Bir dönem, gazetelerde-dergilerde “Garip Ama Gerçek” köşeleri vardı... Dünyanın en “inanılmaz” olaylarını/olgularını o köşelerden öğrenirdik... Ülkemizde bir süredir “garip ama gerçek” köşelerini aratmayacak ilginçlikler (!) yaşanmakta. Daha doğrusu, bu “ilginç”likler ülkemize “yaşatılmakta”...
Arap ülkelerinin din önderleri İstanbul’da mahkeme kurup bir imamı “şeriat” yasalarına göre yargılamaya kalksa ne olur?.. Yer yerinden oynar! Peki, yerli-yabancı Ortodoks papazları İstanbul’da bir mahkeme kurup bir başka ülkenin papazını “şeriat” yasalarına göre yargılamaya kalksa ne olur?..
Hiçbir şey olmaz!
Bir dönem, gazetelerde-dergilerde “Garip Ama Gerçek” köşeleri vardı... Dünyanın en “inanılmaz” olaylarını/olgularını o köşelerden öğrenirdik... Ülkemizde bir süredir “garip ama gerçek” köşelerini aratmayacak ilginçlikler (!) yaşanmakta. Daha doğrusu, bu “ilginç”likler ülkemize “yaşatılmakta”... Bu gidişle “anayasa”mızı kitaplıktan alıp, “süs eşyası” olarak bibloların yanına koyacağız...
Eskiden “basiret” derlerdi... “Sağgörü”müz bağlanmış sanki... AB uğruna vermediğimiz ödün kalmadı! Bir AB ki, on yıl sonra var olup olmayacağı tartışılabilirken; bizim 15-20 yıl sonra girip-girmeyeceğimiz tartışılıyor... Bir AB ki, daha şimdiden “her şeyimizi istemiş / birçoğunu almış”ken; 15-20 yılda kim bilir daha neler isteyecek, neler alacak... İstenen “Türk insanı” değil; Türkiye’nin “nimet”leridir. Bizi değil, güzel ülkemizi istediklerini anlayabilmemiz için, bunu yüzümüze haykırmaları mı gerekiyor?..
İstanbul’un Fethi’ni kutladığımız günlerde, adamlar sanki “Burası ‘sizin İstanbul’ değil, ‘bizim Constantinopolis” dercesine, bir ortaçağ küstahlığıyla mahkeme kurup din adamlarını yargılayabiliyor... Hükümetten “tık” yok! Yetkililerden “tık” yok!.. Satılmış medyadan “tık” yok! Ne adına bu suskunluk? AB adına! Birileri ülkemizin göbeğinde anayasamızı deliyor ve “Güç bende!” diyor; bizden birileri de -neredeyse- “Haklısınız ekselânsları, güç sizde” diyecek...
Bu ne sağduyusuzluk, bu ne sağgörüsüzlük!..
“Alın AB’nizi başınıza çalın! Girmiyoruz!” dediğimiz an, tüm yitirdiklerimize yeniden kavuşacağız. Bunlardan en önemlisi de “ulusal onur”umuz. Bunu dediğimiz gün, panikleme sırası, Türkiye’ye “özel statü”yü değimli görüp ilk günden “çifte standart” uygulayanlara gelecek. Birilerinin “megalo idea”sı olan Constantinopolis’ten uzak kalma korkusu saracak dağları... Yeraltı-yerüstü zenginlikleri olan, suyu olan, dört mevsimi yaşayan bir cennet ülkeyi ve her yıl bir milyon artan “alıcı”yı yitirmeyi kimse göze alamaz! Yaşlanan ve nüfusunu ancak dışardan gelen göçlerle koruyabilen Avrupa, bizi yeniden kazanmak, altın yumurtlayan tavuğu elden kaçırmamak için ödün üstüne ödün vermeye başlayacak... Bu kez “koşulları öne sürme” sırası bize gelecek... Ama nerede o “ulusal duruş”u sergileyecek hükümet?..
“Biz girmiyoruz”un, “Sizi almıyoruz”u duymaktan daha onurlu olduğunu -sayıları giderek azalan- köşe yazarları mı söyleyecek?
Ve ne yazık ki, “Biz girmiyoruz!” onurunu bile ıskalamak üzereyiz. Fransa ve Hollanda’daki anayasa referandumundan, gerçekte bir “Türkiye’ye hayır!” sonucu çıktığını anlamak için “zeki” olmak bile gerekmez!