Aile olarak çocuklarımıza iyi örnek olmuyoruz. Okuyan çocuk olmalarına özendiremiyoruz. Onların yanında okumuyor, yazmıyor, televizyon seyrediyoruz. Vaktimizin çoğunu laklakla geçiriyoruz. Çocuklarımıza vakit ayırmıyor, onları daha çok bilgilendirmek, daha fazla gezdirip beyinlerini ve ruhlarını daha fazla geliştirmek için çaba göstermiyoruz. Onlarla daha fazla oynamamız, konuşmamız, arkadaş olmamız mümkün halbuki.
—Yurdumun bütün kıymetli Belediye Başkanlarına ithaf olunur-
Dünyanın en zeki milleti olduğumuzu görüyor, biliyorum. Zeki olma özelliğimizin yanında, fazla kendine güvenden kaynaklandığını tahmin ettiğim vurdumduymazlık denilebilecek bir özelliğimiz var. Bu da zamanla bizi yok olmanın eşiğine götürüyor diye düşünüyorum. Dağıstan'daki Kumuk Türklerinden 1976 doğumlu Nahide Camukova'nın IQ' sü üç yüz elli yedi imiş. O, iki yaşında okuma yazma öğrenmiş. Üç buçuk yaşında ilkokula başlamış. Dört yaşında Das Kapital ve Kur'an-ı Kerim'i Rusça ve Arapça olarak ezberlemiş. Sınıfları üçer üçer atladığı için sekiz yaşında ilk ve orta okulu bitirmiş. Dokuz yaşında "Özel Düşünceler" adlı felsefe kitabını yazmış. On bir yaşında aynı anda biri sosyal, diğeri tıp eğitimi veren iki liseyi birden birincilikle bitirmiş. On dört yaşındayken yine aynı anda Moskova Üniversitesinde tarih ve edebiyat bölümlerini bitirmiş ve on beşinde iki üniversitede birden doktoraya başlamış. Yirmi beş yaşında dünyanın en genç profesörü olmuş. (Daha önce aynı unvanı elinde tutan da bir Türk idi.) Felsefe, Tıp, Sosyoloji, Tarih ve Edebiyatla ilgili yirmi beş kitap yazmış. Türkçe, Rusça, İngilizce, Arapça, Farsça, Almanca ve Fransızca biliyormuş. Herhangi bir yabancı dili öğrenmesi iki ayını alıyormuş. (Nahide Hanımla tanışma fırsatım oldu. Yeni bir kitap okuduğunda onu hemen ezberlediği için fazla kitap okuyamadığını üzülerek öğrendim. Sohbetimizde söz Türkçe'ye dayanınca, ona, yurt içinde ve yurt dışında Türkçe'nin gelişmesi, öğretilmesi, unutturulmaması için ne yapmak gerektiğini sordum. O da Türkçe öğrenimi için amaçlar oluşturmak gerektiğini, amaçları çoğaltınca öğrenmenin kolaylaşacağını söyledi. Konumuz Türkçe ve Nahide Camukova değil, milletimizin zekası idi ama Türk Milletinin geleceğiyle ilgilenenlere duyurmak için buraya not ediyorum.)
Dünyanın en zeki, meselelere hemen çözüm yolu bulan, akıl zekası kadar, duygu zekası da yüksek bir millet olmamıza rağmen, nedense bunu işletmekte zorluk çekiyoruz. Eğitime yeterince önem vermediğimiz muhakkak. Çocuklarımızı yeteneklerine göre yönlendirmiyoruz. Nahide Hanımın anne babası onun üstün yeteneklerini vaktinde fark etmiş ve yönlendirmişler. Keşke bütün anne ve babalar ve bu manada milletin anne-babası olması gerektiği halde sadece adı "Milli" olan resmi eğitim kurumlarımız da milletinin üstün yeteneklerinin farkına varsa ve yönlendirse. Koca Bakanlıkta üstün yetenekli Türk Çocuklarıyla kaç kişi ilgileniyor biliyor musunuz? Ben bir kişi olduğunu duydum. Aile olarak çocuklarımıza iyi örnek olmuyoruz. Okuyan çocuk olmalarına özendiremiyoruz. Onların yanında okumuyor, yazmıyor, televizyon seyrediyoruz. Vaktimizin çoğunu laklakla geçiriyoruz. Çocuklarımıza vakit ayırmıyor, onları daha çok bilgilendirmek, daha fazla gezdirip beyinlerini ve ruhlarını daha fazla geliştirmek için çaba göstermiyoruz. Onlarla daha fazla oynamamız, konuşmamız, arkadaş olmamız mümkün halbuki. En küçük bir ilgiye bile mutlaka olumlu tepki gösteren çocuk ve genç dünyalarına iyi örnekler gösteremiyoruz. Komşuluğu, aile ziyaretlerini bitirdiğimiz için onlara yeteneklerini sergileyebilecekleri fırsat sunamıyoruz. Büyük adamların hayat hikayelerini okutturmuyoruz. Biz kendimiz kaç biyografi okuduk ki? Tabiat, doğal olarak boşluk kabul etmiyor. Siz örnek olmazsanız birileri örnek oluyor. Kendi kitaplarınızı ona okumazsanız, o da kendisine ulaşan kitapları okuyor, filmleri, televizyon programlarını seyrediyor, misyonerleri dinliyor. (Misyoner dedim de, geçen gün belediye otobüsüyle gecekondu bölgesine çok yakın olan evime giderken, birbirlerinden uzakta, gittikleri semte göre çok açık saçık giyinmiş, boyunlarında haç takılı üç bayanın, aralarındaki mesafeye aldırmadan yüksek sesle İngilizce konuşmalarına şahit oldum. Bir toplantıya gittikleri anlaşılıyordu. Otobüsteki gençlere kırıtıp duruyorlardı. Çok şaşırdım. Demek ki yabancı misyonerler gecekondularda açıktan çalışmaya başlamışlar diye düşündüm. Bu da ilgililere duyurulur!) Belki de bu sebeplerden dolayı neyin ne olduğunu kavrayıp, iyiyi kötüden, pisi temizden, adamı adam olmayandan, dostu düşmandan ayıramaz hale geliyoruz.
Geçen ay Almanya'da on gün kaldım. Dikkatimi çeken şeylerden biri de apartmanların müstakil bahçelerinin olması ve bu bahçelerdeki çöp kutuları oldu. Her bahçede beş-altı ayrı çöp bidonu vardı. Ayrı ayrı çöp arabaları gelip, farklı renklerdeki bidonlardan, farklı cinslere ayrılmış çöpleri değişik zamanlarda alıyorlardı. Mesela cam-şişe çöpünü bir kamyon, kağıt, plastik, metal, karışık çöpleri de başka kamyonlar topluyordu. Sordum; farklı kutulara yanlış çöpleri koymayı cezalandırıyorlarmış. Eminim Almanlar bu ayrıştırma işinden milyarlarca Avro kazanıyorlardır. Yenilikçi Başkan Turgut Altınok'u hatırladım ve neden bu sistemi uygulayamadı acaba diye düşündüm. Burada yurdumun bütün kıymetli Belediye Başkanlarından istirham ediyorum. Lütfen gerek duyuyorlarsa bu sistemi yerinde incelesinler ve Türkiye'ye yerleştirsinler. Çok zor değil. Her evde bir çöp kutusu yerine beş ayrı çöp kutusu konacak ve aile bireyleri hangi cins çöpün hangi kutuya atılacağına dair tanıtıcı afiş, broşür, reklam, radyo televizyon programlarıyla eğitilecekler. Bu sistemi uygulamak çok mu zor? Bana göre bu sistem, ailenin ve çocukların ayrıştırma kabiliyetini geliştirecek ve neyin ne olduğunu öğrenmelerini de kolaylaştıracaktır. Sistem, bir yıl içinde kendisine yapılan harcamaları karşıladığı gibi en az bugünkü kadar da gelir getirecektir. Fazladan her eve ve apartmanın önüne bedava çöp kutuları ve bidonları dağıtılması, belediyelere yepyeni çöp bidonları alınması mümkün olabilecektir. Ayrıca gayrı resmi çöpçüler tarafından darmadağınık bırakıldığı için etrafa saçılan pislikten de sokaklarımız kurtulmuş olacaktır diye düşünüyorum. Memleketimin aklı başında insanlarının bir araya gelerek bu sistemi hayata geçirmelerini arzu ediyorum. Çok kârlı ve temiz bir sistem çünkü bu. Bu alandaki sınırlı çalışmaların yetersiz kaldığını görelim lütfen.
Bir araya gelme, birleştirme konusuna gelince… Almanlar sadece çöplerini böyle ayrıştırmamışlar. İnsan yerine koymadıkları Türkleri de böyle ayrıştırmışlar. Almanya'daki Türkler tarafından kurulan derneklerin yaklaşık sayısının üç bin olduğu, sadece Berlin'de üç yüz dernek bulunduğu biliniyor. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bir araya gelmeleri değil, gelmemeleri amacıyla ayrıştırılmışlar. Almanlar ise, anlatmama gerek yok, milli menfaatleri doğrultusunda hiçbir ayrılığı affetmiyorlar. Türkleri ayrıştırmanın boyutlarına ilginç bir örnek vermek isterim: Futbol alanında tek Türk takımı olan Türkiyemspor Takımı ikinci lige çıkacak gibi olmuş. Bu ihtimal doğunca, zayıflatılması gerekmiş. Almanlar, daha önce altyapısı olmayanlara futbol takımı kurma izni vermezken, bu defa önüne gelenin takım kurabileceği bir şekilde kanun değiştirmişler. Bu yöntemle Türkiyemspor'a, yine Türkler tarafından kurulan yirmiye yakın rakip çıkarmışlar. Tabii Türkiyemspor'un gücü zayıflamış ve bırakın birinci lige, ikinci lige çıkma ihtimali bile yok edilmiş. Aynı Almanlar, Türkiye aleyhindeki Ermeni tasarısını oybirliği ile kabul etti. Türk dostu geçinenler, Başbakanımızın dostum dediği kişiler de oy verenlerin ön safında idi.
Sözün özü; Her bakımdan birleşmemiz gerekiyor. Ayrılıkların kaşındığı, kanatıldığı, kangren haline getirildiği Türkiye'miz ve aziz milletimiz, aklını başına devşirmez, asgari müştereklerini öne çıkararak derhal birlik ve beraberliğini yakalayamaz ise geleceğimiz karanlıktır. Ayrıştırılması ve birleştirilmesi gereken konuları ancak okuyarak, görerek, gözlemleyerek, yazarak bulabiliriz. Hiç olmazsa gelecek nesil için biraz daha sorumluluk hissederek, yapamadığı, yapmadığımız şeyleri yapıyormuş gibi gösterebiliriz. Örnek mi istiyorsunuz: Parti kurultayları ve kongreleriyle, meclise bakınız. Hadi biraz samimi olalım ve itiraf edelim; ciğeri beş para etmez, zeka bakımından bizimle asla boy ölçüşemeyecek milletler, bugün bizi binek hayvanı veya onun sineği olarak görüyor. Bizdeki bu vurdumduymazlık niye peki?
Çok çalışmamız ve zekamızı kullanmamız gerekiyor. Zekasını kullanmayana sizin o taraflarda ne diyorlar? Saygılarımla.