerimiz ortaya çıkmaz mıydı?
Milli Eğitim Bakanlığınca okullarda her yaz sınıfta kimse bırakılmasın diye peşinen emir vererek sınavlar açar veya giren herkesin geçirildiği göstermelik sınavlar yapılır. Bu, Türk Milletine ihanet değil midir? Cezaevlerinin çıkarılan af yasalarıyla sık sık boşaltılması nasıl ihanetse bu da öyledir. Bir toplumda mükafat ve ceza sistemi çalışmıyorsa, suçlu ile suçsuz, haklı ile haksız, çalışan ile çalışmayan, hak eden ile hak etmeyen belli olmuyorsa, adalet duygusu ölmüş ise, o toplum sefil bir toplumdur. Sadece bu göstermelik sınavlar bile eğitimin çöktüğünün delilidir. Büyük şehirlerimizde yaşanan bu eğitim faciasının küçük yerleşim merkezlerinde ve mesele var denilen bölgelerde ne halde olduğunu size bırakıyorum.
Yanında dört bin koruma ile sorun var dediği bölgelere gidip dört yüz kişiye konuşma yapan büyüklerimiz dönüp keşke bu meselelere baksalardı. Meseleler, büyük görünen küçük adamlarca, satılık kalemlerce gerdan kırılarak şişirilen, büyütülen, kanatılan meseleler olmaktan çıkardı. Sadece bu mesele değil, ana milli meselelerin hay huyunda gözden kaçan yüzlerce-binlerce küçük meseleyi birileri dert edinmiş olsa idi hiç bir meselemiz kalmazdı!
Türkiye'mizi bugün köşeye sıkıştırmaya çalıştıkları ve özür diletmek, tazminat ödetmek istedikleri Ermeni meselesinde de durum budur. İddialar ortaya çıktıktan sonra her gün bu konuyla ilgili bir sayfalık metin, araştırma, web sayfası yazılmış, yapılmış olsa idi kütüphanelerce belge sahibi olur, ihtiyaç anında isteyenin gözüne sokardık. Ama ne yazık ki Ermenilerin yalanları her dilde çok güçlü bir şekilde savunulurken biz bize yapılan mezalimi anlatmaktan aciziz. Sanal ortamda, internette, Ermenilerin hezeyanlarını aktardıkları Türkçe sitelerinin sayısı, hacmi ve kalitesi maalesef Türklerin hazırladıkları sitelerden daha fazladır. Eğer, her dönemde seçilen milletvekillerinden her biri bir meseleyi ciddi olarak kucaklasa idi çok mesafe alır, bırakın şehirlerimizin, köylerimizin dahi her türlü meselesi çözülmüş olurdu. Bütün mesele gelecek için hazırlıklı olmak, herhangi bir meseleyi dert edinmek, onu kucaklayıp ömrünü buna vakfetmektir. Davalar sahiplerinin omzunda yükselir.
Bu arada sizlere ve AB uğruna takla atanlara bir bilgi vermek istiyorum: AB yürütme organlarından Avrupa Komisyonu'ndaki yolsuzluk ve sahtekarlıkları inceleyip Stern Dergisinde yayınlayan Alman gazeteci Hans-Martin Tillack (1999–2004 arasında Stern'in Brüksel muhabiri), yazılarıyla yine AB'nin kendi bünyesindeki yolsuzluk ve sahtekarlıkları incelemek için kurulan OLAF örgütünü rahatsız eder. Belgelere dayanarak yazdığı kitap yüzünden AB emriyle hareket eden Belçika polisince evine baskın yapılan Tillack, avukat istedi. Talebi reddedildi. On saat tutuklu kaldı. Bilgisayarına, cep telefonlarına, günlüğüne, banka defterlerine, adres defterlerine ve 17 kolilik belgelerine el konuldu. El konulan belgelerin karakola taşınmak istenmesi üzerine tutanak isteyen gazeteci Tillack'a hiç bir belge verilmedi. Polis on saat boyunca kaynaklarını açıklamasını istedi. Tillak kaynaklarını vermedi ama belgelerde bunlar mevcuttu. Stern ve Tillack, bu uygulamadan dolayı AB'nin OLAF örgütünü Hamburg'da mahkemeye verdi. Yargıç, "AB görevlileri dokunulmazlık hakkına sahip olduklarından, OLAF aleyhine açılan dava düşmüştür!" dedikten sonra ekliyordu: "Bu kararla Avrupa Komisyonu'nun aklanmış olduğu sonucu çıkarılmamalıdır." Karar basında "Avrupa Birliğinde basın özgürlüğü öldü" şeklinde yankı buldu. Ancak bunda şaşıracak bir şey yoktu: Çünkü ne Alman ne de başka bir ulusal mahkemenin, AB memurlarını yargılama yetkisi vardı! 8 Nisan 1965 tarihinde kabul edilmiş bir AB protokolüne göre, AB çalışanları, " resmi yetkileri dahilinde yapacakları tüm sözlü ve yazılı eylemlerden dolayı ömür boyu dokunulmazlık hakkına" sahiptiler. Avrupa'da, Statewach ve Liberty adlı insan hakları dernekleri, aşağıdaki gerekçeleri sıralayarak, AB'nin giderek bir polis devleti'ne dönüştüğünü söylüyorlar:
AB Polis Gücü (Europol) kurulmuştur. Europol elemanlarına, yargıya karşı dokunulmazlık hakkı verilmiştir. AB'ye üye ülkelerden herhangi birinde yaşayan bir kişi hakkında tutuklama emri çıkarabilecek ve suçlanan hakkında hiçbir kanıt göstermeden kişinin bir ülkeden bir başkasına geri verilmesini sağlayabilecektir. AB kendi organlarına, istedikleri ülkelerde istedikleri kişilerin postalarını mahkeme kararı olmadan ele geçirme, telefonlarını dinleme yetkisi vermiştir. Herhangi bir ülkedeki tüm sivil karşı koymalar terörizm olarak tanımlanabilecektir. Seçimle gelen milletvekillerinin, Avrupa parlamenterinin AB ortak parası Euro'yu basan merkez bankasını eleştirmeye kalkışması suç sayılacaktır. Brüksel insan haklarından birinin kullanılmasını AB'nin genel çıkarlarına ters düşüyor gerekçesiyle geçici bir süre yasaklayabilecektir.
Bütün Avrupalıların temel özgürlüklerine karşı ciddi bir tehdit oluşturan AB'ye bizi sürükleyen yöneticiler bu kepazelikten ne kadar haberdardır? Amaçları millete hizmet mi, yoksa bu milletin biraz daha posasının çıkarılması mıdır?