Küreselleşmeye Karşı Sembollerimize Sahip Çıkalım:
Mezar taşları tarihimizin ve sanatımızın suskun tanıklarıdır. Tarihi mezarlıklarımız açık hava müzesidir ve dünya mirasıdır. Belediyelerin elinden kurtarılarak tarihi sit alanı ilan ettirilmelidir.
Iraklı Kürtlerin Kerkük’de tarihi mezar taşlarını sökerek yerlerine Kürtçe yazılı taşları koyduklarına dair duyumlar alınmaktadır. Bu bize geçmişte yapılan yanlışlıkları çağrıştırmaktadır.
Gelmiş geçmiş bütün hükümetler, valiler, belediye başkanları, sıkı yönetim komutanları yol açma uğruna ve diğer sebeplerle kültür katliamı yapmışlardır. Her yere medeniyet götüren yol Türkiye’de medeniyet götürmüştür. Bizde bilinen ilk mezarlık katliamı Bursa’da Ahmet Vefik Paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. Delidolu paşamızın kısa süren Paris sefirliği sırasında tanımış olduğu Baron Hausmann’ın yıkımlarından ilham aldığını kitaplar yazmaktadır. Ancak ittihatçılar bu konuda Tanzimatçıları da geçerek tahribatı kudurganlık derecesine vardırmışlardır. Vali Rahmi bey İzmir’de yüzlerce dönümlük tarihi Uluyol mezarlığını yok edip bir de bununla övünmüstür. Yaklaşık 1000 yıllık bir arşiv olan bu büyük mezarlıktan arta kalan son parseli de rahmetli Gazi Paşamızın Agora kazılarını başlatmak için 1927 yılında kaldırttığını arkeologlarımız iftiharla söylemektedirler. Maalesef, arkeologların bazıları Anadolu’daki Türk dönemi kültür mirasının düşmanı gibidirler. Gazi Paşa’mız bir gaflete düşmüş olmalıdır, bugünleri görseydi büyük pişmanlık duyardı.
Şimdi İzmir’in tarihi Türk mezarlığı yoktur. Yalnızca Basmane semtinde Emir Sultan olarak bilinen çok küçük bir mezarlık vardır, bu mezarlık belediye ve İzmir Araştırmaları Enstitüsü tarafından incelenmiş, mezar taşlarının 700 yıl öncesine kadar tarihlendiği anlaşılmıştır. Kurtulabilen diğer sanatlı taşlar da İzmir’in tarihi camilerinin hazirelerinde bulunmaktadır. Emir Sultan haziresi ise şimdi kaderine terk edilmiştir, buradaki taşları halkın şamanlıktan kalma alışkanlıkla türbeye bağladığı çaputlar korumaktadır. (Malazgirt’ten kısa bir süre sonra Türkmen atlılarının Çesme kıyılarına ulaştıkları ve Çaka Bey’in ilk Türk donanmasını kurduğu biliniyor; peki bu öncülerin mezar taşlarına ne oldu? ) 1928 yılında da Afyon mezarlığı kaldırılmıştır. Bu büyük arşivden geriye kalan az sayıda Türkmen mezar taşı şimdi Afyon müzesindedir ve İslam öncesi Türk sanatının izlerini halen taşımak bakımından çok önemlidir.(İlerde Ege’de İyonya Cumhuriyeti kurulacağına göre Türkmen mezar taşlarına ne gerek var değil mi?)
Kendilerini muhafazakâr ve mukaddesatçı olarak tanıtan kesim de kültür ve tarih kıyımında ne kadar yaman olduklarını 1994’teki belediye seçimlerinden sonra uygulamalarıyla ispatlamışlardır. İstanbul Belediyesi tarihi Karacaahmet mezarlığını çirkin bir taş paravanla çevirip halktan kopartmıştır.
Çiçekçi’de yol ortasında kalmış olan Osmanlı Askeri Bürokrasi’sine ait olan taşları da diğerleri gibi söküp yerlerini satarak mukaddesattan ne anladıklarını pek güzel göstermişlerdir. Bu olayda basından pek az ses çıkmıstır, herhalde Menderes dönemindeki yıkımlar sırasında da basın böyle yapmıştı. Sonuçta: Yahya Kemal iyi ki bu günleri görmedi, çünkü artık “Biz ölülerimizle yaşarız” diyemeyecekti. Ve bundan böyle yetişen nesiller “Balbaldan Şahideye” Türk mezar taşı geleneğinin İslami formlarının güzelliğini bilemeyecek, çünkü onları görmeyecek, satılık tarih var, yok mu alan? Bizim gördüklerimiz yalnız İstanbul’daki kıyımdır, Anadolu’da olanları bilmiyoruz. Aynı tarihlerde; bazı Alevi dernekleri, iddia uğruna bu yer bize aittir, mahkeme kararımız var diyerek Karaca Ahmet Sultan türbesinin haziresindeki şahideleri söküp güzelim türbenin dibine kiliseye benzeyen çirkin bir cemevi inşa ettiler (Alevi dostlar da lütfen gücenmesinler). Yok ettikleri taşlar büyük bir ihtimalle Bektaşi ileri gelenlerine ait olmalıydılar ve eğer öyle idiyse, Sultan II. Mahmut’tan sonraki ikinci büyük zulmü yaşadılar. Dileriz bir gün Karaca Ahmet Sultanı incittiklerinin ve mukaddesatçı İstanbul Belediyesi gibi kabir düşmanı Vahabi zihniyetine hizmet ettiklerinin farkına varırlar.(Bugün için Türkiye’deki tek arkeolojik sit alanı ilan edilen Osmanlı mezarlığı İzmir’in Foça ilçesindedir, iki dönem önceki SHP’li Belediye Başkanı Hasan Dirim’in gayreti ile gerçekleştirilmiştir ).
Oryantalistlere göre Türk mezarlıkları hüzünlü yerler değildir, sağa sola eğilmiş mezar taşları sanki tatlı bir sohbete dalmış gibidir, onların tarihi mezarlıklarımıza olan hayranlık ifadeleri kitaplar dolusudur. Türkolog dostumuz Jean Paul Roux İslamiyetin ölülerin vakit geçirmeden ve tören yapılmadan yazısız bir taşın altına gömülmesini emrettiğini, ama Türklerin buna aldırmadığını bu yüzden cenaze ve gömüt sanatının Türk egemenliğindeki topraklarda en güzel örneklerini verdiğini yazmaktadır. Osmanlı Rönesans’ı olduğu öne sürülen III. Ahmet döneminde (Lâle devri) Batı’dan gelen Barok ve Rokoko üslupları mermer yontucularımızı da etkilemiş ve ustalarımız bu akımları mahirane bir değişikliğe uğratarak küçücük mezar taşlarına sığdırmışlardır. Avrupalı’nın insanı adeta ezen devâsa Barok’unu sanki yeniden yaratmışlardır. Türk mezar taşında bir kaç plastik değerin bulunduğunu bir türlü anlayamayan bizim Batı’ya fena şartlanmış aydınımız (!) niye heykelimiz yok diye hayıflanır durur. Anlaşılan bu güzellikleri fark edememek için Türk olmak gerekiyor. Dünyanın bütün şehir plancıları, heykeltıraşları ve müzecileri bir araya gelseler ve 100 yıl uğraşsalardı böyle bir açık hava müzesini yaratamazlardı. Bu açık hava müzeleri eğer Fransa’da olsaydı çoktan dünyadaki 8. harika ilan edilirdi. Sanat değerini anlamasak da, bizler için bir şey ifade etmese de (ki gerçek ne yazık ki öyle) arşiv değerlerinin çok önemli olduğunu artık bilmek zorundayız. Grafik sanatçısı Prof. Dr. Zeki Kuşoğlu’nun dediği gibi “Dede bir vatan bıraktı, torun ona bir mezar taşını çok gördü.” Kültür Bakanlığı tarihi mezarlıklarımızı sit alanı ilan ettirmelidir ve defin yasağı koydurmalıdır. Tarihi mezarlıklarımız belediyelerin insafına terk edilmiştir ve tam bir arpalıktır. Antika mezar taşları yollara mıcır olmakta, kireç ocaklarına gönderilmekte ve çalınmaktadır, seyirci kalırsak gelecek nesillere ait emanetler yok olacaktır, suçlu durumda oluruz. Dirimize saygımız olmadığı gibi ölümüze de saygımız yok, bari bir taşçı kalemi ve balyozla o şaheserleri yaratan ustalarımızın emeği ve alınterine saygı duysaydık, ne gezer? Sanayicilerimiz ve entellerimiz Afrodisyas’ı kurtarıyorlar, yüksek sosyete Venedik’i kurtarmakla meşgul, siz hiç Ahlat ve Mardin’deki Selçuklu mezarlıklarını veya Mardin’i ya da Kula’yı kurtarma derneği kurulduğunu duydunuz mu? Hiç değilse biz de gördüğümüz tahribata karşı 2863 sayılı Kültür ve Tabiat varlıklarını koruma kanununa muhalefet edenleri Cumhuriyet Savcılıkları’na ihbar edelim, ne dersiniz? Ben kendi hesabıma ihbar ediyorum da…
NAZAN SEZGİN
sevimnazan@ttnt.net.tr
Kaynaklar
1. Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, Beatrice Saint Laurant
2. Orta Asya, J.P.Roux
3. Türkiye’de Sanatlar ve Zeneatlar,19.yy. sonu, Pretextat Lecomte
4. Rumeli’den İzmir’e Yitik Yaşamların İzinde, İzmir Belediyesi Kitaplığı
5. Ahlat Mezar Taşları, Beyhan Karamağaralı, Sanat Tarihi Dizisi, Kültür Bakanlığı
6. Afyon Yöresi Türkmen Mezar Taşları, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları
7. Mezar Taşları, Zeki Kuşoğlu, Pimapen Yayını