Dikkat buyurunuz! Üç yıl önceki tespitimiz ne yazı ki yerine gelmektedir. Afganistan’dan sonra, Orta Doğu’da Irak’a ve nihayet Orta Asya’ya da el atıldı. Sonuçta o bölgede de ilk gündeme gelen ülke Kırgızistan oldu. Güneyimizdeki Suriye yönetimi de sallanmaya başlandı. Suudi Arabistan’da bile, yeni yeni bazı birimlerde seçim çalışmaları yapılmaya çalışılıyor.
Ufuk Ötesi gazetesinin bundan üç yıl önce, 2002 yılının Nisan ayında, ilk sayısının çıktığı tarihte, şöyle bir sıtratejik tespitte bulunmuştuk. Bunu aynen buraya tekrar almak zorundayım. Sizden ricam bu yazıyı bir daha, bir daha okuyunuz:
“...Orta-Asya devletleri de artık, Şanghay anlaşmasına, ne kadar bağlı kalabilirler? Anglo-Saksonlar, buna ne ölçüde izin verir? Anlaşılıyor ki ABD, Orta-Asya devletleri üzerindeki Afganistan kaynaklı din baskısını, önemli ölçüde kaldıracak ve o devletlerdeki idareleri de (Buna Afganistan da dahildir, imkân bulursa: Irak, Somali, Sudan, Yemen de ve hatta Arap Krallıkları da bu anlamda zaptı rap altına alınmaya başlanacaktır.) seçim sistemlerine doğru sürükleyecektir... Bundan sonra da, Orta-Asya’daki eski ateyist-komünist liderler sultasının yerini, partiler sultası alacak, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi. Şimdiki durumda, görünen köy bu...”
Dikkat buyurunuz! Üç yıl önceki tespitimiz ne yazı ki yerine gelmektedir. Afganistan’dan sonra, Orta Doğu’da Irak’a ve nihayet Orta Asya’ya da el atıldı. Sonuçta o bölgede de ilk gündeme gelen ülke Kırgızistan oldu. Güneyimizdeki Suriye yönetimi de sallanmaya başlandı. Suudi Arabistan’da bile, yeni yeni bazı birimlerde seçim çalışmaları yapılmaya çalışılıyor.
Kırgızistan’daki gelişen bu siyasî durumun Türk milliyetçiliği açısından iki yönü önemlidir. Birincisi, Kırgızistan’da yönetim değişikliğinde CIA’nın etkisi ve desteği hangi boyuttadır? Soros denilen şahsın, bu hareketin finansman kaynağında tesiri var mıdır? Kanımca bu değişimin içinde, Soros ve elbette Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının önemli bir desteği vardır.
İkincisi, Asgar Akayev gibi ateyist-komünist gelenekten beslenerek gelen, özünde milli değerleri taşımayan kişi ve şahısların devreden çıkarılması çok güzel bir olaydır. Acı olan noktanın bu devreden çıkışın arkasındaki gücün Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı gerçeğinin olmasıdır. Aynı Gürcistan’da olduğu gibi. Aynı Ukrayna’da olduğu gibi Asgar Akayev eski komünist liderler içersinde en olumsuzlarından biriydi. Bu şahıs hiç utanmadan Ermenistan’ı ziyaret ettiğinde, Ermenilerin uyduruk “soy kırım” anıtının önünde eğilerek sürünme becerisine erişmişti. Dilerim ki, Kırgızistan’da milletin başına emperyalistlerin çıkarlarına hizmet etmeyen, başı dik ve onurlu liderler gelir.
Türkiye ise, dış politikasının etnik-sever azınlıkçıların eliyle belirlenmesi sonucunda, Orta Asya ve Kafkasya Türkleriyle ile ilgili ilişkiler de doğru dürüst bir hedef koyulamamaktadır.Bunun yanı sıra, sadece hayale ve söz-bazlığa dayanan ve diyalektiği net olmayan ve Türk milliyetçiliği kavramını dilinden düşürmeyen bazı guruplar, dernekler, vakıflar ve dergiler de yıllarca bilinen anlayışlarını, ilkesiz ve de ufuksuz bir biçimde sürdürmüşlerdir. Bu sürdürme de, Orta Asya’daki, İdil-Ural’daki, Kafkasya’daki Türklerin komünizm baskısı altında bulunduğu yıllarda, en büyük faktör o bölgelerdeki Türklerin esaret altında olmaları, onların hepsinin adına “Esir Türkler” edebiyatı kolaylıkla Türkiye’de etkili olabiliyordu. Bu Esir Türklerin Sovyet-komünist esaretinden küreselci-emperyalist esarete doğru, peşkeş çekilmeleri karşısında, fazla bir şey yapılamamıştır. Bu gün de yapılamamaktadır. Kaldı ki nasıl yapılsın? Kelin ilacı olsa kendi başına sürmez mi?
Bu şahısların kuru söylemleri ile devlet bürokrasisine dayanan bazı sivil ve askeri bürokratların da, Orta Asya ve Kafkasya’daki ülkelere usulen gönderilmesi de, bu süreçte (1991-2005) esas alınmıştır. Bu esas alınmada, oralara giden bürokratların ceplerine dolarlar konulmuş, dolarları ceplerinde görenler, devlet-millet kesesinden fazladan beslenerek, karınlarındaki itirazcı gazlar da bu şekilde çıkarılmış ve bu çıkarılmayla, bu çeşit bürokratlar ve memurlar, bir ölçüde memnun edilmiştir. Bu anlayışa yönelik olarak, ne yazık ki içi, somut, akılcı ve de sıtratejik olarak doldurulamayan amaçlar ya da hedefsizlikler uğruna bazı kesimler yine memnun edilmeye devam ediliyor.
Bugün alt yapısının ne olduğu açık bir şekilde anlaşılmayan ya da daha doğru bir deyişle kasıtlı bir şekilde hedefi saptırılan Türk dış politikasının pıratik uzantıları, bilhassa Türk ülkelerinde yine yoğun olarak olumsuz bir şekilde görülmektedir. Hedefinin ve görevinin devletin hangi çıkarıyla orantılı olduğu bilinemeyen bazı çapsız akademisyenlerin de, devlet-millet kesesinden oralara gönderilmesi neyin nesidir? Ya Afganistan’a yollanan Türk askerinin ana görevinin Türk dünyasına katkısı var mıdır? Tüm bu faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyetine eksi ya da artısının değerler olarak kazandırdığı nedir ya da kazandıracağı ne olacaktır? Yalnız bir şey kesindir ki, o da görev adına ilgili ülkelere giden personelin ellerine geçen dolarlardan mutlu olduğudur. İşte Türkiye’nin dış Türkler konusunda tüm hedefleri ne yazık ki bu düzlemde oturtulmuş götürülmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk Dünyası ile ilgili açılımı ve politikası nedir? Recep Tayyip Erdoğan, son iki yılda kaç kez ABD’ye ve Avrupa ülkelerine gitmiştir? Sayabildiniz mi? Ya Orta Asya ülkelerine kaç kez gitmiştir? Örneğin Kırgızistan’a gitmiş midir? Cengiz Aytmatov’u bilir mi, tanır mı ya da her hangi bir eserini okumuş mudur? Ayrıca Manas diye bir şeyi duymuş mudur? Duymuşsa eğer, bu destanın özünü anlayabilmiş midir? Manas destanının, Türk dünyasının kültürel mayasını oluşturan noktalardan birisi olduğuna inanıyor mudur? Acaba Orta Asya’daki Türk devletlerine karşı Recep Tayyip Erdoğan’ın politikasında, Kürt asıllı danışmanlarının da etkileri var mıdır?
Türk milliyetçiliği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan ve Türk milletinin kesesinden kazandıkları büyük paraları da belirli mihraklara harcayan Koçlar, İshak Alatonlar ve onlara ait firmaların, Orta Asya ya da Azerbaycan gibi ülkelerde, ne işleri vardı? Bu büyük sermaye sahipleri için burada ki Türklerin kaynakları yetmedi de, acaba oradaki Türklerinde mi kaynaklarına göz dikildi?
Kırgızistan’a giden ve millilik düzleminde hareket etmeyip de, sadece kendi kazançları uğruna hareket edip sonra da darbe yiyenlerin ve bu bağlamda malları ve mülkleri zarar görenlerin, bu gelişmeler karşısında kendi gerçek yüzlerini açığa çıkarmaları da, ibretle ders çıkarmamız gereken noktalardır. Bunlardan bir örneği, Hürriyet gazetesinin 26 Mart 2005 günkü nüshasının ekonomi sayfasında: “Darbeci Kırgızlar 25 milyon dolarlık otelime el koydu” haberi çıktı.Bu habere göre “Sistem Mühendislik sahibi Fehim Yenice’nin Bişkek’teki Pınara Oteli’ne darbeciler tarafından el konuldu. Kırgızistan’a yatırım yaptığı için bin kere pişman olduğunu söyleyen Yenice, ‘Ne işimiz varmışız da gitmişiz o ülkeye yatırım yapmışız. Bunun adı düpedüz aptallık’ dedi.”
Adı geçen gazetede Fehim Yenice adlı şahıs, Kırgızistan’da yaşadıkları olumsuzlukları anlatmış. Oradaki bazı olumsuz şahıslarla olan ilişkilerini dile getirmiş. Siz Kırgızistan gibi, geçmişinde komünist kızıl-karanlık Sovyet baskısını yaşamış olan bir devletin ve insanlarının, günümüzde belirli bir anlayışa gelmesini beklemeden ve oraya kendilerini milli değeri aşılayacak olan düşünceleri götürmeden, sadece kısa yoldan dört köşe olmak için sermaye götürürseniz ve bu sermayeyi götürenlerin amacı da oradaki kaynakları ele geçirmek olursa, işin sonunun da böyle olması çok olağandır. Acaba şimdilerde pişman görünen ve 25 milyon dolarlık yatırımı olduğunu söyleyen Fehim Yenice adlı şahıs, gerçek anlamda Türk milliyetçiliğini anlamış mıdır? Ya da anlamaya çalışmış mıdır? Kanımca anlamamıştır. Ayrıca her hangi bir faaliyette sadece para kazanma amacı esas olursa, olacağı da ancak budur. Fehim Yenice gibiler içinde bulundukları ortam için dua etsinler ki, kimse onlara bahsettikleri bu yirmi beş milyon dolarları Türkiye’de nasıl ve hangi koşullar da oluşturdunuz sorusunu sormuyor. Ayrıca bu şahsın, Türkiye’deki servetinin daha ne kadar olduğunu ve bu servetin nasıl oluşturulduğunu, bu oluşumda Türk insanının rolünün sadece sürünmek mi olduğu da gündeme sokulmuyor. Fehim Yenice’ye ve onun gibilere, sorma-sorgulama bilinci, bu ülkedeki Türk milliyetçilerinde henüz gelişmemiştir. Ülkemizde milliyetçi olduğunu söyleyenlerin önüne atılan ve ülkenin gündemini bulandıran konular sayesinde, o malum konularla uğraşılırken, temel sorun olan ekonomik güç ve hakimiyetin sırrı, bir türlü keşfedilememiştir. Onu keşfeden bazı milliyetçi geçinen ya da o milliyetçiliği çıkarları uğuna kullanmış olanlar da, ne yazık ki içimizde pişmiş kelleler gibi sırıtıp ceplerini, cüzdanlarını ve kasalarını doldurmuşlardır. Duyarlı, onurlu ve gururlu olan bazı Türk milliyetçilerince bu tablolar görüldüğünde, onlara sadece susmak ve olayı, duymazdan gelmek veya sorunu içinde hazmetmek görevi verilmiştir. ‘Komşusu açken tok olan bizden değildir’ hadisini dahi bilmeyenler, bırakın komşusunu, kendi milleti açken, yoksulluk içersinde sürünürken duyarsız ve ilgisiz kalmanın içersine düşmüş ve bazıları da para ve miras kavgalarını sadece kendi öz çıkarları için yapmışlardır. Bu mudur Türk milliyetçiliği? Elbette bu değildir. Peki öyleyse bu nedir? Bu Türk milliyetçiliği adına, içimize Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı tarafından yerleştirilmiş olan insanların yaptıklarıdır. Uyanmamız gerekmektedir.
Bir zamanlar “Esir Türkler” ya da “Orta Asya” diye gazetelerde, dergilerde ve meydanlarda yer alanlardan bazılarının, bu bölgeyle dünkü süreçteki gibi ilgilenmemeleri, neyle izah edilebilir? Yoksa onlar, 1980 öncesinde Türk milliyetçiliği içine yerleştirilmiş olan köstebekler miydi? Böylesine ve benzer çeşitteki ilişkilerin yaygın olduğu ülkemizde, yeni Türk ülkeleriyle ilgili düşünce üretme görevi, yine de Türk milliyetçilerine, onların gerçeğine düşüyor. Bugün Kırgızistan’da Corc Soros vb. cirit atarken, Türk milliyetçiği nerededir? Hamaset silahı, bir balon gibidir. Şiştikçe büyür ve büyüdükçe şişer ve nihayet bir noktada büyüyemez, şişemez ve de patlar. Bu patlama noktası, hayatın bir başka gerçeğinin de olduğu noktasında düğümlenir. Hayatın bu gerçeği demek, dünyada ve ülkemizdeki siyasi iktidar ve hakimiyet için mücadele eden ve hatta ortamı ele geçirmiş olanların gerçeği demektir. Sizin ve bizim bu gerçeğe karşı savaşabilmemiz, ancak ve ancak aklın yolunun objektif bir düşünce anlayışıyla aşılmasının mümkün olduğu gerçeğini anlamamızdan geçer. Bu düşünceye ulaşamayanların ülkesini, elbette dış güçler de, azınlıkçılar da, çıkarcılar da, dönekler de ve benzerleri de kolayca ele geçirir ve de geçirmiştir de... Bu bizim için de böyledir, yoksul Kırgızlar için de böyledir. Düşüncesi berrak ve akılcı olmayanların, sonlarının hüsran olduğu gibi, onların yolunda gidenlerin ve milletlerinin sonu da hep hüsran, hep acı ve hayal olmaktadır. Yanlışsa siz düzeltin. Bu açıdan bakıldığında da kendi netliğini akılcı bir çizgiyle ortaya koyamayanlar ya da koyduğunu sananların yenilgileri, dün olduğu gibi bu gün de kaçınılmazdır. Hepimiz aynı gemide olduğumuz için yanlışlar, herkesi bir yerlere fırlatıp atmaktadır ve de atacaktır. O nedenle, Kırgızistan’daki bugünkü tabloları görmekte bu açıdan normaldir. Oraya Türkiye’den gidenlerin mallarının yağmalanması da bu düzlemden bakıldığında olağandır. Siz oraya, yani Kırgızistan’a yardım yaptık da diyebilirsiniz. Yardım yapmak, bir hedef doğrultusunda olursa verimli olur. Hedefsiz ve ilkesiz yardım, ancak ve ancak üç beş kişiyi sevindirir. Görünen köy de kılavuz istemez Buna göre o süreçte sadece, Asgar Akayev adlı kişi ve adamlarının sevindiği anlaşılmaktadır. Siz devlet olarak, Irak’taki Türklere, İran’daki Türklere destek vermesinin sistemini dahi oluşturamamışsınız ki, nasıl Kırgızistan’da Türkiye sevgisini artırabilirsiniz?.Fakat monşerci gelenekten gelen dış işleri ile Arap milliyetçiliğine göz yuman bir İslamcı anlayışı terennüm edenlerin bulunduğu bir ortamda, azınlıkçı anlayışların da köşe tutmasının sürekli teşvik edildiği yetmezmiş gibi, azınlıkçıların artık ayakta alkışlandığına da şahit olmaya başlayacağız. Bu alkış severler için sıranın başına Abdullah Öcalan mı getirilecek, yoksa başka birisi mi?
Şimdi bazılarına, bilmedikleri bir olayı aktarmak istiyorum. Atatürk Türk Dünyası açısından döneminin gereği, yapabileceği en akılcı politikayı yapmış, o dönemde kaderin dostça yaşamaya mecbur bıraktığı, SSCB ile ilişkileri belirli bir dengede tutarken, kendisi hedeflerini yavaş yavaş sisteme yerleştirmeye çalışmıştır. Fakat Atatürk’ten sonra bu politikanın önünü tıkayan kişi kimdir? Bu olumsuzluğun mimarı İsmet İnönü değil midir? Atatürk’ün Türk Dünyasına yönelik politikalarına güzel bir örnekte. Ankara’daki Gazi Lisesi’ne yerleştirmiş olduğu iki Kırgız öğrencinin eğitimiyle ilgili olanıdır. O günkü şartlarda, Türk dünyasının o diyarlardaki ülkelerine ve insanlarına sahip çıkmak, ancak bu ölçüde oluyordu. Oysa günümüzde o topraklarda, en azından açık Sovyet rejimi çekilmiş ve yeni bir süreç başlamıştır. Bu sürecin, Türk milliyetçileri tarafından istenilen ölçüde değerlendirilememesi son derece acıdır. Kaldı ki Kıbrıs, Musul-Kerkük, üzerinde etkili olunamadığı bir dönemde, Mersin’de de bayrakların çiğnendiği bir Türkiye’de, Doğu ve Güneydoğu’da özellikle DEHAP’ın zafer şarkıları çağırdığı bir ortamda, en büyük sorunlardan birisi de Türk milliyetçiğinin yeniden yapılanmasının gerekli olduğu hususudur. Bilinen anlayışlardan kaynaklanan, içi boşalmış söylemler ile hedeflerdeki çıkmaz sokaklar her zaman gündemi zapt etmiştir, Günümüzün malum sürecinde, bilinen yollardan başka, bir çıkış yolu varsa, yiğit olan tez zamanda bunu göstersin. Dönem erlik, yiğitlik, Alperenlik dönemidir. Fakat bu Alperenlik, hayalci-ütopyacı olmaktan ziyade, gerçekçi ve akılcı düzlemde olmalıdır.