Kasım 2008

Ö T E S İ

 

8.12.2024 



Milli Sıtrateji

 
Dr. Alptürk Ünlü

ERMENİ SOYKIRIMI YOKTUR!


Yine varsayalım tutukladı ve ceza verdi. Ceza bitti, yine Türkler bir daha aynı kelimeleri söyledi, bir daha mı tutuklayacak? Bakınız bu yasa, İsviçre için çıkmaz bir sokaktır. Biz Türkler, çıkmaz sokakta bizi yakalamaya, kıstırmaya çalışan bu İsviçre’yi ve Ermeni Soykırımı ile ilgili yasasını etkisiz kılmak için, hep beraber onların çıkmaz sokağına hücum etmeliyiz.

Tarihi boyunca emperyalizmin kasası olan İsviçre adlı bir ülkede, saçma sapan bir karar alınmıştır. Bu karara göre: ‘Ermeni Soykırımı Yoktur’ dediğinden dolayı, Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu için tutuklanma kararı çıkartılmıştır. Evet, emperyalizmin kasası olan bu ülkede hangi paralar, kimin ya da kimlerin paraları ne şekilde, ne amaçla saklanıp, korunmaktadır? Bu korunup saklanan paralarda, kimlerin alın terleri, kanları ve canlarının payları vardır? Malumunuz olduğu üzere, acaba çok para haramsız olur mu? Bu paralarda haram varsa, bu haramlardaki haksız kazanç paylarına, emek sahiplerinin bedelleri ödenmemiş alınteri, kan damlaları ve can vermenin feryadı figanı karışmış mıdır? Örneğin, bir zamanlar İran’da Şah olduğunu söyleye söyleye yaşamış ve sonunda da ülkesinden kaçmış olan Muhammed Rıza Pehlevi adlı şahsın ve soyunun, İsviçre bankalarında ne kadar parası vardı? Bu paralarda da, İran’da yaşayan kaç milyon insanın hakkı vardı? Acaba, Orta ve Güney Amerika, Afrika ve Asya’daki ülkelerde diktatörlük yapmış olan başka liderlerin de İsviçre bankalarında paraları var mıydı? Bizim ülkemizde, bilhassa 1980 sonrasında, olumsuzluk kumpası ve tezgahını politikacılar eliyle kurmuş olanlar var mıdır? Başka bir söyleyişle, banka ve benzeri kuruluşlar eliyle, paraları bir mıknatıs gibi halkın elinden çekerek, gizlice İsviçre bankalarına yatırmış olan yerli haramzadeler bulunmakta mıdır? Haramzadelerin İsviçre’de üzerlerine kayıtlı paralar varsa eğer, bu haramzadelerin haramlarını saklamak ya da korumak demokrasinin hangi maddesi ya da ilkesiyle bağdaşmaktadır? Bazı vicdansızların paralarını saklama pozisyonuyla, insan haklarının çoğunluk adına olması gereken yönü, demokrasi anlamında ihlal ve de ihmal edilmiyor mu? Bu mudur, demokratik olmak? Demokrasiden bahsedip durmak, insanların hakları üzerinden yöneticileri tarafından ya da o yöneticilerle beraber hareket edenlerce paralarının gasp edilip gizlilik içinde saklanması mıdır? Bu mudur demokrasi? Yoksa demokrasi oyunu oynayanlar, sadece bu oyunu kendi kurallarınca ve işlerine geldiği gibi oynamak mı istiyorlar? Acaba onların kirli yüzleri, bir çeşit demokrasi oyunuyla mı ya da maskesiyle mi örtülüyor? Gasp edilen emeklerin, dökülen kanların ve zorla alınan canların üzerine, hiçbir şey olmamış gibi oturup durmak ve o kanallardan temin edilen paraları saklamak, korumak, neyin nesidir? Ey Türk milleti, böylesine insanlık tarihinde sicili bozuk bir ülke, adalet dağıtma palavrası altında komedyence faaliyetler içersine düşmüş görünmektedir. Bu durumun başka bir gerçeğine baktığımızda, Yusuf Halaçoğlu gözümüzde büyümekte ve büyüdükçe, kantoncu İsviçre iyice küçülmekte ve de küçülecektir de...
İnsanlar bazen ne güzel toplum pisikolojisinin gereğini yaparlar. Örneğin bir olay karşısında, baskı kurucuya karşı, ortak bir anlayışın ürünü olarak, orada bulunan herkesin hep beraber tavır alması, dayanışmanın en güzel örneği ise, milli dayanışmanın en güzel örneği de istenirse yapılabilir. Türk milleti, öğretim üyesi ve Türk Tarih Kurumu Başkanı olan Yusuf Halaçoğlu’nu sahiplenip, korumalıdır. Kimdir Yusuf Halaçoğlu? Yusuf Halaçoğlu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde yetişmiş ve Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalında ihtisas sahibi olmuş bir öğretim üyemizdir. Yusuf Halaçoğlu’na sahip çıkıp, korumalıyız? Peki, nasıl sahip çıkarak koruyup, düşüncemizi uygulayabiliriz? Belki bazılarınız, Yusuf Halaçoğlu’nu vermemeliyiz diyeceğimi düşünüyor. Hayır, böylesi bir koruma ve himaye, sadece basitlik kokan bir anlayışın ürünüdür. Bu durumda siz, muhatabınızı sanki haklı duruma düşürüyorsunuz anlayışını da verebilirsiniz. Dolayısıyla onlar ‘bakınız, Türkler bu konuda suçludurlar ki, bizim yargımızdan kaçıyorlar’ edebiyatını da yapabilirler. Bizim hiçbir şeyden korkumuz olmamalı; ölüm de dahil... Çünkü korkakların korkusu, onların gelecek kaygısını ve geleceklerini ve geleceklerindeki umutlarını dahi ellerinden alabilir. Öyleyse biz ne yapalım? İsviçre yasalarına göre, Yusuf Halaçoğlu’nun yaptığı suçmuş, biz de o zaman, İsviçre yasaları bu konuyu nasıl olumsuz bulmuşsa değiştirene kadar, bıktırana kadar, akıllarını bu konuda başlarına alana kadar, o malum suçu işleyelim. Ben bu suçu, şimdi bağıra bağıra işliyorum: “Tarihte ve tarihimizde Ermeni Soykırımı yoktur”. Bu suçun işlenme yöntemi eğer İsviçre’de yapılıyorsa, oraya gidip, o suçu orada da işlemeye hazırım. Eğer bu suç, İsviçre’nin buradaki Elçiliği ve konsoloslukları bünyesinde oluyorsa, o binaların önünde içinde ya da telefonla, mektupla, telgrafla, internet ile o malum suç işlenebiliyorsa, o suçu bağıra bağıra, yaza yaza işlemek istiyorum. Siz de eğer akılcı, gerçekçi bir Türk milliyetçisi iseniz, bu suça, hep beraber ortak olup, işleyelim diyorum. Yani kısaca : “Ermeni Soykırımı yoktur!” İsviçreli yetkililer gelsin beni tutuklasınlar ve bu işe baş koyan insanların sayısı milyonlar olursa ne olur? İsviçre çöker, batar ve yıkılır. İsviçre’nin kara paracı olması, onun ekonomik anlamda güç sahibi olmasını sağlıyorsa da; İsviçre’nin nüfus açısından, eti nedir, budu nedir? Gerçekten de batı kapitalizminin en önemli kasalarından birisi olan ve finans kapitalin gelirlerinden kişi başına en çok beslenen bu ülkenin, normal koşullarda, dürüstlük, aklık, paklık gibi derdi olmamalıdır. Çünkü kendisi finans kapitalin pisliğinin içersinde, yıllarca kulaç atıp durmaktadır.. Ayrıca ilaç, saat vb. alanlarda da önemli gelirleri olan bu ülkenin, toplam nüfusu, İstanbul ilinin yaklaşık yarısı kadardır. Bu durumda varsayalım ki, dünyadaki Anadolu ve Azerbaycan Türklerinden on milyonu, “Ermeni Soykırım Yoktur” dedi. Ne olacak? İsviçre bu insanları tutuklayabilecek mi? Yine varsayalım ki, İsviçre bu insanları yasası gereği tutukladı. Peki, İsviçre bu insanları nereye koyacak? Yine diyelim ki, bu Türkleri tutukladı ve ceza da verdi. Ne kadar besleyebilecek? Arkadaşlar dikkat ediyor musunuz, biz Türklerin eline müthiş bir fırsat geçmiştir. Bunu organize olarak değerlendirmeliyiz. Bu değerlendirme sonucunda İsviçre ve benzer kafadaki ülkelere böylesine basit demokrasi oyunları ile cevap verebiliriz. O zaman bu çeşit ülkeler, böyle ulu orta “Ermeni sorunu” vb. kavramları da kullanamayacakları gibi, yasalarına da alamazlar. O nedenle İsviçre taze ve güzel bir örnektir. Onlar Alp dağlarındaki inekleri gibi, biz akıllı Türklerin kendisini sağmasını bekliyor. Örneğin bu Alplerdeki ineği sağmak isteyen akıllı Türkler çıkarsa ya da ülkemizdeki işsiz olanlar kapağı İsviçre’ye atmaya çalışırlarsa ve bu kapağı atmada “Ermeni Sorunu Yoktur” derlerse, bu akıllı Türkler ile işsiz Türkleri, İsviçre tutuklayabilecek mi? Yine varsayalım tutukladı ve ceza verdi. Ceza bitti, yine Türkler bir daha aynı kelimeleri söyledi, bir daha mı tutuklayacak? Bakınız bu yasa, İsviçre için çıkmaz bir sokaktır. Biz Türkler, çıkmaz sokakta bizi yakalamaya, kıstırmaya çalışan bu İsviçre’yi ve Ermeni Soykırımı ile ilgili yasasını etkisiz kılmak için, hep beraber onların çıkmaz sokağına hücum etmeliyiz. O nedenle İsviçre ve o yasası bu hücumu bekliyor. Belki bizim gibi kafadarları tutuklayacak, ama nereye kadar? İşte gelin tutuklayın, diyorum! Şimdi bütün Türkler, Ermeni Soykırımı yoktur demeli. Gücü yetiyorsa İsviçre gelsin tutuklasın Milyonlarca Türkü hangi hapishanesine dolduracak! Yoksa ülkesini Türkleştirmek mi istiyor? Bütün Türkleri oraya mı davet ediyor? Yusuf Halaçoğlu, onurlu bir Türk olarak görevini yapmıştır. Kaldı ki, Türklerin tarihinde gerçekten soykırım diye bir şey yoktur. Soykırım, katliam Hocalıdadır, Doğu Anadolu’dadır, Kırım’dadır ve Ahıska’dadır. Görüyorsunuz, İsviçre denilen her zaman her ortamda siyasi renk vermeden dolaşan bu ülke, şimdilerde nasıl renk veriyor. Bu ülke, Hitler döneminde bile, o kargaşalı günlerde dahi aradan sıvışmamış mıydı?
GELELİM SOYKIRIM MASALINA...
Arkadaşlar siz, bir buçuk milyon sayısını oturup saydınız mı? Düşününüz bu sayı ne kadar zamanda sayılabilir? Örneğin üç saatte, beş saatte ya da on beş saatte ve zorlayın, acaba bu sayı, yirmi dört saatte sayılabilir mi? Sayılamaz! Arkadaşlar normal bir sayım yöntemiyle bir buçuk milyon sayısını saymak, bir insan için günlerce sürebilir. Yiğit olan ve zamanı bol olanlar sıkıysa denesin! Peki, bir buçuk milyon insanın sayımı, bu kadar uzun sürüyorsa eğer, öldürülmesi o kadar kolay mıdır? O zaman, bu sorunun temelsiz olduğun anlayabilmek için, varsayalım o insanlar öldürüldüler ve bu insanların her birine kadın-erkek ve çocuk olarak ayırt etmeden ortalama, bir boy ve vücut rakamı verelim. Bu rakam dahi, onların lehine olmak üzere normal pozisyondan düşük olsun. Örneğin bir metre elli santim boy, elli kiloluk bir ağırlık tespit edelim. Bu ortalamaya yönelik boy ve kiloya mensup olan bir buçuk milyonluk kütlenin kaplayacağı mezarlıkların yüzölçümlerini tasavvur edebilir misiniz? Mademki bir buçuk milyon insan Anadolu’da öldürüldü, öyleyse bu kadar insanın mezarı nerededir. Üstelik soykırım olduğuna göre, ölümler de toplu yapılmış olmalıdır. Çünkü bir buçuk milyon sayısını saymak ne kadar zor ise, öldürmek ve o ölüler için tek tek mezar bulmakta zor olur. Öyleyse en gerçekçi ve mantıklı düşünce, bu ölülerin mezarları toplu bir şekilde olmalıdır. Öyleyse nerede bu mezarlar?
Orhan Pamuk denilen şahıs, bu konuda midesinden, bağırsağından konuşacağına bir buçuk milyon Ermeni’nin toplu mezarlarını göstersin? Bu konudaki benzer yol arkadaşı olan ve Sabancı Üniversitesi tarafından beslenen Halil Berktay’da toplu mezarları gösterebiliyorsa göstersin! Arkadaşlar, yok öyle bir katliyam ve mezar. Zaten olmayan katliyamın mezarı mı olur? Kaldı ki, Ermenilere soykırım yapmayı düşünen bir devlet, İstanbul ve Türkiye’nin batısındaki Ermenileri, bunun dışında tutabilir mi? Aslında dünyada soykırımların gerçek mucidi olan Anglo-Saksonların, tarihte toplulukları ne hallere getirdikleri hepimizin bildiği gerçeklerdir. Nedir bu gerçekler? ABD’deki kızılderililerin katliyamları değil midir? Bu katliyamlar, ABD’nin Atlas okyanusu kıyılarından, Pasifik kıyılarına kadar, yüzlerce yıl sürecek şekilde yapılmamış mıdır? Bugün “Mohikanların Sonuncusu” ifadesi, kaç kişiye ne çağrıştırabilir? Anglo-Saksonlar, bu cinayet, katliyam ve soykırım konularında çok hünerlidirler. Bu hüneri, Avustralya’da ve Afrika’da da göstermişlerdir. Hiroşima ve Nagazaki gerçeği de bunun diğer bir delilidir. Anglo-Saksonlar bu konuda yeteneklidir de, Cermenler onlardan aşağı kalır mı? Örneğin Cermenlerin en büyük kolu olan Almanların yaptıklarını herkes bilmektedir. Bunlar Yahudiler üzerinde uygulandığı için ve Yahudiler de günümüzde dünya medyalarının imparatorluklarına sahip olduklarından, Almanların yaptıklarını her ortam ve durumda, roman, anı, film ve belgesel olarak dünya kamuoyuna sunmaktadırlar. Dikkat buyurun, Almanların yaptığı katliyamdır. Pilanlı, purogramlı, bilinçli ve de isteyerek yapmışlardır. Almanların yaptıkları bu bilinçli ve pilanlı katliyamlarda, elbette milyonlarca insan ölmüştür. Bu insanların öldürülmesi dahi, yıllarca süren faaliyetlerin sonucunda olabilmiştir. Üstelik ölülerin fırınlarda yakılma pozisyonlarına rağmen Almanların katliyamları da öyle bir ayda, beş ayda bitmiş değildir. Niçin? Çünkü Almanların hazırladığı ortamlarda da, geceli gündüzlü ve vardiyalı çalışılsa dahi, öyle milyonlara tekabül eden nüfustaki insanları, üç-beş ayda öldürebilmek kolay değildir. Bunu anlamak için bir sayısından milyona kadar sayı saymanın zorluğunu yaşayın da görün! O zaman kolayca anlarsınız. Öyleyse Anadolu’da göç ettirilen Ermenilerle ilgili olarak, onların iddia ettikleri soykırım kaç ayda ya da yılda yapılmış olabilir? Bakınız tehcir Nisan 1915’in sonlarında yürürlüğe kondu. Bundan sonraki faaliyet işleminin öyle yıllarca sürecek şekilde olmadığı da hepimizin gerçeğidir. Anglo-Sakson ve Cermenlerin katliyamlarını, soykırımlarını gördük de, Latin-Cermen karışımı olan Fıransızları ötekilerden ayırmak doğru mudur? Hangi konuda? Cezayir’de yaptıkları katliyam konusunda... Elbette ayıramayız. Onlar, batının üç kağıtcı kardeşleridir. Ayrıca diğer latinlerden Portekiz ve İspanyolların, Güney Amerika’da, İtalyanların da, Habeşistan ve Libya’da yaptıklarını da unutamayız. Öyleyse, Anglo-Sakson, Cermen ve Latinlerin ortak olan çok önemli bir yönünü de görmüş olduk. Yani: soykırımcı, katliyamcı yönlerini... Peki Sılavlar bunların dışında mıdır? Hayır, elbette hayır! Onlar da bu işin tam içersindedir. Nerede? Ahıska’da, Kırım’da, Volga boylarında ve Kafkas halklarının diyarındaki sürgünleri ve katliyamları artık tarih çok iyi biliyor? Diğer bir Sılav gurubu da Bosna’da neler yaptı? Bunlar, bütün insanlığın gözleri önünde yaşanmadı mı? Biz burada, Anglo-Sakson, Cermen, Latin ve Sılav derken elbette kastımız, batının düşüncesine onların üslubuyla cevap vermek şeklindedir. Bir millet veya bir topluluğu suçlamak hedefimiz değildir. Çünkü Anglo-Saksonların da, Cermenlerin de, Latinlerin de ve Sılavların da iyi insanları olabilir. Suç, onları o ortam ve dönemlerde yöneten yöneticilerdedir. Fakat, bizim onları bu şekilde nitelememiz, Türklerin bazı batılılar tarafından, soykırımcı ve katliyamcı olarak nitelenmesindendir. Kaldı ki, Ermeni tehciri yapıldığında Başbakan kimdir Sayit Halim Paşa değil midir? O bir Türk müdür? Sayit Halim Paşanın Türklük diye bir derdi olmuş mudur? Kendisi Mısırdaki hanedana dayanır. Hayin Mehmet Ali Paşa soyundandır. Bu Mehmet Ali’nin de nereye dayandığını tarih bilenler size söylesinler. Ermeni Tehciri döneminde İçişleri Bakanı kimdi? Türk müdür? Çingene Talat dedikleri kişinin, gerçekte Türklük diye bir sorunu var mıydı? Onun için varsa yoksa iktidarda güç olmak en büyük hedef değil miydi? Onun iktidar uğruna ayak oyunları da meşhur değil miydi? Ya Maliyeci Cavit kimdi? Ve o bazılarına göre 33. dereceden neciydi? Kurtuluş Savaşı sırasında nasıl saklanma becerisini göstermişti? Niçin işgalciler pek çok kişiyi bulurken, tutuklarken bu şahsı bulamamışlardı? Yine Ermeni teröristler, Sayit Halim Paşayı Roma’da Talat Paşayı Berlin’de bulurken, bunlara Bahaddin Şakir ve benzerleri de eklenirken, neden maliyeci Cavit bulunamıyordu? Bu şahıs, onlarla birlik olup, aynı hükümetin üyesi değil miydi? Yine bu şahıs, herkes Ankara’ya doğru öyle ya da böyle geçmeye çalışırken, niçin geçmek konusunda ısrarcı olmamıştı? Onun, Türklerin kurtulması diye bir derdi gerçekten var mıydı? Eğer böyle bir derdi yoksa, olmaması için ne sebep bulunabilirdi? Dönme olan Maliyeci Cavid ve yine kendisi gibi dönme olan Dr. Nazım, niçin Atatürk döneminde idam edilmişlerdi? Bu idam edilenlerin yakınları, daha sonra Türkiye’de hangi pozisyonda görev almışlardı? Bu ve benzeri çizgide olanların, Mustafa Kemal Atatürk’ten rövanş alma çaba ve sorunları olmuş mudur? Bu rövanş almada, gayri milli olmak ya da anti ulusalcı olmak, mihenk taşı mıdır? Diyoruz ki soykırım yoktur; dolayısıyla doğu bölgesindeki Ermenilerin bölgeden göç ettirilmeleri olayı vardır. Biz buna tehcir diyoruz. Niçin tehcir yapılmıştır? Osmanlı devletinin geleceğinden kaygı duyulduğu ve Ermenilerin yaşadığı coğrafyanın güvenliğinin sağlanması için bu tehcir yapılmıştır. Bu olay, hayatın gerçeğinde sıtratejik bir tercihtir. Olmayacak duaya amin demek her neyse; olmayan bir soykırımı kabullenmek enayilik ya da aptallık değil midir? Türk milleti içersine sızarak, bu soykırım palavrasını gündeme getirenler, bu konu üzerinde bitleri kanlananlar ve kanlanma ile iyice şımarıp canlananlar olabilir. Hatta bunu gafletin bir sonucu olarak benimseyen ya da kabul etmeyi tarihi bir gerçek olduğunu sanan Türkler de bulunabilir. Fakat biz ve bizim gibilerin bu palavrayı benimsemesi mümkün değildir. Çünkü bu, olmayacak, geçmeyecek bir duadır. Bu bağlamda diyoruz ki: “Tanrı Türk’ün, akıllısını, çalışkanını, onurlusunu ve şereflisini korusun ve yükseltsin! İlgisiz, tembel, sorumsuz ve hayinliğe eğilimli olanlara akıl versin ve yine de akıllanmıyorlarsa, layık oldukları cezayı versin!
SOYKIRIM MASALI İÇİN BAZI SORULAR
Geçmişteki Ermeni sorununun, ilk ayağı Alman büyükelçisi Vangenhaim’in, pilanının bir tezahürü olmasın sakın! Çingene Talat denilen şahsın, Türk milliyetçiliği diye bir derdi var mıydı? Başbakan Sait Halim Paşanın, Maliye nazırı Cavit Bey’in ve yakın geçmişin hızlı solcusu ve günümüzün kürtsevercisi Hasan Cemal’in dedesi Bahriye Nazırı Cemal Paşanın Türklük konusunu yücelttiği ya da yükselttiği bir durum, bulunuyor muydu? Ermeni tehciri kararında, 3.Ordunun etkisiz kılınması ve 5. Ordunun İngiliz-Fransız baskısına 18 Mart’tan itibaren uğramasının etkileri de incelenmiş midir? Örneğin Yahya Kemal’in örnek verdiği Orhan Şemseddin Bey’in Kafkasya ile ilgisi neydi? Kafkasya güzergahındaki Ermenilerin, onların vatanlarının önünde engel olup olmadığı düşüncesi ve bu uğurdaki hedefler incelenmiş midir? Ermeni tehciri sonrasında, Diyarbakır Valisi Çerkez Reşit Bey için: “Diyarbakır’da Ermenilerin katli için emir vermiş, bu işte bir takım Çerkez jandarmaları istihdam etmiş” suçlaması yapılmamış mıdır? Çerkez Reşit Bey, ele geçmemek için intihar etmiş midir? Yapılan Ermeni Tehcirinde Çerkez ile Kürtlerin saldırıları ve cinayetleri olmuş mudur? Bunlardan Çerkez Ahmet ve Nazım adlı kişiler Ermeni, öldürmüş müydü? Bunlar Şam’da yakalandıklarında, çantalarında kadın yüzüğü, bilezik, küpe ve mücevher bulundu mu? Çerkez Ahmet ve Nazım mahkemede, zengin olmak için cinayet yapmış oldukları belli oldu diye, Şam’da asıldılar mı? Ermeni Tehcirinin yapıldığı bölgede, Kürt eşkiyasının Ermenileri öldürdüğü iddiaları doğru muydu? Doğu ve Güneydoğuda Ermenilerin bıraktıkları toprakları, sonraları ele geçiren Kürtler olmuş mudur? Ermenilerin bıraktıkları topraklar hakkında Diyanet’in eski başkanlarından Süleyman Ateş’in düşüncesi ne olmuştur? Günümüzde her şey, her haliyle Türk milletinin üzerine yıkılmıyor mu? Bunları üzerimize yıkanlar kimlerdir? Ermeniler konusunda, insanlık adına suçlu gerçekten var mıdır? Ermeniler, günümüzde Ermenistan’da başka bir ırk bırakmış mıdır? Fanatik Ermeniseverden Orhan Pamuk ve Halil Berktay’ı bu ülkede besleyen, yönlendiren ve himaye eden kişi ve kuruluşlara ne demeli? Örneğin Halil Berktay’ın beslendiği okulun sahibi olan Sabancı ayilesinin, önemli siması Sakıp Sabancı, Ermenilerin Agos gazetesine verdiği bilgide neler diyordu? Komşu köyünden çıktığını söylediği Kalutz Serkis Gülbenkyan neleri gasp ederek zengin olmuştu? Bu konuda Sakıp Sabancı niçin bilgi veremiyordu? Fakat şehit büyükelçi Taha Carım’ın kızkardeşi yazar Nimet Arzık, niçin Sabancı ayilesi için “kılıç artığı” ifadesini kullanmıştı? Acaba malum dış basınç, Türk milletini, siyasetin yüksek tansiyonundan mı götürmek istiyor?!.



ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002