Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Sağlık Meridyeni

 
Dr. İsmail Maraş

Sağlık kuruluşları ne kadar sağlıklı


Bir tıp fakültesinin, bir aşının sağlıklı olup olmadığını araştıracak donanımı yoksa her bir köşeye bir üniversite açmanın veya diğer bir tabirle sanal büyümenin ne anlamı vardı? Sonra şu sorular takıldı aklıma. Bir tıp fakültesinin bir aşıyı araştırma imkânının olmaması bir yana, böyle bir durumda bu araştırmayı yapacak bir başka üniversiteye gönderip tetkik ettirmek de mi mümkün değildi?

1999’da Edirne Tıp Fakültesinde, dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’a, o günlerde söz konusu olan aşı kampanyası için gelen aşılar hakkında sorulmuştu:
—Aşıyı kullanıp kullanmama konusunda ne yapalım?
Bakanın cevabı gayet bilimseldi:
—Bir araştırma yapılsın, güvenliyse yapılsın.
Heyhat ki üniversitenin o aşının güvenliğini deneyecek imkânının olmadığı ortaya çıktı. Bir hekim olarak bu duruma çok üzüldüm. Bir tıp fakültesinin, bir aşının sağlıklı olup olmadığını araştıracak donanımı yoksa her bir köşeye bir üniversite açmanın veya diğer bir tabirle sanal büyümenin ne anlamı vardı?
Sonra şu sorular takıldı aklıma. Bir tıp fakültesinin bir aşıyı araştırma imkânının olmaması bir yana, böyle bir durumda bu araştırmayı yapacak bir başka üniversiteye gönderip tetkik ettirmek de mi mümkün değildi?
Örneğin Çapa’da, Cerrahpaşa’da, Marmara Tıp Fakültesi’nde veya Ankara’da Hıfzıssıhha’da vb. bu aşıların denenmesi mümkün olamaz mıydı?
Bir başka açıdan bakıldığında, diyelim ki bakanlık hiç araştırmaya gerek duymadan, “Kullanılsın” diye talimat vermiş olsaydı. Fakülte bu talimat üzere, nasıl olsa sorumluluk bakanlıkta düşüncesiyle aşıyı hastalarda kullansaydı. Ardından da, o aşılar sebebiyle bir sarılık salgınıyla karşılaşılsaydı, bu konuda Bakan’ı mesuliyetten kim kurtaracaktı?
Oysa böyle bir durumda, değil Sağlık Bakanlığına sormak, Bakanlık kullanılması üzerine talimat bile verse, bir bilim yuvası olan üniversitenin “Gerekli tetkik yapılmadan kullanılması yönünde rapor veremeyiz” demesi gerekmez miydi?
Oysa bugün ülkede bu tür bir özerklik maalesef tam anlamıyla oluşabilmiş değil. Bunun sebebi aslında çok basit. Hangi kurum olursa olsun, bir kuruma atama yapılırken, şahsın bilgisi, becerisi, kapasitesi ön planda olması gerekirken, siyasi görüşü, akrabalık derecesi vb ön plana çıkmaktadır.
Öyle olunca da, atanılan kişiler de kendilerini atayan makamların atama sebeplerini ön planda tutmaya ve o kriterlere göre icraat yapmaya özen göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, sağlık sisteminin diğer kurum ve kuruluşlara oranla liyakati ön planda tuttuğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen, prosedür gereği, siyasi yapılanmalar ve bürokrasi gereği liyakatli elemanlar da, kendilerini bu çarkın bir dişlisi gibi görmekten kendilerini alamamışlardır. Bir aşının bile kullanıp kullanılmayacağına bakanlık karar vermek durumunda olunca, fakülte de ister istemez bu prosedüre uymak ve sonuç için bakanlığa sormak durumunda kalmıştır. Hiç olmazsa hayati konuları içeren mevzularda, bürokrasi kenara itilmeli, bu yerlere liyakatli insanlar atanmalı ve tabiatıyla bu kurum ve kuruluşların özerkliği sağlanmalıdır. Bir başka önemli husus da, üniversitelerde halkın sağlığına yönelik olmaktan çok, belirli kesimin sağlığına yönelik eğitimler ön plana çıkıyor. Söz gelişi üniversitelerimizde Halk Sağlığı bölümleri var. Parazitoloji bölümleri var. Sağlığın bu bölümlerinde halkın yüzde 80’ini ilgilendiren, parazit, ishal, tetanos, kızamık vb rahatsızlıkla ilgili koruyucu hekimliğe yönelik bilgiler var.
Ama gelin görün ki, sağlığın bu bölümleri ne kimsenin ilgisini çekiyor ne bu bölümler medyada yer bulabiliyor. İşte sıkıntı asıl buradadır. Bu çok önemli. Memlekette yılda binlerce ishal vakası var. Ama bu sahayla ilgili eline mikroskobu alıp da inceleme yapmaya yönelik verilen eğitim oranı ne kadar?
Bir de deniliyor ki, sağlık eğitimi en az on yıla çıkartılmalı. Oysa eğitimin yılı değil, kalitesi, niteliği konusunda bir problem var. Bunu bir örnekle izah etmeye çalışırsak, söz gelimi bir aşçı yetiştirmek üzere mutfağa aldığınız kimseyi, bir yıl çatal kaşıkla, bir yıl tencere tabakla, bir yıl havlu peçete ile oyalayıp durursanız o kimse soğan doğramayı bile öğrenmeden mezun olacaktır. Bu kimse sahaya çıktığında nasıl yemek yapacak, insanların karınlarını nasıl doyuracaktır?


www.marasakupunktur.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002