İnsanlar rahatsızlandığı zaman elbette doktora ve hastaneye gider. Çünkü sağlığına çare aramaktadır. Ülkemizde sağlık hizmetleri ise alışageldiğimiz ve bildiğimiz tedavi metotlarına göre yapılanmıştır. Hastasından hekimine, laborantından hemşiresine; eczacısından röntgen merkezine kadar sağlık adına ne varsa, kim varsa bu sisteme göre eğitim almış, bu sistemin kuralları çerçevesinde sağlık hizmeti vermeye yönelik yetişmiştir. Biz de doktor olarak bu sistemin içindeyiz.
Dolayısıyla batıda ve ülkemizde, insanlar ister istemez bu yöntemle rahatsızlıklarına çare ararlar. Özellikle bizim insanımızın çoğunlukla başka tedavi yöntemlerinden haberi bile yoktur. Çünkü Batıda halkın yüzde 40’a varan kesimi sağlıkta farklı yöntemlerden haberdardır. Dolayısıyla önce o yöntemlerden yararlanmak ister. Ama bizde bu oran yüzde 5 bile değildir.
Halkımızın diğer sorunlardan başını kaldırıp da bu konuda araştırma yapacak durumu bile yoktur.
Zaten istese de ayrıntılı bilgi alabilecek kaynak da bulamaz. Kaldı ki böyle bir araştırmaya gereksinim duyan da yoktur. Bilmeyen bir insan neyi araştıracaktır? Kendisine:
“Hasta mısın? İşte ilaç işte doktor. Daha ne istiyorsun ki?” denilecektir.
Dolayısıyla her konuda hemen her türlü hizmetin, her türlü yöntemin alternatifi araştırılıp geliştirildiği halde, bu iletişim çağında maalesef sağlık konusunda insanlar sadece Batı tıbbının tedavi yöntemleriyle tedavi olmaya adeta mecburdur.
Oysa dünya var olalıdan beri, insanlar hastalıklarına binlerce çeşit tedavi yöntemi geliştirmişlerdir. Bitkisel tedaviler, masajlar, biyoenerji, ayurveda, yoga, Alexander Tekniği vb olduğu gibi, akupunktur da bir tedavi yöntemidir. Bugün kullanılan modern tıp da elbette bir tedavi yöntemidir.
Ancak bu modern tedavi yöntemi, diğer yöntemleri yok saydığı veya onlara yaşama hakkı tanımadığı zaman sorun başlıyor. Hem kendini birçok konuda çıkmaza sokuyor, hem insanların sağlığına diğer yollardan kavuşma ihtimalinin önüne geçmiş oluyor. Öyle olunca da, insanlar özellikle kronik tür ve sendrom türü rahatsızlıklarda modern tıbbın imkanlarıyla istenilen sonucu elde edemedikleri halde, yıllarca faydasız iğne ilaç denemek zorunda kalıyorlar. Bu ise hem onca masrafa sebep oluyor. Hem hastayı yan etkisiyle daha da kötüleştirebiliyor. Daha da önemlisi hastasına çözüm bulamayan doktoru da karamsarlığa itiyor.
Oysa bu gibi durumlarda alternatif tedavilerden de yararlanıldığında hem onca lüzumsuz masrafa gerek kalmıyor. Hem hasta yıllarca ağrı sızı içinde yaşamaktan kurtuluyor, hem doktor bu tür çaresizliğin içinde kalmamış oluyor.
Ama ne enteresandır ki, kişi rahatsızlıklarına yıllardan beri her türlü ilacı ve tedaviyi denediği halde netice alamasa, geçmeyen bu rahatsızlığı sebebiyle örneğin akupunktura gitmek istese, kendisine sağlık güvencesi veren kuruluşlar o kişiye verdikleri güvence desteğini kesmektedir. Çünkü bugünkü modern tıp, diğer metotların kendisiyle iş birliği yapmasını kabul etmek istemez. Batıda bu kabullenme yavaş yavaş dile gelmeye ve bazı kurum ve kuruluşlar kabul etmeye başlamış olsa da, ülkemizde henüz bu konuda somut bir gelişme yoktur. Dolayısıyla kişinin, ya masrafını sağlık sigortası karşılıyor diye, sonuç alamadığı bilinen tür tedaviye devam etmesi ya da akupunktur tedavi masrafını kendisi karşılayıp, akupunktur veya diğer alternatif yöntemlerden yararlanması gerekiyor. Peki bu kişinin, derdine çare bulamadığı bir sisteme, çare bulma konusunda yardım etmesi amacıyla ödediği primler, bu kişiyi sağlığına kavuşturamayan bir süreç ne anlam ifade eder?