Kasım 2008

Ö T E S İ

 

8.12.2024 



Göğe Merdiven

 
Aybars Fırat

SON ŞOVALYE RUHLU SAVAŞ MI?


İngilizler Çanakkale'de hiç ama hiç dürüst ve şerefli olmadılar. Benim milletim, bir Kızılhaç katırına yanlışlıkla değen bir şarapnel için bile özür dilemiştir. Ama kahpe İngiliz ne yapmıştır? En büyük sargı yerimizi topa tutmuş, kendi askerinin bile tedavi edildiği bu mekanda binlerce yaralının kanına girmiştir.

Çanakkale Savaşlarının 90. yılı sessiz sedasız gelip geçti. Bu vesileyle, gözden kaçırılmaması gereken bir konuyu yeniden dikkatlerinize sunmak istiyorum. O da Çanakkale Savaşları için söylenen şu " Şovalyeler Savaşı" yutturmacasıdır. Biliyorsunuz “Şovalye” sözü Fransızlara aittir. Eski Roma’da üç sınıftan birini ifade eder. Orta Çağ Avrupa'sında özel eğitimle yetişmiş, belli ülküler taşıyan, soylu, atlı savaşçı anlamındadır. Derebeylik düzeninde soyluluk ünvanlarının en alt basamağıdır. Aşağılıklarını örtmek ve kendilerini yüceltmek için kullanırlar. Şovalye ruhlu ise şövalye geleneği çerçevesinde yetişen kimse demektir. 25 Nisan 2005 tarihinde Çanakkale'de Avustralya ve Yeni Zelenda Başbakanlarının katıldığı bir törende Başbakan Tayyip Erdoğan da Çanakkale Savaşlarını "son şövalye ruhlu savaş" olarak nitelendirmiştir. "Bunda ne var?" diyeceksiniz. Çok şey var; En sonra söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Çanakkale Savaşları bir "Şovalyeler Savaşı" değildir. Sadece "Şovalye'nin Savaşı" dır, yani Türk'ün Kahpe İngiliz'le ve onun maşa olarak kullandığı halkların askerleriyle , Fransız'la "Şerefli ve kahramanca" savaşıdır. Diğer taraflarda bu soyluluk ve şereflilik yoktur. Bu savaş, Türk'ün Son Şovalye Savaşı da olmamıştır; Türk Askeri Kore'de, Kıbrıs'ta dünyaya nasıl savaşılacağını öğretmiştir. Gelecekte de yine öğretecek ruh zenginliğine sahiptir. Yeter ki ahlaki soykırımdan kurtulabilsin.
Kendisini dünyaya centilmen bir millet gibi tanıtmaya çalışan İngilizler, ne Çanakkale Savaşı öncesinde ve ne de sonrasında asla centilmen olmadılar. Hele şovalye hiç olmadılar. Anzakların (Avustralya ve Yeni Zelanda Ordularının kısa adı) kandırılıp getirilirken nasıl beyinleri yıkanmıştı hatırlayınız: " Türkler, Hıristiyanları toptan öldürüyor. Kadınlara tecavüz ediyor. Türk askerleri, savaş esirlerine çok kötü işkenceler uyguluyor, toptan öldürüyor." O kadar ki bu asılsız haberler üzerine işkence görmektense intihar etmek için yüzük taşlarının altına zehir saklayan Anzaklar oluyor. Türkleri tanıdıktan sonra durumun hiç de böyle olmadığını görüyorlar ama nafile, vakit çok geçtir. Kahpe İngiliz, korkak, zavallı, acımasız, vahşi, barbar, hırsız..ne kadar kötü sıfat varsa onları kullanarak Türkleri küçük, kolay yenilecek bir lokma gibi göstererek Anzakları aldatmıştır. Peki İngilizler Çanakkale'ye çıkartma yapmaya gelirken ne düşünüyordu? Soylu ülküler taşıyorlar mıydı? Geliboluya çıkartma için hareket eden gemilere bakan İngiliz Binbaşı H.M. Alexander anlatıyor:" İngiliz gemileri geçerken baktım, birinin yan tarafına ve büyük harflerle şöyle yazılmıştı: "Önce İstanbul'a, sonra haremlere hücum!" Peki Çanakkale'de İngilizler centilmence mi savaştılar? Hayır. Metrekareye 6000 mermi atmak hangi centilmenliğe sığar? Kat kat üstün teknolojiye, cephaneye sahip oldukları halde Çanakkale'de kimyasal gaz kullandılar. Milletim Unutmamalı, bunların hesabını sormalıdır. Milli Ajans ve Tanin Gazetesi muhabiri Cemil Hakkı 1916'da siperleri dolaştıktan sonra şunları yazıyor: ".ateş sahasının ve siperlerimizin çoğunluğunda koyu paslı sarı, yeşilimsi (kimyasal gazlar)geniş lekelere tesadüf olunuyor. Bunlar düşmanın attığı boğucu gazlı mermilerden meydana gelmiştir. Siper hatlarının gözümle görebildiğim yerlerinde hep aynı lekeler var...İngilizleri medeni harpten uzaklaştıran bu kimyasal gazı kullanmaları belki yaradılış tabiiyetlerinden, belki de acizlik neticesidir. İngiliz siperlerinde bu gaz lekelerine hiç tesadüf edilmemesi, bizim medeni harp yaptığımızı ispat eder." Türklerin zehirli gaz kullanmalarından korkup askerlerine maske dağıtan, askerleri ve ailelerini korkutanlar, daha sonra kendi gazetelerinde şunları yazmışlardır: "Hastaneye ateş edilmiyor, zehirli gaz kullanılmıyor. Triumph (savaş gemisi) isabet alıp batmaya başlayınca, tekrar ateş edilmiyor. Türk ikili oynamıyor. Bunun aksini iddia edenler Gelibolu'ya değil, en çok Mısır'a kadar gelenlerdir." "Şu ana kadar bu cephede Türklerin savaş yöntemlerinin hakça olduğunu kabul etmek dürüstlük gereğidir. Türklerle Avustralyalılar arasındaki savaş mertçeydi ve sonuna kadar öyle olacağını umuyoruz. Bu savaştan önce Türk'ü hor görüyorduk. Artık öyle bir şey söz konusu değil." (1) Türkleri tanımıyorlardı, tanıdıkça takdir etmeleri çok tabiidir. İstanbul'daki tutsak kampında ölen bir asker için Hıristiyan geleneklerine göre askeri bir cenaze töreni düzenleyecek kadar medeni bir milletle yeni tanışıyorlardı.
İngilizler Çanakkale'de hiç ama hiç dürüst ve şerefli olmadılar. Benim milletim, bir Kızılhaç katırına yanlışlıkla değen bir şarapnel için bile özür dilemiştir. Ama kahpe İngiliz ne yapmıştır? En büyük sargı yerimizi topa tutmuş, kendi askerinin bile tedavi edildiği bu mekanda binlerce yaralının kanına girmiştir. Bizim soyluluğumuzu, şerefliliğimizi kelime oyunlarıyla elimizden kapmaya çalışanları tanımak mı istiyorsunuz? Şunu dinleyin (Üsteğmen Thomas Watson'un Zığındere'den 2 Aralık 1915 tarihli mektubu): ". siperlerden suyla birlikte savrulduk. Engellere tutunmak zorundaydık. Onların üstünde uyuyorduk. Türklerin durumu da bizden farksızdı. Aramızda konuşulmamış ateşkes vardı. Ancak ne yazık ki, bazı Türklerin çok acı bir şekilde öğrendikleri gibi bu resmi olmayan ateşkeslere her yerde uyulmuyordu. İyi bir yanı vardı. Türkler bizden daha kötü durumda olmalıydılar ki, bir kısmı ateş yakıp ısınmak için çalı çırpı topluyordu.. Ateş edecek kadar donmamış olanlar için bu çok esaslı bir eğlenceydi ve çoğunu vurduk."(2) Yüzlerce Mehmetçiğin siperlerde selden boğulduğu bir anda İngiliz’in yaptığı kahpeliğine bakınız. Türkün şeref levhalarından birine (ölmek üzere olan bir Türk askerinin aynı durumdaki bir Fransız'a yardım etmesi hadisesi) şahit olan ve hüngür hüngür ağlayan General Guro'nun milleti olan Fransızlar da kahpelikte İngilizlerden aşağı kalmamıştır: (çıkardıkları “Ermeni Soykırımı yoktur!” diyeni suçlu kabul eden kanunları hangi şovalyeliğe sığar? Hem Türk çok asil bir millet diyeceksiniz, hem de ona kahpelik isnat edeceksiniz.)Cephede bir taarruza karar verildiği zaman, taarruz öncesinde Ermenileri isyan ettirmiş, Türkleri katlettirmiş, dikkatleri o tarafa yöneltmiştir. Doğudaki isyanlara bakıldığı bu tarih çakışması net olarak görülecektir. Anzakları diğerlerinden ayrı tutmalı mıyız? Belki. Bizden şan ve şeref levhaları görerek millet oldular, adamlık öğrendiler. Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark, Mehmetçik Abidesi'nde yaptığı konuşmada, Çanakkale Savaşlarında yaşananların, kendilerini "ulus" yaptığını belirterek,"Bu askeri çatışma, çarpışmalar, şiddetli ve çetin olsa da çatışan tarafların birbirlerine gösterdikleri saygıdan dolayı da dikkate değerdir. Atatürk ve takipçileri tarafından gösterilen yüce gönüllülük her şeyden daha fazla dikkate değerdir. Çünkü mağlup edilenler istila etmek için gelmişti" diyor. Clark, Çanakkale Savaşlarına katılan Yeni Zelandalı Yarbay Bassett' in şu sözlerini hatırlatıyor: "Yiğitliklerini ve dayanma azimlerini takdir ettik. Ülkelerine bağlı olan bu ırk ile tekrar dost olduk. Bizim aramızda karşılıklı saygı bağı bulunuyor. Şehitlerimiz karıştı ve gösterdiğimiz karşılıklı saygıyla bence o gün bizler çok şey kazandık." Evet Anzakların çok şey kazandıkları muhakkak (yanlış mı hatırlıyorum, daha dün bir şehidimizin Avustralya'ya götürdükleri başını törenle teslim etmediler mi idi? ), ama İngiliz ve Fransızların hiç bir şey kazanamadıkları görülüyor. Çünkü savaştan iki yıl sonra 1918'de İngiliz komutanı İstanbul'a gemilerle gelirken gördüğü Türk Bayrağı için "indirin bu paçavrayı" diyordu. Demek ki hiç bir değişiklik yoktu. Maraş’ta Türklerin elindeki silahları toplatan ve Ermenilere Fransız elbisesi giydirip Türk mahallelerine salan bunlar değil miydi?
Çanakkale'de bu yıl yapılan törenlere Avustralya, Kanada, Fransa, Almanya, Hindistan, İrlanda, Güney Afrika ve İngiltere temsilcileri katılıyor, ama nedense Prens Çarls yetişemiyor. Sebebini İngiliz'de en ufak bir değişiklik olmamasında, asıl düşmanın kimler olduğunu gizleme çabasında aramak gerekir. Çünkü "Londra Kraliyet Kolleji Tarih profesorü Lawrence Freedman'ın belirttigi gibi, İngilizlerin Orta Asya ve Orta Doğu'da ekonomik çıkarlarını kollamakta basarılı olmaları yerel "müttefiklerin" sadakat ve sağlamlığına (?) baglıdır... Yani yerel aşiret liderlerinin, İngiltere'ye muhalefet hareketinden desteği çekerek çabucak çökertmeleri ve Batı ittifakına yanaşmasındaki temel dinamik, "bu şeflerin kararsızlık, vefasızlık ve değişkenlik" karakterinde olmaları ve tarih boyunca hem kendi aralarında hem de düşmanlarına karsı silah kullanırken, birlik olurken yada dağılırken sürekli "tamamen menfaate göre" (kısa vadeli dar menfaat elbette::) bu tutumu sürdürmeleri ve bunun çok işe yarayan avantajlarıdır. Freedman, İngiltere ittifakının başarılı olmasındaki diğer etken, İngiltere desteğindeki muhalefet aleyhtarı kabile liderleri ile düşmanların (rakip gruplar) aralarında, sadece konuşup, pazarlık edip, anlaşmaya varmalarını sağlaması olduğu, ülke içinden destek olmasa Batılı müttefiklerin çok daha fazla can kaybı vereceğidir. Bu nedenle Batı'nın yeni kontrol taktiğine göre karada ve o ülke içinde mümkün olduğunca az İngiliz kuvveti bulundurarak, yerel yabancı aleyhtarı doğal duyguların kolayca, diğer yabancı muhaliflere yönelmesine imkan verilmektedir. Yazar, iç savaş sona erdikten sonra, daha önceki büyük tarihi savaşların Batılılara öğrettiği ve kendi aralarında da yaşandığı gibi menfaat paylaşımlarında ayrılan görüşlerin ve çelişen durumların ortaya çıkacağı ve bunun yaratabileceği olumsuz ihtimallere de işaret etmektedir."(3) Görüldüğü gibi İngilizler dün olduğu gibi bugün de kendi tiynetlerinin gereğini yapmaya devam ediyorlar. Peki muhterem Başbakanımız hiç de şerefli olmayanlara neden yüksek şeref payesi veriyor? Onu da Sefa Yürükel’in kaleminden anlamaya çalışalım:
"Ahlak soykırımı, bir grubun, devletin, güç odağının insan beynini etkileyerek bireyin ve grubun / ulusun / devletin üyelerinin davranış ve düşünüşlerinde yozlaşması ve beyin sömürüsüyle hedef seçilen grubun/ulusun/devletin üyelerinin belli bir hedefe yönelik olarak yalnızlaştırılması, bencilleştirilmesi, lakaytlaştırılması ve soykırımcılar tarafından ben merkezci olarak yönlendirilmeleri uygulamalarında görebiliyoruz. Ahlak soykırımını şu şekilde tanımlayabiliriz : Bir grubun, ulusun, devletin üyelerinin, bir başka hakim güç odağı, devlet, ulus, devletler ittifakı, uluslar arası kurum tarafından hedef seçilerek, hedef seçilen grubun, etnik, ulusal, dini, kültürel, sosyal, tarihi, ekonomik ve askeri değerlerini sistemli olarak çözme ve üyeleri arasında ben merkezciliği / bencilliği / lakaytlığı ve yozlaşmayı yayarak bireyleri atomize etme amacıyla, hedef seçilen grubun/ulusun/devletin bireyleri ve grup içerisinde yaratılan çıkar gruplarının üyelerinin lehine, ekonomik, siyasi, askeri, kültürel, sosyal ve düşünce bazında olanaklar sağlamak ve bu olanakları kendi lehine kullanmak için, beyin sömürgesinin en iyi yöntemi olan etki ve iletişim araçları vasıtasıyla, fiilen rüşvet, yolsuzluk, fuhuş, alkolizm, uyuşturucu, kumar, pornografi yayarak, grup / devlet / ulus üyeleri arasında güvensizliği yayarak, grubun tutkalları olan temel ahlaki ölçütlerin bir değerler yığını olarak çökertilip, grubun, devletin, ulusun ve üyelerinin kendine güveninin ve sorumlu bir şekilde bağımsız davranabilmesinin önüne geçilmesi ve sorumsuzluğun ve “bana ne”ciliğin yaygınlaştırılması ve toplumun tanınmaz hale gelmesi için kodsuzlaştırılması yüz yıllara, bin yıllara dayanan tüm ahlaki değerlerin ve tecrübelerinin zaman dilimlerine planlı olarak yayılarak ya da kısa zamanda, kısmen ya da tamamen yok edilerek, grubun, ulusun ve üyelerinin, dejenere TV programları vasıtasıyla yapılan beyin sömürgesi yoluyla evlerinde esir alınarak ve yönlendirilerek (Televole kültürünün iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılmasındaki gibi ) soykırıma uğratılmasıyla birlikte, hedef seçilen grubun, devletin, ulusun, hakim grup, devlet, devletler ittifakı veya uluslar arası bir kurum tarafından kendi genel ve özel çıkarları doğrultusunda kısa ve uzun vadede ahlaki olarak bitirilmesi, hafızasızlaştırılması, tekleştirilmesi ve değerlerin içinin boşaltılması olayıdır. Bu tür soykırımlar, ABD, AB ve üyeleri , NATO, BM, İMF, AGİT, Dünya Bankası, sözde NGO’lar, uluslar arası finans merkezleri, spekülatörler, borsalar v.b. kurumlar ve devletler tarafından ele geçirilen, tüm ekonomik, siyasi, diplomatik, kültürel, sosyal ve iletişim araçlarının, kendi çıkarları doğrultusunda kullanıldıkları etkileme merkezleri tarafından, yukarıdaki tanımlamanın tümüne uygun olarak, Türkiye’ye karşı yakın geçmişte başlatılan ve günümüz Türkiye’sinde Batılı soykırımcıların işbirlikçileri (mandacılar) tarafından da desteklenerek sürdürülen, Türkiye’deki ahlaki soykırımların, soykırımı planlayanlar tarafından çeşitli yöntemler kullanılarak bu tür soykırımın Türkiye’de sistemli bir biçimde tüm boyutlarıyla yayılmasını ve ulusal, kültürel, sosyal, askeri, siyasi, ekonomik değerler faktörlerinin alt üst edilmesini, siyasi partilerin, milletvekillerinin, Üniversitelerin, araştırma merkezlerinin ve sivil toplum örgütlerinin üzerinde ve üzerinden mandacılar vasıtasıyla operasyonlar yapılmasını ahlaki soykırım olarak gösterebiliriz."(4) Ele alınan örnek
Bu 25 Nisan'ın bana öğrettiği şey, ahlaki yücelmelerine yardımcı olduğumuz bir memlekette, Avustralya'da "Gazi İşleri Bakanlığı"nın bulunması ve Gelibolu adıyla, bir Türk subayının çocuğunun çevirdiği filmde, kendi milletinin yaptıklarını görmezden gelerek başka milletleri yüceltmesidir.(Prof.Dr. Övgün Ahmet Ercan'a göre sözü edilen belgesel, Bağrı yanık Anadolu Türkünün, anaların yürek dağlamalarını anlatmıyor. Bize kahpe İngiliz çocukları için ağıt yakmamızı yönlendiriyor. Her şey onların hoşuna gitsin diye yapılmış yakışıksız bir yalaka gösterisi...) Yabancıların Gelibolu'yu kendi topraklarına çevirmiş olmaları, muhteşem şehitlikleri, bizim isimleri bile çıkarılıp yayınlanamamış şehitlerimiz ve alelade yapılmış şehitliklerimiz, tarihini bilmeyen yönetici ve vatandaşlarımız, ahlaki soykırımın durdurulması gerektiğidir. Vesselam.
---------------------------------
Mete Tunçoku "Anzakların Kaleminden Mehmetçik"
Cemalettin Yıldız "Çanakkale Seddülbahir Kahramanları"
Fatih Y. Abbas
Sefa Yürükel "Batı Tarihinde Soykırımlar I"


aybarsfirat@yahoo.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002