Kasım 2008

Ö T E S İ

 

24.04.2024 



Hedef

 
Ünal Bolat

FOTOĞRAFIN BÜTÜNÜNÜ GÖRMEK


Bu bağlamda isterseniz, bu ayki yazımızda ülkede yaşanan özelleştirme mücadelesiyle, öte yanda yolsuzlukları sebebiyle hükümet(lerimiz) tarafından millet adına hesap sorulan iş dünyasının ve belli isimlerinin geldiği nokta arasında, kimsenin aklına getirmediği veya getirtilmek istenmeyen ne gibi bir münasebet olabilir, bunu irdelemeye çalışalım.

Yazıma, gazetemizin dördüncü şeref yaşına girmesinin sevinç ve mutluluğunu tüm Ufuk Ötesi ailesiyle birlikte kutlamanın hazzıyla başlıyorum.
Süleymaniye Darüzziyafe’de gerçekleşen, Türklüğün ve Kıbrıs davasının bayraklaşan ismi Sayın Rauf Denktaş’ın katılımıyla onurlandırdığı görkemli törende, gazetemizin sahibi ve Basın Birliği Genel Başkanı Sayın Kemal Çapraz’ın, “Niçin Ufuk Ötesi?” sorusuna cevap niteliğinde yaptığı açıklama hayli düşündürücüydü:
Çünkü Türkiye’de maalesef medya neredeyse tamamen tekelleşmişti. Eskiden satılık kalemlerin varlığından söz edilirken, bugün kiralık kalemin sayısı dahi bilinmez hale gelmişti. Kamuoyunun gözü kulağı olması gereken basın, görevini yapamaz ve halk da ülke gerçeklerinden haberdar edilemez duruma gelmişti.
İşte Ufuk Ötesi, vatanına ve ülkesinin insanına yürekten bağlı, kimsenin güdümünde olmadan, kimseye bağımlı kalmadan, doğruları yazma konusunda, gerektiğinde kalemini kıran ama asla satmayan, azimli, inançlı, kararlı insanların; ve yine bu şuur bu sadakat bu samimiyetle Ufuk Ötesi’ne sahip çıkan okuyucuların bir araya gelmesiyle doğmuş ve bugün dördüncü şeref yaşına ulaşmıştır. Nice kırk dörtlü yıllara…
***
Sevgili okuyucular,
Bizans entrikalarını geride bırakacak kadar türlü entrikanın, hile ve desisenin, oyun üstüne oyunların tezgahlandığı; üstelik de her birinin bir hizmet, bir başarı, bir gelişme olarak lanse edildiği karmakarışık bir dönemdeyiz…
Dolayısıyla bugün ortaya konulan bir gelişmenin, unuttuğumuz dün veya dünlerinde bir evveliyatı olduğu gibi, yarın ve yarınlarda da bir hedefi olduğunu mutlaka ve mutlaka düşünmek zorundayız.
Bu bağlamda isterseniz, bu ayki yazımızda ülkede yaşanan özelleştirme mücadelesiyle, öte yanda yolsuzlukları sebebiyle hükümet(lerimiz) tarafından millet adına hesap sorulan iş dünyasının ve belli isimlerinin geldiği nokta arasında, kimsenin aklına getirmediği veya getirtilmek istenmeyen ne gibi bir münasebet olabilir, bunu irdelemeye çalışalım.
Tabii yerimiz yetmeyeceği için düşünmeyi kamuoyunun takdirine bırakarak sadece isimlere ve olaylara işaret edip geçeceğiz. Şimdi pazılın parçaları…
Pazılın birinci parçası:
Mevcut hükümet( her hükümet aynısını söyledi) seçim öncesi halkın çok da hoşuna gidecek bir vaatte bulunmuş ve “Tüyü bitmedik yetimin hesabını soracağız.” demişti. İktidarda hesap sorulmaya (!) başlandı mı? Başlandı… Türkiye’de belirli birikime, belirli güce belirli yatırıma imza atmış birçok kuruluş TMSF tusunamisi sebebiyle hallaç pamuğu gibi savruldu. Uzanlar Karamehmetler, Erol Aksoylar falan… Biraz daha evveliyatına giderseniz, hallaç pamuğu gibi savrulma kategorisine Halis Toprak’ı, Kombassan’ı, Yimpaş’ı, Jet-pa’yı, hatta bu ülkenin insanı olarak sermayedar olunmuş ve sonunda bir şekilde akamete uğramış tüm kişi ya da kurumları dahil edebilirsiniz.
Pazılın ikinci parçası:
Özellikle bizim gibi ülkelerde, istisnalar kaideyi bozmaz, siyaset, bürokrat ayağı olmadan holding bazında iş adamlığının olunamayacağını hepimiz biliyor muyuz? Yani, bugün hesap sorulan ve hemen hepsinin de müthiş açıkları ortaya çıkartılıp, varlıkları ellerinden haraç mezat alınan bu iş adamları, bu kuruluşlar bu servete bu iş gücüne siyasetin ve bürokratın desteğiyle gelmedi miydi? Eğer suçlu aranırsa niçin sadece bunlar suçlu oluyor? Aile fotoğrafının diğer gerdanlıları nerede?
Pazılın üçüncü parçası:
Bu sermayedarlar (% 100 suçlu olsalar bile, banka hortumlasa, usulsüz kredi kullansa vs yapsa da, o tartışmanın ayrı bir boyutu ve tabii ki asla tasvip edilmeyen kısmı) kendi özel hayatlarında yatlarda katlarda keyif sürseler bile, esas sermaye ve yatırımlar yine bu ülkede olmuyor muydu? O sermayeden bu ülkenin insanı geçimini sağlamıyor muydu? Elde edilen sermaye yeni yatırımlara dönüşürken yine bu ülke adına yapılmıyor muydu? Örneğin Çeaş ve Kepez’den dolayı mağdur olan onyedibin işçinin arasında kaç tüyü bitmedik yetim vardı? Veya Dünya Borsasına açılacak olan ilk Türk şirketi Turkcell’in haraç mezat (yabancı sermayeye) satılmak zorunda bıraktırıldığında hangi tüyü bitmedik yetimin hakkı sorulmuş oluyordu? Hem bunlar haraç mezat kime satılmış oluyordu? Alanlar kimlerdi?
Pazılın dördüncü parçası:
Hükümet(ler) şöyle bir kontrol ettiğinde, koca koca firmaların usulsüz olduğu anlaşılıveriyorsa (ki açık vermeyecek firmanın alnından öpmek gerekir) tuz koktu denilecek derecede bu yerli sermayedarların hepsi sahtekar mıydı? Öyleyse Türkiye’de Türk milli sermayesini oluşturacak kaç yerli sermayedar kalıyordu? Oluşturmak isteyenlere önceden gaz verilip, şişirilip sonra balonları söndürülerek bu yatırımcılarla dalga mı geçiliyordu? Ya da yatırım için namuslu dürüst olanlara değil de niçin böylelerine kapı aralanmıştı?
Pazılın beşinci parçası:
Bu kurum ve kuruluşların sermayeleri tarumar edilip, çalışanları mağdur bırakılıp, genel anlamıyla iflas ettirilmesiyle hükümet ve devlet ve dolayısıyla Türkiye ne kazanmıştı? Yani amiyane tavırla yapılan hayır ürkütülen kurbağaya değmiş miydi? İsterseniz bunu, TMSF Başkanı’na sorulan soru ve verdiği cevapla anlayalım.
Soru:
Bazı hesaplamalara göre 75 milyar dolar para hortumlandı. Sizin resmî rakamlarınıza göre 46 milyar dolar diyelim. Ne topladınız şimdiye kadar?
Cevap:
2 buçuk milyar dolar. Bunun da bir milyarı bizim son bir senemizde yapıldı.
Soru:
Yani sıksanız kendinizi, bu kadar daha ya çıkar, ya çıkmaz.
Cevap
Ne toplayabileceğimizi hesapladık. Sizin teşhisinize hak verdirecek bir rakam çıktı. Bundan sonra da 6 buçuk milyar dolar toplarız.
Pazılın altıncı parçası:
TMSF bir bardak suda bu kadar fırtına kopartarak, onun yatı, bunun tablosu, ötekisinin villasını satarak en fazla altı milyar toplayabilecekken, diğer taraftan 18 Nisan 2001 tarihinde TOBB'un hazırlattığı "Savurganlık Ekonomisi" başlıklı raporda, 1990 -2000 yılları arasında Türkiye'yi yöneten siyasi ve ekonomik kadroların neden olduğu savurganlığın 195.2 milyar dolara ulaştığının bildirilmiş olması nasıl bir durumdur?
Pazılın yedinci parçası:
Türkiye’nin İMF’den aldığı kredilerin toplamı ne kadardır? Yaklaşık 25- 30 milyar dolar…
Pazılın sekizinci parçası:
Türkiye, özelleştirme adı altında satışını yapmaya kalktığı tesislerinin kurumlarının tamamını satmış olsa elde edeceği gelir ne kadardır? Rakamlardan ziyade şöyle bir soralım tüyü bitmedik yetimler adına. Özelleştirme olmadan önce, bir devlet memurunun, işçinin vb geliri ne imiş, özelleştirme sonrası ne olmuş? Halkın alım gücünde bir iyileştirme mi yapmış özelleştirme? Yoksa ülkede özelleştirmeden, ihracattan, İMF kredilerinden vs elde edilen total artış, sadece bir kısım kaymak tabakaya mı akmış? Diğer bir deyimle, önceden milli gelir dağılımı örneğin toplumun % 50’sini 60’ını kapsar iken, bugün bu oran niçin % 10’lara hatta % 5lere kadar daralmış durumda. Bir siyasetçinin samimi bir ifadesinde dediği gibi, yetmiş milyonun tamamı aslında toplasan otuzbin kişinin refahı için çalışıyor. Böyle bir toplumda özelleştirmenin topluma ne faydası oldu oluyor veya olacak?
Pazılın dokuzuncu parçası:
Pektim gibi, Türk Telekom gibi, Tekel gibi mevcut büyük kurumların özelleşmesinde bu kurumlara tek başına olmasa da konsorsiyum olarak teklif verebilecek Türk sermayesi kalmış mıdır? Kalmamıştır. Kalmamışsa bu kurumlar ister istemez yabancı sermayeye satılmış olmayacak mıdır?
Pazılın onuncu parçası:
Yabancı sermaye, bu kurum ve kuruluşları işleterek elde ettiği geliri, yatırım olarak Türkiye’ye mi aktaracaktır, kendi ülkesine mi?
Bu pazılları birleştirince fotoğraf ortaya çıkıyor. Bir ülkenin ekonomik olarak nasıl çökertildiği gayet net anlaşılıyor. Bir ülkeden siyasi tavizlerin çok da kolay nasıl alınabildiği anlam kazanıyor?
İnsan ister istemez vay be diyor. Diyor ama tiyatro çoktan sona ermiş, ışıklar yanmış ve perdeler kapanmaya başlamış oluyor…
Devlet olmak, hükümet olmak bu gerçeği görebilecek vizyona sahip olmak demektir.


unalbolat@netbulmail.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002