Dün ‘Yaşasın devlet, yıkılsın düzen’ diyen milliyetçileri faşistlikle suçlayan Bülent Ecevit, bugün Türk’ün halini neden böylesine açık ve net bir biçimde ortaya koymak zorunda kalmıştır? (Aynı cümle bir milliyetçinin ağzından çıksa, derhal ‘Kırmızı Kitap’ta yerini alır ve ırkçı örgütlenmenin ivme kazandığından dem vurulurdu.) Yahut dün ‘Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz’ beyanatları veren Süleyman Demirel, bugün neden dolaylı da olsa Ecevit’in Türk’e ilişkin saptamalarına karşı çıkıyor? Ortada çuvala sığmayan bir mızrak mı var dersiniz?
“.. Anadolu Türkü’nü devlet işlerine katmıyor ama, onun dışında (Sen istediğin gibi kahvende veyahut perdede istediğini söyle) diye serbest bırakıyor. Taşra halkının kahvehaneleri, Karagöz’ü ve tuluat böyle. Halk bunlarda her şeyi söylüyor, saray da duymazdan geliyor…” Yukarıdaki sözler, eski başbakanlardan Bülent Ecevit’e ait… (31 Temmuz 2005 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Murat Bardakçı’nın röportajı)
Biz buraya niye aldık!
Bilindiği gibi Ecevit, bir süre önce yaptığı açıklamalarda Vahdettin’in ‘hain’ olmadığını söyledi ve ardından da bir yığın tepki aldı. Aralarında eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in de bulunduğu siyasiler, bilim adamları, tarihçiler, sosyal bilimciler Ecevit’in sözlerine ilişkin yorumlarda bulundular.
Bu yazının amacı ‘Vahdettin’ konusuna girmek değil. İşin o bölümünü tarihçiler, devletin arşiv ve kaynaklarına sahip olanlar bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da aydınlatacaklardır.
Burada kafa yormaya çalışacağımız konu, Ecevit ve Demirel’in siyasal düzlemde düştükleri noktalar ki, o da Türkiye’de ‘güç tanımının’ yeniden yapılandığının işareti. Hatırlarsınız, yakın tarihimizde bir Kemal Derviş olayı vardır. DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti döneminde patlak veren ekonomik krizde kurtarıcı olarak Türkiye’ye getirilmiş, ardından da DSP’nin bölünmesi ile patlak veren olaylara neden olmuştu. Yine o dönemde hatırlarsınız, Ecevit’in AB ve ABD karşısındaki tutumunu bilenler, “Ecevit ulusal bir çizgide olduğu için bu oyun tezgahlandı. DSP birinci partiyken, yüzde bir oy alan parti konumuna getirildi” yorumunu yapmaya başlamıştı.
Ecevit’i o dönemde bile yalnız bırakmayan, kendisine her zaman sahip çıkan ve Karaoğlan’ın ‘ulusalcı’ çizgisine toz kondurmayanların bugünkü durumuna geleceğim…
Şimdi dönelim tartışmanın diğer ucundaki Süleyman Demirel’e… Demirel kuşkusuz ‘siyaset’i kelimenin tam anlamı ile yerine getiren ve zirveye kadar çıkma başarısını gösteren nadir isimlerden biridir. O da Ecevit’in açıklamalarına karşılık olarak Türkiye’de bazı şeylerin yerine oturmasının ‘yüzyılı’ alabileceğine dair laflar etti.
Bize göre işin can alıcı kısmı budur. Şimdi tarih meraklılarının “Ecevit hain dedi”, “Demirel karşı çıktı” vs. gibi sonuç çıkarmayacak tartışmalardan önce, bu durumu bir aydınlığa kavuşturmaları gerekiyor.
Örneğin girişte yazdığımız Ecevit’e ait cümlelerin bugünün Türkiye’sindeki durumu nedir? Türkiye’de Türk’e rağmen Türkçülük yapanların, dine rağmen dincilik yapanların, her iki kesimi kafa kola alıp da yıllar yılı iktidarda kalanların geleceğe dönük ne tür planları vardı?
Düğüm budur. Vahdettin falan filan işin hikayesidir. Herkes bilir ki, bütün durumu Ecevit’in yukarıdaki cümlesine tıpa tıp uyan Anadolu Türklüğü’nün ne Vahdettin ne de Saray’la bir ilişkisi olmuştur…
Ancak, kız verme, din değiştirme, rüşvet, ayak oyunu ve diğer nedenlerle asırlar boyu saray çevresinde bulunanlar bugün yine iktidar sofralarındadır. Dün güçlüyken, muktedirken Ecevit’in dizinin dibinde yer alanlar, bugün güç dengesinin Girit’ten yana döndüğünü kavrayıverenler bir anda Ecevit’e sırt dönmüşlerdir. Bakıyorsunuz, Ecevit’e en çok kafa tutanlar bir dönem dedeleri sarayın baş köşesini tutan isimler… Biliyorlar ki, bugün başka bir saltanat var… Kim takar Vahdettin’i…
Peki dün ‘Yaşasın devlet, yıkılsın düzen’ diyen milliyetçileri faşistlikle suçlayan Bülent Ecevit, bugün Türk’ün halini neden böylesine açık ve net bir biçimde ortaya koymak zorunda kalmıştır? (Aynı cümle bir milliyetçinin ağzından çıksa, derhal ‘Kırmızı Kitap’ta yerini alır ve ırkçı örgütlenmenin ivme kazandığından dem vurulurdu.)
Yahut dün ‘Bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz’ beyanatları veren Süleyman Demirel, bugün neden dolaylı da olsa Ecevit’in Türk’e ilişkin saptamalarına karşı çıkıyor.
Ortada çuvala sığmayan bir mızrak mı var dersiniz?
Şimdi size bilmeceyi çözecek bir ipucu vereyim. Şehir merkezine 60 kilometre mesafede köyler… Okul yok, sağlık ocağı yok, postane yok… Yok oğlu yok… Onlarca Türkmen köyü…
Ve bu köylerden Ecevit’e oy da yok… Hemen hepsi 1980 ihtilaline kadar silme Demirel’e oy veriyor… Hadi yanılmış olayım MHP ve MSP’ye de oy çıkıyor… Hastanın tarifini Ecevit yapıyor, parsayı Demirel topluyor…
Ve o Demirel, daha yüzyıl bazı şeylerin gizli kapaklı kalması istiyor.
Saltanat korkusu mu, asla!
O köylere yüzyıl içinde okul, yol, su götürüleceği vaadi mi, asla!
Peki o köyler birer etnoğrafya müzesine mi dönüştürülecek, hayır!
Nedir o zaman sayın Demirel!!!
Yüzyıl neyi bekleyeceğiz?
Cevabı herkes biliyor, fakat yutkunuyor…
O köylüler ölmemek, sürünmemek için büyük kentlere gelecek… Ecevit’in Mithat Paşa’dan aşırma Köykent projesi tutsaydı belki gelmezlerdi (!)
Kimi Yeşilköy’deki konutlarda kapıcı, kimi birahanelerde erkete, kimi fuhuş bataklığında meze olacak… Yüzyıla kalmayacak her biri ‘saray’ın istediği evsafa kavuşacak. Aralarında ruhuna sahip çıkan bir iki kişi olursa onlar da deli gömleği giyecek… Kervan yürüyecek…
Kim bilir, belki Rahşan Hanım etkeninden dolayı yıllardır süregelen oyun deşifre edildi. Şimdi iki birader rolleri değişti. Bir süre de böyle götürmeyi hesaplıyorlar.
Eğer bu millet hafızasını yitirmediyse, bu iki önemli ismi dikkatle takip etmelidir.
Bu iki önemli ismi ve birinin eteğinden diğerininkine fırdöndü oynayan etnik arızaları…
Benden naçizane bir öneri daha, bu dönemde kim “Türk, Türkçü, Türklük” lafını ağzına lüzumundan fazla alıyorsa ona biraz mesafeli durun… Zira Anadolu uyanıyor ve uyanışın önüne geçmek, suyun yönünü değiştirmek isteyenler yeni yeni oyunlar tezgahlamanın peşindeler… ‘Anayasal vatandaşlık’ ucubesine zemin hazırlanırken, tarihe ilişkin zihin bulanıklığının zemini hazırlanıyor gibi…
Ecevit ve Demirel’i izlemeye devam edin…
12 Eylül ürünü “Karıştır-barıştır” oyunu dönemin gençlerinde değilse de, liderlerinde maya tutmuşa benziyor.
Dün birinin söylediklerini bugün diğeri sahipleniyor…
Ya gerçeği görmek zaman alıyor, ya da gerçeği gizlemek bu kadar basit bir tiyatro içinde kendine yer bulabiliyor…
Haydi hayırlısı…