Kasım 2008

Ö T E S İ

 

8.12.2024 



Geniş Açı

 
Ali Arif Esatgil

Anayasal budun boyu...


"Düştü de kaleler tek tek Tınmadı ne kulak, ne yürek" Sığ sulara vurdu kendini... Hoş o vurmasa, dalgalar sürükleyecekti. Gecenin bir vakti, dolunay ürpertisi ışıdı gözlerinde. Denizin tuzlu tadı gezindi dudaklarında. Ha gayret, bir kaç kulaç daha... Son bir çaba, bir kaç metre ötedeydi kıyı. Gözleri karardı. Genzi sızlıyordu.

Ayaklarının kimi zaman yosunlara dolandığını, kimi zaman istiridyelerden parçalandığını hissediyordu. Son bir kaç metre uzadıkça uzamış, saniyeler saat gibi gelmeye başlamıştı. Gücü tükenmek üzereydi ki, iskelenin tahta korkuluklarından birini yakalamayı başardı. Üstü yosunlu korkuluk kaygan ve yapış yapıştı. İğrendi fakat bıraksa sulara gömüleceğini biliyordu.
Bir süre gözleri yumulu öylece kaldı suyun içinde. Kâbus bitmişti. Tekneden nasıl atladığını ya da atıldığını neredeyse unutmak üzereydi. Ama kulaklarında bir takım kahkahalar çınlamayı sürdürüyordu.
En son hatırladığı 'şefin salatası' üzerine yoğun bir tartışmaydı. Öğle vakti başlayan tarif, gecenin geç saatlerine kadar sürmüştü. İlk gelen salatadan tadanlar burun kıvırmaya, kem küm etmeye başlamışlardı. Kimi neden sirkeli değil de limonlu olduğunu sorguluyor, kimi domateslerin daha ince kıyılması gerektiği üzerinde ahkam kesiyordu. Soğanı fazla bulanlar kadar, marulun yetersiz olduğuna hükmedenler de seslerini yükseltiyordu. Durum şefe iletildi. Teknede bir huzursuzluktur gidiyordu. Garsonun haberdar etmesiyle şef geldi. Kaptan, salatada sirke yerine limon kullanılması istedi. Soğan çıkarıldı. Domates, marul ve hıyar oranları inceden inceye hesaplandı. Şefin eline tutuşturuldu. Bir saat sonra şef döndü. Ne var ki, çatalın ucunu değdiren kaptan yüzünü ekşitince, tartışma yeniden başladı. Bir gürültüdür gidiyordu. Salata kavgasındaki ciddi duruşunu muhafaza eden kaptan, fırtına ve yağış yüzünden telsiz irtibatının kesildiğini, karadan hayli uzaklaştıklarını fısıldadı tekne sahibine. Oralı olmadı sahip... Bir komutan edasıyla göğüs hizasında tuttuğu purosundan bir nefes daha aldı. Pantolonunun cebindeki diğer elini çıkarıp, işaret parmağıyla salataya dokundu ve tadına bakmak için dudaklarına götürdü. Herkesin gözü ona çevrilmişti. Yüzündeki ifadeden kimse bir ipucu çıkaramadı. Bu kez gözlerini masanın etrafındakilere çevirdi. "Kıvamında değil" dedi tok bir sesle... Şef yeniden çağrıldı. Oranlar, kullanılacak malzeme bildirildi. Bir takım soslarla süslenmesi istendi yapacağı yeni salatanın. Ee, tekne sahibi öyle istiyordu. O da denileni yapmak üzere mutfağın yolunu tuttu.
Sicim gibi yağmur yağıyordu. Baharın son günleri olmasına rağmen, şaşırtıcı bir fırtına vardı. Dördüncü ya da beşinci salata masaya geldiğinde, artık yolculardan bazıları yorgun ve bezgin düşmüş, teknenin uç tarafına çekilmişti. Masanın etrafındakiler hararetle tartışıyordu. Bu saatten sonra şefe verilen tariflerden hiçbirinin kimseyi mutlu etmeyeceği ortadaydı. Şef bütün maharetini ortaya koysa da, salatanın kıvamını bir türlü tutturamıyordu. Büyü bozulmuştu. Masadakilerin daha önce büyük bir iştahla yedikleri salata bir anda gözden düşmüştü. Halbuki, suyuna ekmek banmak için bile birbirleriyle yarışıyorlardı.
"Toku ağırlamak güçtür" dediğini hatırladı birden. O andan itibaren salata konusu kapanmış ve üstüne gelmeye başlamışlardı. Kimileri hak veriyor, kimileri de yeriyordu. Yine uğultular yükselmeye başlamıştı:
-30 gram tuz olmalı!
-Ben limon sevmiyorum.
-Sen ne dediğini bilmiyorsun...
-Atalım mı şunu denize?
-Yok, kendi atlasın...
-Atlayamaz, korkar
Ellerindeki ıslaklık rahatsız etmeye başlamıştı... Gözlerini açtı... Ter içinde kalmıştı. Elinde, yol üzerindeki manavdan aldığı ve iki diş attığı Çengelköy hıyarıyla, televizyonun başında sızıp kalmıştı. Gece bülteninde dış ses bir beyanat okuyordu:
"Bundan böyle ırk, din, dil, etnik, soy, sop..."
Kalktı ve televizyonu kapattı.
"O kâbustan sonra, bu pembe dizi gibi geliyor" diye mırıldandı. "Demek ki, bundan sonra Anayasal budun boyu"na demirleyeceğiz..."
Gün baca da gündüz niyetine, rüyamızı naklettik. Sabah ola, hayrola...


aliarifesatgil@hotmail.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002