Türkiye’nin gündemine giren her meseleye daha başından “Türkler mutlaka haksızdır ve suçludur” hükmüyle yaklaşan ben-sevici (firavun) aydınlar topluluğuna kadar uzanmaktadır. Mülteci Muhalif çizginin ‘aydın namusu’ denen kavramla ilişkileri zayıf olduğu için hak teslim etmeyi bilmiyor ve hep haklının değil güçlünün yanında yer alıyor.
Yazımızın başlığı olan “Hafızayı yeniden inşa etmek” ifadesi, Ermeni soykırımı tezini savunanların ortaya attığı bir kavram. Yazar Reha Çamuroğlu ise Ermeni komitacılar tarafından Sultan Abdülhamid’e düzenlenen suikast’i konu alan “Bir Anlık Gecikme” isimli romanıyla, bu tezin hoparlörlüğü vazifesini üstlenmiş olanlara “Madem hafızayı yeniden inşa ediyoruz, hodri meydan” diyor. Bir zamanlar kendisinden sadece müstebit, kızıl sultan olarak bahsedilebilen Sultan Hamid hakkındaki ilk olumlu görüş 1942 yılında Nihâl Atsız tarafından yazılabilmişti. Reha Çamuroğlu uzun yıllar içinde bulunduğu sol çevrelerde hâlâ ateşteki kestane olan bir konuda, böylesine bir açılım sergileyerek Türkiye’nin terkibini arayan bir hakiki aydın’ı daha keşfetmenin mutluluğunu yaşatıyor bizlere… Bu konudaki habersizlik öyle vahim bir boyuttadır ki bundan beş yıl evvel “İsyan Günlerinde Aşk” romanını yayınlayan Ahmet Altan “31 Mart’ın bir irtica ayaklanması değil de bir askeri harekât olduğunu” ilk söyleyenin kendisi olduğunu iddia ederek bizleri güldürmüştü.
“MÜLTECİ MUHALİFLERE GÜVENİM YOK”
Reha Çamuroğlu’nun kitabı vesilesiyle verdiği iki röportajdan birinin başlığı “Mülteci Muhaliflere Güvenim Yok”, diğeri ise “Solun En Büyük Hatası Kutsalı Reddetmek” idi. Çamuroğlu’na göre ‘mülteci muhalif’lik sadece bugünü kapsamıyor. Bu çizgi, Türk devletinin padişahına suikast düzenleyen terörist’e “Ey Şanlı Avcı” diye seslenen şairden, Türkiye’nin gündemine giren her meseleye daha başından “Türkler mutlaka haksızdır ve suçludur” hükmüyle yaklaşan ben-sevici (firavun) aydınlar topluluğuna kadar uzanmaktadır. Mülteci Muhalif çizginin ‘aydın namusu’ denen kavramla ilişkileri zayıf olduğu için hak teslim etmeyi bilmiyor ve hep haklının değil güçlünün yanında yer alıyor. Çamuroğlu ikinci cümlesiyle “vazgeçilmez”i olarak Türk milletinin kültürünü ve tarihi birikimini kesiksiz ve kopuksuz anlamayı değil, 19. yüzyıl Avrupasında, Avrupa için üretilmiş kavramları ve “pozitivizmi” belirlemiş olanların anlayamayacağı bir açılım meydana getiriyor. Çamuroğlu’nun milliciliği pozitivist millicilik gibi dil-din-tarih omurgasına zarar verici değil, bütüncü ve birleştirici olma özelliğini taşıyor. Çamuroğlu son günlerdeki ‘yükselen milliyetçilik’ tartışmalarına da basının büyük bir bölümünün ezberini bozan şu cümlelerle katılıyor: “Milliyetçilik yükseliyor lafı, panik yaratmak için kullanılır hale geldi. Irkçılık yükseliyor denirse bu tehlike. Ama milliyetçilik yükseliyor deniyor. Neden bundan tehdit algılayacağımı bilemiyorum. ‘İş o hale geldi ki, bütün zayıf uluslara milliyetçiliğin ne kadar kötü bir şey olduğu öğretilirken bütün güçlü uluslar milliyetçi oluyor. Bunu nasıl kabul edelim?’
“DÜZENLENMİŞ” SEMPOZYUM
Ermeni soykırımı tezi etrafında gerçekleşen tartışmalar, geçmişte 24 Nisan günlerine ve haftasına münhasır iken özellikle son bir yıldır Türkiye’nin kamuoyu’nu elindeki bütün imkânlarla manipüle etmeye çalışan büyük bir “organizasyon” haline dönüştü. Bunu en son Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenmesi planlanan ve Cemil Çiçek’in tepkisi gerekçe gösterilerek iptal edilen sempozyumda bir kez daha müşahede ettik. Bu coğrafya’yı inşa eden, bize bin yıldır burada birlikte yaşama iradesi veren değerleri ve dünya görüşünü olumsuzlayıcı her etkinliğin baş rollerini paylaşanlar yine ‘gösteri’lerini sergilediler. Bütün katılımcılarının Ermeni soykırımının yaşandığını kabul ettiği, karşı görüş sahiplerine söz hakkı tanınmayan bir sempozyum ancak “organize aydın”larımızdaki demokrasi kültürü açısından bir gösterge olabilirdi. Burada, 50’de biri Osmanlı Türkçesi bilen, belge okuma zahmetine katlanmayan ancak buna rağmen Ermeni soykırımının yaşandığını peşinen kabul etmiş kişilerden bahsediyoruz. Fakat aslında bunun yerine, yazarlıktan, akademik haysiyetten, bilim adamı kimliğinden, düşünceden, aydın namusundan bahsetmek istiyoruz. Alev Alatlı belki de bu yüzden “Her mevki ve her statüdeki Türkiye insanının yozlaşmadan nasibini aldığının farkına varmalıyız.” diyordu. Bu “organize ve organik” aydınların her türlü konuda “küresel hegemonya”nın çıkarlarını koruyan görüşler sergilemesi ise artık geniş çevrelerce fark edilmeye başlayan bir hakikat...