İlk kez 1987 yılında üniversiteye adımımı attım. O gün bugündür hep yeni üniversite kurmaktan bahsedilir. Bir sürü de üniversite kuruldu. Şu an devlete ait 53 üniversite var. 24 tane de çeşitli vakıfların, yani özel üniversite var. Yeterli mi tabii ki değil. Gönül ister ki, bir o kadar daha olsa da bütün gençlerimiz okuma imkânına kavuşsa…
Başbakan Erdoğan, 15 yeni üniversite daha açacağı müjdesini verdi. Çok büyük müjde. Türk halkı olarak bayram etmemiz, hatta bu büyük müjde karşısında birkaç deve de kurban etmemiz lazım!
İlk kez 1987 yılında üniversiteye adımımı attım. O gün bugündür hep yeni üniversite kurmaktan bahsedilir. Bir sürü de üniversite kuruldu. Şu an devlete ait 53 üniversite var. 24 tane de çeşitli vakıfların, yani özel üniversite var. Yeterli mi tabii ki değil. Gönül ister ki, bir o kadar daha olsa da bütün gençlerimiz okuma imkânına kavuşsa…
Olayın bir de diğer yönü var. Üniversitelerin yeterliliği ne ölçüde? Son yıllarda hangi üniversitemizin veya hangi üniversitede de görevli bilim adamımızın dünya çapında bir başarısını veya buluşunu duydunuz? Şu an üniversitelerle ilgili basında yer alan haberler başarı haberleri değil… Aksine öğrencilere ve öğretim üyelerine getirilen yasaklar, intihal yani bilim hırsızlığı haberleri, kavga haberleri ve kadrolaşma haberleri…
1991’de yeni üniversiteden mezun olmuştum. O tarihte mezun olduğum okulda araştırma görevlisi olmak istiyordum. Bir kişilik kadro vardı ve sınav yapılacaktı. Ben de sınava müracaat ettim. Benden 2 yıl önce mezun olan bir arkadaş aynı okulda araştırma görevlisi olarak görev yapıyordu. Onun yanına gittim ve sınava gireceğimi anlattım. Bana verdiği cevap çok ilginçtir; “Sen boşuna yorma kendini. Bir kişi alınacak. Alınacak kişi de belli. Falanca profesörün kızı alınacak” dedi. Ben yine de sınava girdim ama dediği gibi boşuna girdim. Çünkü adını söylediği kişi araştırma görevlisi olarak işe başlamıştı bile…
Üniversitelerimde maalesef yıllardır bir saltanat kuruldu. Akademik kariyer yapabilmek, bilim adamı olabilmek için ya bir profesörün oğlu veya kızı olacaksın ya da onların dümen suyuna gireceksin. Başka türlü imkân vermiyorlar. Son zamanlarda bunu değiştirmek için merkezi sistem getirmişler. Buna rağmen hâlâ kadrolaşmanın önünü alamıyorlar.
Bunun son örneğini de Samsun’daki 19 Mayıs Üniversitesi’nde görüyoruz. Üniversite Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay, 75’ten fazla doktora öğrencisi, araştırma görevlisi, doktor ve yardımcı doçente kapıyı gösterdi. YÖK Kanunu’na göre sözleşmeli olarak çalışan akademisyenlere sözleşmelerini uzatmayacağını söyledi ve sözleşmesi bitenleri tek tek kapının önüne koymaya başladı.
Gerek YÖK Kanunu, gerekse Devlet Memurları Kanunu bu kişilerin tekrar atanabileceğini söyler. Hatta ilmi çalışmaları yeterliyse ve elde hukuksuzluk içinde bulunduklarına dair somut delil yoksa yeniden atanmalarını da şart koşar. Bu konuda dava açanların hepsi kazandı ve üniversiteye geri döndü. Buna rağmen Rektör Bernay mahkemeden döneceğini bile bile 75 akademisyenin sözleşmesini uzatmıyor.
Prof. Bernay ikinci kez rektör seçildi. İlk seçimlerde 71 oy almıştı ve buna rağmen rektör olmuştu. Bir yıl kadar önce yapılan ikinci seçimde ise 421 oy aldı. Üniversitede görev yapanların ifadesine göre, Rektör beyin bu kadar oy artırmasının sebebi ilk rektörlük döneminde 300’den fazla kişiyi işe almış olması. Şimdi de bunun meyvesini topluyor. Ama karşılığında da hiçbir gerekçe göstermeden amaçları sadece ilme hizmet olan 75 akademisyene kapıyı gösteriyor.
Akademisyenler feryat ediyor. Ama seslerini duyuramıyorlar.
Türkiye böyle bir ülke oldu. Bir makama gelen aslan kesiliyor. Astığı astık, kestiği kestik. Aynı şey neredeyse bütün üniversitelerde geçerli. Yazık oluyor geçlerimize…