Sayın Blair ‘gerçek bir hristiyan olarak’ bize ülkesinde kaç terör suçlusunun sığınmacı olarak bulunduğunun yanıtını verebilir mi? Siyasal sığınmacı adı altında, İngiliz topraklarına kapağı atmış, sivil, asker ve polis katillerinin sayısına ilişkin bir istatistik mevcut mudur? Daha yakın zamanda Belçika’nın aldığı karar konusunda Blair ve ‘gerçek müslümanlar’ın görüşlerini doğrusu merak ediyorum.
New York, İstanbul, Madrid ve Londra… Dünyanın bu sayılı kentleri, terör saldırılarına maruz kalarak bir başka ‘ortak payda’ya daha sahip oldular. Sözünü ettiğimiz saldırılar Bush ve müttefiklerinin ortak saptamalarına bakıldığında ‘küresel terörün’ sahnelediği eylemlerdir. Adına “El Kaide” denilen ve “radikal dinci” olarak tanımlanan örgüt, son bombalarını Londra’da patlatınca, dünya yeniden bir korkunun cenderesine girdi. Kınamalar, taziyeler, lanetlemeler birbiri ardınca dizildi.
Çok derin analizlere girmeden, eylemlere, sokaktaki vatandaşların tepkisine ve liderlerin açıklamalarına bakıldığında ilginç bir tablo ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz: Öncelikle yöneten ya da yönetilen olsun herkesin ortak fikri “terörün lanetlenmesi” yönünde… Saldırıların doğurduğu belki de tek ortak görüş budur.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan için de bu saldırı bir ‘terördür’ İngiltere Başbakanı Tony Blair için de… Terör olmasına terör ya, herkes olayı bir ucundan tutup başka bir noktaya doğru taşıma derdindedir. Bir anlamda, liderler Londra’daki bombaları değerlendirirken, seçtikleri sözcükler nedeniyle ‘çaktırmadan’ farklı yönlere düşmüşlerdir. Örneğin Erdoğan ‘terörün dini ve ırkı olmayacağı’ vurgusu yaparak El Kaide’nin dinsel yapısını gözardı etme yolunu seçerken, Blair, “Gerçek Müslümanlar da bizim gibi terörü lanetliyor” diyerek daha farklı bir noktada durmuştur.
Blair’in bu sözleri ‘devlet ve ülke’ olarak bizi bağlamıyor. Zira daha yakın zamanda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türkiye’nin bir İslam devleti ve İslam ülkesi olmadığını net bir biçimde açıklamıştı. İngiliz Başbakanı eylemin ‘müslümanlar’ tarafından yapıldığını dolaylı bir biçimde ve dünyadaki diğer Müslümanları rencide etmeden dile getirmenin derdindeydi. Buna ister ‘büyük bir incelik ve sağduyu’ deyin, isterseniz şeytanın avukatlığına soyunarak, ‘gerçek müslümanın tanımını Blair mi belirleyecek’ diye kafa tutun. Bir an için, Blair’in doğru yerde durduğunu ve ‘gerçek Müslümanların’ bu saldırıyı lanetlediklerini varsayalım.
İşte bu noktada asırlardır dilimize pelesenk edilen ‘şark kurnazlığı’nın karşısına telaffuz etmeye çekindiğimiz bir ‘garp kurnazlığı’ çıkmaktadır. Şöyle ki, Blair’in iddia ettiği gibi ‘gerçek müslüman’ diye bir kitle mevcutsa, bu kitlenin ABD-İngiltere ikilisinin en azından son iki üç yıldır yaptıklarına ilişkin tepkilerini merak ediyorum.
Sahi sizde de bir merak uyanmıyor mu?
Örneğin Irak’ta yapılanlar! Guantanamo Üssü’ndeki insanlık dışı muameleler, yeniden haşhaş tarlalarına dönüştürülen Afganistan vs… Hadi bunları ‘duygusal’ çıkışların, aynı inanç iklimine bağlı olmanın saikiyle sorulmuş sorular olduğunu varsayalım..
Sayın Blair ‘gerçek bir hristiyan olarak’ bize ülkesinde kaç terör suçlusunun sığınmacı olarak bulunduğunun yanıtını verebilir mi? Siyasal sığınmacı adı altında, İngiliz topraklarına kapağı atmış, sivil, asker ve polis katillerinin sayısına ilişkin bir istatistik mevcut mudur? Daha yakın zamanda Belçika’nın aldığı karar konusunda Blair ve ‘gerçek müslümanlar’ın görüşlerini doğrusu merak ediyorum.
Kandil dağında kümelenmiş bölücü terör örgütü artıklarına sessiz kalırken, Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçiren ABD’nin durumu da İngiltere’den pek farklı değildir.
Ne Blair’in ne de diğerlerinin sözleri, ‘terörün terörü doğurduğu’ gerçeğini gizlemeye yetecektir.
Şimdi başa dönersek… Ortada bir terörün olduğu doğrudur ve insanlıktan nasibini almış herkesin buna karşı çıkması kaçınılmazdır… Fakat bu, asıl insanlık dışı gidişatı ve terörü besleyen İngiliz-Amerikan ikilisinin oyunlarını perdelememelidir.
İngiltere’nin İslam dünyası içindeki çetrefilli oyunları artık kabuk değiştirmiş, yeni biçimler altında Amerika’nın da desteğiyle sürmektedir.
Dün bir Lawrence vardır. Bugün o Lawrence’ı anlata anlata Anadolu bozkırlarından parayı tokatlayan, şekil şemal olarak farklılaştırılmış yeni Lawrence’lar türedi: Badem bıyıklı, efemine kılıklı… Blair’in sözünü ettiği gerçek Müslümanlar onlar olsa gerek… Darülharp, ilm-i siyaset yahut takiyye adı altında mala mal katmak ve vahşi batının egemenliğine sonsuz itaat… Anadolu’da yemlenip, Bush’un kucağında yumurtlamak.
Blair’in önümüzdeki dönemde yapacağı konuşmalarda bizi ‘gerçek müslüman’ konusunda daha da aydınlatıcı bilgiler vereceğini umuyoruz.
Sonuç olarak, terörü lanetliyoruz…
Kendi çıkarları uğruna ‘dini, politakının bir argümanı durumuna getirenleri, dini parayı bulmanın en kolay yolu olarak görenleri’ lanetlediğimiz gibi…
Ve üzülerek görüyoruz ki, bu daha yıllar boyu böyle gidecek gibi…