Amerika bugün için tek başına kimsenin kafa tutmaya cesaret edemediği bir “Büyük” devlet kabul ediliyor. O kabulleniş sebebiyledir ki, herkesin gözü önünde Afganistan işgal ediliyor, Irak işgal ediliyor, Putin’in gözünün içine baka baka Eski Sovyetler Birliğinden bakiye kalan Cumhuriyetlerde renk renk sivil devrimleri mısır patlatır gibi patlatıyor.
Şu Amerika gezilerine illet oluyorum. Gezinin başlamasına günler kala bütün medya bu konuya kilitleniyor. Gezinin bitiminde yine günlerce haftalarca bu konu manşetlerde.
***
Yavuz Sultan Selim’in meşhur bir sözü vardır. “Bu dünya bir pâdişaha çok, iki pâdişaha az.”
Gerçekten şimdiye kadar hemen her “milletin” mefkûresi cihan hâkimiyetine ulaşmak olmuştur. Bugün de ABD’nin nihaî hedefi Dünya’ya hâkimiyet kurmaktır.
Bush da, bu amacını terör mücadelesi bağlamında şu açıklamalarla ortaya koymuştur.
“Ya benden olursun ya da karşımda!”
Yavuz Sultan Selim’in vecize olup asırlar boyu dillerde dolaşacak estetikliği yanında, bu açıklama karga gaklaması gibi kalsa da, yine de Dünyaya meydan okumak değil midir?
Amerika bugün için tek başına kimsenin kafa tutmaya cesaret edemediği bir “Büyük” devlet kabul ediliyor. O kabulleniş sebebiyledir ki, herkesin gözü önünde Afganistan işgal ediliyor, Irak işgal ediliyor, Putin’in gözünün içine baka baka Eski Sovyetler Birliğinden bakiye kalan Cumhuriyetlerde renk renk sivil devrimleri mısır patlatır gibi patlatıyor.
Dünyaya hâkimiyet yolunda kullandığı önemli argümanlardan biri olan Evangelizm, Katolik dünyasına lanse edilen Haçlı seferi duygusu, Türkiye’de Bartholomeos’a ekümeniklik atfedilmesi ve böylece Ortodoks âlemine göz kırpması, “Dinlerarası Diyalog” yapılanmasını himaye ederek, Türkiye’deki cemaatleri, “Ilımlı İslâm Projesi” ile de Müslüman ülke halklarının öfkesini yatıştırmayı istemesi, hep dünya egemenliği için kullandığı argümanlardandır.
Osmanlı, eşref-i mahlûkat olarak gördüğü ve kabul ettiği insanlık adına hizmete müteallik vakıflar kurarak, samimi yardımlar yaparak, dil din ırk ayrımı yapmadan insanlığa hizmet etmeyi amaçlamıştır.
Amerika ise I. ve II. Dünya savaşında yorgun düşen Avrupa ve Asya’nın kendi derdine düşmüşlüğünü fırsat bilip dünyanın her noktasına Osmanlı’nın yaptığı yardımlara benzer yardımlar yapmış ama iplerini CIA vasıtasıyla elinde tuttuğu yüzlerce sivil toplum örgütü ile de amacının insan hakları ve demokrasi peşinde değil, Dünya hâkimiyeti peşinde koşmak olduğunu göstermiştir.
***
ABD, Cihan hâkimiyeti mefkûresi sebebiyle kendisi tüm dünyanın yer altı ve yerüstü zenginliklerine aç kurtlar gibi saldırırken, bir yandan da, bu saldırısında kendisine engel olabilecek yegâne duygu olan milli devlet ve milli yapılanma duygusunu köreltmek, zedelemek, hatta mümkünse ortadan kaldırmak için her türlü enformasyona baş vurmaktadır.
Dünyanın global bir köy olarak söylenmesi, ekonominin globalleştiğinin altının çizilmesi, kazan kazan isimli formüllerin geliştirilmesi, karşılıklı birbirine bağımlılık mutabakatlarının savunulması gibi görünüşte hoş ama içi boş söylemlerin hepsi, teyakkuz halindeki milli ruha sahip dinamiklerin gönlünü almaktan ibarettir.
Bu dezenformasyon, bilerek bilmeyerek özellikle bizim ülkemizdeki lider kadrosu gibi kadroları ve medyadaki tetikçileri, bir kısım aydını vb etkilemekte ve birçok ülkenin ekonomisinden daha büyük ekonomisi, onlarca ülkenin gücünden daha büyük askeri gücü ve teknolojisiyle ABD’yi karşısında ram olunması lazım gelen bir güç olarak görüyorlar. Bu vehim ne yazık ki üç kıvrımlı beyinlileri hakikaten korkutuyor. Dolayısıyla Amerika’nın kendilerine uzattığı zeytin dalına tutunmak için can atan, ona şirin gözükmek için ellerinden geleni yapan zavallı birer güvercin durumuna düşüyorlar.
Bugün kendi kişisel menfaatini, ülke menfaatinin önünde tutabilecek kadar haysiyetsizlikle suçlananların aslında yüreklerini kaplayan korku Amerika’nın bu dezenformasyonundan etkileşimdir.
Bu sebeple eli kalem tutan korkaklar entelektüellik adına, eli silah tutan korkaklar stratejik ortaklık adına, eli dosya tutan bürokratlar müttefiklik adına, eli para tutan tüccarlar global ekonomi adına bu kartondan kaleye benzeyen devletin taşeronluğuna teşne olup, aşağılık korkularını kamufle etmeye çalışıyorlar.
Oysa bu korkulan devin (!) bugün kendi kendini yiyip bitiren; ekonomik darboğaz içinde oraya buraya saldıran hantal yapısını, birbiriyle çelişmeye başlayan kokuşmuş istihbarat düzenini, dünya gelirinin yüzde 40’na el atmış olmasına rağmen doymak bilmeyen iştah ile çıldırmak üzere oluşunu, kendi büyütüp beslediği terör örgütlerinin hışmıyla tir tir titrediğini, büyük bir devlete yakışmayacak derecede, bırakın küçük devletleri, aşiretlerle bile ahbap çavuş ilişkiler içinde bulunacak derecede tezellül durumuna düştüğünü göremeyenler, ABD’nin cihan hâkimi, Dünyanın jandarması olduğunu vehmederler.
Oysa cihan hâkimiyeti olabilmek için Conilik tek başına yetmez. Conilikle değil Dünyaya hâkim olmak, Irak’a dahi hâkim olunamaz. Cihana hâkimiyet, tarihinde medeniyet bulunmasını da gerektirir. Millet olma hasletini de gerektirir.
Menfaatler topluluğu, bırakın millet olmayı, menfaat için yarın birbirini boğazlar.
Örneğin bir Çanakkale savaşında “Size ölmeyi emrediyorum!” denildiğinde, hiç itirazsız ve sanki ölüme değil de düğüne gidermişçesine düşmana hücum eden Türk askerinin inancı, cesareti, yüreği, vatan sevgisi var mıdır Coni’de?
***
Bir elektrik kesintisiyle hayatı felç olabilen, neye uğradığını şaşıran bir devlet nasıl dünyaya hükmetmekten söz edebilir.
Bugün Amerika’da çalışmakta olan binlerce yabancı, yarın kendi ülkelerinin menfaatini ön plana çıkardığında ABD’nin menfaati kalır mı?
Öyleyse bu teslimiyetçilik neden? Bu korku neden bu ağzının içine bakış neden? İnsanda biraz haysiyet olur be… Nerde kaldı Yavuz Sultan Selim’in torunluğu? Nerde kaldı Mustafa Kemal’in bağımsızlık karakteri?..