Topluma örnek gösterilen çok kıymetli (!) 5 bin kişimiz ‘tatil’ yapmıyor, kendi öğretisini sergilemeye devam ediyor. Medya da üzerine düşeni yapıyor. Bunun en son örneği olarak, sadece olayın kahramanlarını ilgilendirmesi gereken bir çarpık ilişkiler yumağı, maalesef ortalama satışı 400 bin’in üzerinde olan bir gazetenin son on günde üç defa sürmanşetine girebilmiştir. Bu haberler sırasıyla “Yasak aşk ortaklığı bozdu”, “1 erkek, 3 kadın” ve “İlgi yoksa ihanet var” başlıklarıyla verildi.
Biz burada haber mantığının ve haber değerinin zerresini göremedik.
Apaçık görülen bir şey varsa o da bir “süper dejenerelik” örneğinin hiçbir eleştiri getirilmeden yansıtılmasındaki pervasızlıktı.
Elit zannedilen cahiller
Bize örnek gösterilen hayatların iç yüzünü Wright Mills şöyle açıklıyor: “Gereksiz tüketim, aşırı israf yanında, evlerde, uygun semtlerde otururlar. Oturdukları evler, devam ettikleri dernek ve kulüpler başlıca ayrıcalıklı özellikleri teşkil eder. Devam ettikleri okullar özeldir. Sayfiyeler ve dinlenme yerleri ayrıdır. Seçkin aileler arasında evlilik yaparlar. Böylece iktidar yapısı bu üst sınıfın eline geçer. Yönetimi ellerinde bulundururlar. Akrabalık ilişkileri güçlüdür. Birlikte yerler, birlikte içerler, yönetimi aralarında paylaşırlar, sosyeteyi de ellerinde tutarlar. Ortak av partileri, tenis oyunları yanında Çin lokantalarında yer ve içerler. Kışı İsviçre’de, yazı İspanya’da geçirirler. Yat sefaları, viski, şampanya, astragan kürkleriyle bu yükselen sınıf kendi kendini yetiştirmiş kimseler olarak değil, düzene kendini uydurmuş, (kullanılsın diye) kendini düzene sunmuş kimselerdir.”
Peki neden bütün bir toplum olarak bunu teşhis edemiyoruz? Çünkü temel değerlerimizi korku konusu haline getirdik ve ortak şuurumuzu aşındırdık. Böylece meydana gelen boşluğa, kitle kültürü rahatça aktı.
İlaçları kitle kültürü
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan kitle kültürü hakkında şunları söylüyor: Kitle kültürü öğretir, eğitmez. Manevi değerlerin seri halinde imalatıyla, kopyalarla, zevk ve değerlerden yoksun ürünlerle ve ferdiyete karşı ilgisizliğiyle, o bizleri kişiliksizleşmeye götürür. Temel kültürden farklı olarak kitle kültürü yeknesaklığa eğilimiyle insan hürriyetini daraltır. Çünkü hürriyet yeknesaklığa karşı koymak demektir. Kitle kültürünün belirleyici özelliği manipülasyondur. Bu kültür eğitimle kazanılmış bir kültür değildir. Kitleleşmenin veya kitle yaşantısının mekanik bir aracıdır. Kitle kültürü, bayağı seviyede mit veya jargonlarla belirlendiği takdirde “para aşkı teorisini” gündeme getirmek suretiyle “kişinin ne olduğunu değil ne yaptığını” ele alan yeni bir oluşumdur. Böyle bir ortamda yaşayan kişiler bağımsız ve özgür değillerdir. Kendi seslerini dinleyecekleri yerde kitlelerin peşine takılırlar. Bu yüzden yaratıcılıkları yoktur, bir takım ozalitler, streotipler ve ideolojiler peşinde koşarlar. Her taklit bizi aslından uzaklaştırır. Kitle kültürü bu anlamda kitleleri büyüleyen yeni odak noktaları yaratır ve fertleri peşinden sürükler. Günümüzde okumayan, hatta felsefi anlamda düşünmeyen insan türü giderek ön saflara geçmektedir. Batılı bir şairini de belirttiği gibi, “en derini düşünen, en derini sever” tarzında “derisinin içinde ruhi derinliğini gözleyen” insan tipi yerini günümüzde, kitle iletişim araçlarının oluşturduğu yalınkat, vülgarize olmuş para-gözlü bir yığın kültürüne terk etmiştir...”
Bu kaostan ancak, Türkiye’nin terkibini arama cehdini gösteren, kimlik ifadelerinin arkasına sığınmadan orijinal bir düşünce alanı inşa etme niyetini taşıyan “samimi”lerin birlikteliğiyle çıkabiliriz...