Paris’te gösterişli kamu binalarıyla sınırlı kalmayan Fransız bayrakları ilgimi çekti. Kentin her yanında, meydanlarda, müzelerde, anıtsal yapılardaki bayrak bolluğu beni şaşırttı. Fransız kültürünün ve ulusçuluğunun simgeleri, bilinçaltına yerleşerek insanlara ister istemez süreç içinde milli bir kimlik veriyor anlaşılan.
Uluslararası Demokratik Avukatlar Kurumu’nun 7-11 Haziran 2005 tarihleri arasında Paris’te yapılan kongresine İstanbul Barosu adına katıldık. Fransa ve Fransızlara ilişkin gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Paris’te gösterişli kamu binalarıyla sınırlı kalmayan Fransız bayrakları ilgimi çekti. Kentin her yanında, meydanlarda, müzelerde, anıtsal yapılardaki bayrak bolluğu beni şaşırttı. Fransız kültürünün ve ulusçuluğunun simgeleri, bilinçaltına yerleşerek insanlara ister istemez süreç içinde milli bir kimlik veriyor anlaşılan.
Yine anıtsal nitelikteki, ulusal mimari geleneğine uygun dinsel ve sivil yapılarla bezeli bir kentin insanları uzaydan da gelse süreç içinde Fransızlaşır. Üstelik bu şehir Fransa’nın geçirdiği tarihsel, toplumsal, siyasal süreçleri yansıtacak müzeler, kütüphaneler, tiyatrolar, her derecedeki eğitim kurumlarıyla donatılmışsa...
Paris’teki Afrika kökenlilerin bolluğu da dikkat çekici ölçüde. Fransa’nın düne kadar fiilen, bu gün ise ekonomik ve siyasal nüfuz anlamında hala sömürgesi sayılabilecek ülkelerden gelenler Fransa tarafından tam anlamıyla özümsenmiş, hazmedilmiş durumda. Kuzey Afrika’nın Berberileri, Arapları olsun, Orta ve Batı Afrika’nın zencileri olsun, Hintliler olsun, derisi daha koyu renkli Fransızlara dönüşmüş durumda.
İlköğretimden üniversitelerine kadar Fransızlarla başka etnik gruplardan gelen öğrenciler ve gençlik arasındaki iletişim, kaynaşma, ulusal politikalar doğrultusunda belirlenen Fransız eğitim sisteminin bu konudaki başarısını gösteriyor.
Zencileri, Fransızca’yı gerçek Fransızlardan daha güzel, Paris aksanıyla konuşan Fransızlara dönüştürmek uzun sömürgecilik tecrübelerinin ürünü olsa gerek. Toplum mühendisliğinin, çağdaş sosyolojinin, politik psikiyatrinin verilerinin somut tecrübesi için Paris ilginç bir laboratuar olmuş anlaşılan.
Fransa bir taşla birkaç kuş vurmuş: Durağan hale gelmiş, hatta eksilen nüfus sorununu kara derili Fransızlarla çözüp işgücü ihtiyacını karşılamanın yanında, dünyaya demokratik bir vitrin sunma olanağı da yakalamış bu sayede.
Yani bu kara derili Fransızların hem etinden, hem sütünden, hem de derisinden, gerisinden faydalanma olanağını yakalamış Fransa !...
Fransa’yı gördükten sonra Fransız TV kanallarının niçin yerli yersiz Afrika’dan, Uzak doğudan ve Okyanus adacıklarından görüntüler, haberler yansıttığını da iyi anlıyor insan. Tabi ki Fransızlar bu ülkelere sömürge demiyor artık. Onlara “ Denizaşırı topraklar” diyor!..
Çok uzak kıtalardan gelen farklı uluslardan etnik grupları süreç içinde Fransız’dan da fazla Fransızlaştıranların, AB devletleriyle birlikte Türk toplumunun ve devletinin ulus yapısını çözecek etnik ve mezhepsel parselasyon girişimlerini sivil toplumculuk ve demokratikleşme adına niçin kutsadıklarını iyi düşünmek gerek.
Kaldı ki, bunun farkına varmak için illa Fransa’ya gitmeye de gerek yok. Kendi toplumumuza içten, yerli, at gözlükleri takmadan bakmak yeterlidir. Ulusçuluk ve ulus devlet yapılanmasında etkilendiğimiz Fransızların bu gününden çıkaracağımız dersler bitmemiş anlaşılan.