Yaz mevsiminin yaşandığı, sıcakların kavurduğu ülkemizde, tatile çıkanlar ve yurtdışından tatil amacıyla gelen yabancılar görülmektedir. Bu olup biten arasında “tatil” ve “turizm” kavramlarının Türkiye’de yanlış anlaşılan ve birbirine karıştırılan iki husus olduğu gözden kaçırılmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulduğu 1995 yılında dünyada Batı ile Doğu arasında sanayi alanında paylaşıma gidilirken, Türkiye’ye “üçün biri” kalmıştır.
Batı, az maliyetle çok kâr getiren “fikri” ürünlerin üretimini üstlenirken, Doğu ise uzun yıllar boyunca uzmanlaştığı “donanım” üretimini üstlenmiştir. Tabii yazılım olmadan donanım işe yaramayacağından, Batı ekonomik üstünlüğünü sürdürmeye devam etmiştir. Bilgisayar dünyasından örnek verilirse, işletim sistemi üreten Microsoft’un, oyun yazılımı üreten Sierra, Electronic Arts, Activision, Lucas Arts vb. firmaların yıllık ciroları astronomik rakamlara ulaşmaktadır. Mesela, Sierra’nın sırf “Half Life 2” isimli oyundan tam 20 milyon dolar kâr beklediği basında yer almıştır. Anakart, mikro işlemci, ses ve görüntü kartı, CD/DVD oynatıcı üreten ve ağırlıklı olarak Güney Kore ve Tayvan menşeli, LG, Creative Labs, ZIDA, Gigabyte, Avance, Zoltrix vb. firmalar dünya çapında büyük pazar payına sahiptir. Elbette ki, Amerikan Intel, AMD ve NVDIA da büyük pazar payını haizdir ancak Doğuluların ucuz ve kaliteli ürünleri doğal olarak daha çok tercih edilmektedir. Yazılım ve donanımın yanında üçüncü sanayi alanı olan “hizmetler” kapsamında turizm, Türkiye ve diğer “gelişme yolundaki” ülkeler için kalkınma yolu olarak gösterilmiş ve kabul ettirilmiştir. Böylece, Türkiye’de hep hayali kurulan “ağır sanayi hamlesi” sona erdirilmiş, tek sanayi kolu olan “imalatçılık ve montajcılık” da ortadan kaldırılmıştır. Türk ekonomisinin belkemiği KOBİ’ler, borçlandırılmak suretiyle veya kur farkları ya da yüksek faiz ve enflasyon oranlarıyla çökertilmiştir. Peki, bugün Türkiye ne üretmektedir sorusu akla geldiğinde, “yemek ve yatak” diye cevaplamak mümkündür. Eskiden bunlara “havlu” üretimi de dâhildi. Ancak, Asya krizi sonrasındaki devalüasyon ve tek-taraflı serbesti getiren Gümrük Birliği sebebiyle tekstil sanayisinin çökmesiyle birlikte artık havlu bile üretemez hale gelinmiştir.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için ayrıntılı bir girişin ardından, turizm ile tatil arasındaki farkı her yönüyle ortaya koymakta yarar vardır. Öncelikle, bir ülkenin kalkınmasına katkıda bulunabilecek turizm, DTÖ kapsamında ticaretle bağlantılı hizmetler ve hizmetten yararlananlar olarak değerlendirildiğinde, sırf tatil çerçevesinin dışına çıkmaktadır. Turizm ekonomik getirisi olan ve milli gelirin artmasını sağlayan bir “çarpan” görevi görür. Belirli mevsimlerde ve aylarda değil süreklilik arz eder. Sadece sayfiyelere gidilmesi, yatma, dinlenme şeklinde değil, ticari her tür ilişki kurulabilecek şekilde ziyaretleri ihtiva eder. Örneğin, “bavul ticareti” bir turizm örneğidir. Yıllarca Türkiye’nin döviz açığını kapatmakta katkısı olmuştur. Ancak, birtakım “gereksiz” sosyal, siyasi ve hukuki marazalarla bu gelir kapısını kendimiz kapattık. Diğer örnekler HABITAT toplantısı, NATO zirvesi, Avrupa Basketbol Şampiyonası ve Şampiyonlar Ligi final maçı gibi milletlerarası tertipler dolayısıyla Türkiye’ye gelen yüz binlerce yabancının bıraktığı döviz şüphesiz milli gelire büyük katkı yapmıştır. Buna karşın, “turizm patlaması” olarak lanse edilen ve çoğu işçi, memur, kasiyer vb. orta ve düşük gelirli Avrupalıların tatillerini geçirmek üzere ülkemize gelmeleri aslında turizm sayılamayacaktır. Zira az evvel de zikredildiği üzere bunların gelir seviyesinin düşük olması, turist çekmek amacıyla yapılan indirimler, “her şey dâhil“ tatil köyü tarzı konaklama döviz gelirlerini asgari düzeyde tutmaktadır. Yurda gelen yabancı sayısıyla, elde edilen gelir miktarı birbiriyle orantısız kalmaktadır. Diğer taraftan, “otelleşme” beraberinde arsa ve para paylaşım kavgasını yani, “mafyayı” getirmektedir. Türkiye’nin sahil şeridinde kendi halinde bir yatırımcının, hiçbir siyasi nüfuzu bulunmadan otel, hatta pansiyon açıp işletmesi mümkün değildir. Otelleşmenin getirdiği diğer bir sorun çevre kirliliğidir. Alelacele inşa edilen bu otellerin ve tatil köylerinin çoğunun alt yapısı bulunmamakta ve atık suları denize verilmektedir. Verimli toprakların heba olması ve görüntü kirliliği de cabasıdır. Ayrı bir dert de, yabancıların ülkemizdeki “fuhuş sektörüne” katkısıdır. Sırf Türk erkekleriyle ilişkiye girmek için ülkemize gelen bir sürü bayan olduğu basında sıkça yer almaktadır. Tabii burada kamuoyunda “Nataşa” olarak bilinen bayanlardan bahsedilmemektedir. Bunlar çoğunlukla turlarla ve yalnız yahut arkadaş grubuyla gelen, denizi ya da dinlenmeyi umursamayan, bar, disko ve otel müdavimi bayanlardır. Bunlar elbette döviz bırakmaktadır. Ancak, bıraktıkları sosyal “tahribat”, dövizlerinden daha büyüktür. Kısacası, yerli veya yabancı bir kişinin, başka bir yerde yatırım yapması yani, cep harçlığını boyutunu aşan miktarda para harcaması turizm olarak nitelendirilebilir. Yoksa, ucuzluktan yararlanıp “ense yapma” turizm değildir. Ülke kaynaklarını heba etmektir.