Çanakkale geçilememiş, fakat savaş da bitmemişti işte...
Tam 90 yıl boyunca kimi turist, kimi diplomat, kimi iş adamı, kimi misyoner kisvesi altında akınlarını sürdürüp durdu. Ve daha üç gün önce yine şehit haberleri çaldı kapımızı...
Bu topraklardan Türkün adını kazımak isteyenler nice 90 yıllar ‘adı ve görüntüsü’ değiştirilmiş saldırılarına devam edecekler.
Yalnız bizim değil, dost düşman kim varsa, herkesin hakkını teslim ettiği bir destandır Çanakkale!.. Düşmanın ‘geçilemez’ hükmüyle topunu tüfeğini alıp, gittiği yerdir o kutsal belde... Kutsaldır, on binlerce askerimizin hayatlarının baharında vatan ülküsü için kendilerinden geçmelerini ifade eder. Kutsaldır, milletine ve dinine olan bağlılığını şahadet şerbetini içerek gösterenlerin diyarıdır.
Oysa, 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 90 yıl sonra da ‘aynı ruhu’ taşıyanlar işte o tablo karşısında ne büyük bir elemi yüreklerinde duyarlar bilir misiniz?
Ben duydum o acıyı... Bahar vurmuştu dallara... Bir mermer lahtin başında, suretî acılarla örülmüş bir ana, şehit yavrusuna iç çekiyordu. Başını ellerinin arasına almış bir baba, göğsünde oğlunun anısına verilmiş madalyasıyla uzaklara dalıyor, ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu. Bir komutan, ‘bu aslan parçası benim askerimdi’ derken, bakışları sonsuz ufuklara kayıyordu.
Çanakkale geçilememiş, fakat savaş da bitmemişti işte...
Tam 90 yıl boyunca kimi turist, kimi diplomat, kimi iş adamı, kimi misyoner kisvesi altında akınlarını sürdürüp durdu. Ve daha üç gün önce yine şehit haberleri çaldı kapımızı...
Bu topraklardan Türkün adını kazımak isteyenler nice 90 yıllar ‘adı ve görüntüsü’ değiştirilmiş saldırılarına devam edecekler.
Hazmedemedikleri bir kahramanlık gerçeğini, kirli oyunlarla unutturmak, tarihten silmek isteyecekler.
Bir bahar günü ve 18 Mart için gözler yaşarıyor...
‘Geçilemez’ denilen Çanakkale de değil tüm ülke sathında kum gibi, kimliğini yitirmiş kuşaklar, destana dudak büken insanlar kaynıyor.
Topla, tüfekle, süngüyle yaramadıkları mevzimizi, bizi zaaflarımızdan yakalayıp kevgire çeviriyorlar. Üç kuruşluk bir diploma, yaldızlı bir paye, bir kaç bin euro ya da dolar, şatafatlı bir mevki...
Gözümüzün içine baka baka, “öyle olmadı, böyle olacak” diyorlar...
Kimi Sarp’tan girip Ani harabelerinde kendine ‘yurt’ edinme derdinde.... Kimi Edirne’den teftişe başlayıp, ‘Sulukule’ye özgürlük’ naraları atıyor. Kimi de işine örgütlendiği üzere Diyarbakır’dan başlıyor...
Ya Çanakkkale!..
‘Neresinde yanlış yaptık biz bu işin?’ diye sorası geliyor insanın... 250 bin şehit verdiğimiz topraklara, bugün 25 bin kişiyi bile götüremiyorsun... En kıytırık pop yıldızı bile bir spor salonu dolusu insan bulurken, biz bir destanın 90. Yılında, yakınıp, boyun büküyoruz...
Oysa daha düne kadar Türk’ün tebası durumundaki, Türk’ün himayesindeki kabileler bile bugün dünyayı ayağa kaldırıyor. Bir sözde soykırımla Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtma, öteki şehit kanlarıyla sulanmış ülkemizden toprak koparma derdinde... Mozaik yaygarası, ‘insan hakları’ safsatası, ‘azınlıklar yutturmacası’ ve daha neler neler... Evet, ortada yiğit bir düşman ve kahraman bir millet olunca, Çanakkale geçilmiyor...
Bir bahar günü 18 Mart için yürekler kabarıyor...
‘Geçilemez’ hükmünü tescil eden düşman, farklı rengi, farklı çizgisi, farklı stratejisiyle geçebildiği her yeri geçip kapımıza dayanıyor... 90 yıl sonra da aynı ruhla, karşı koymayı ve vatan toprağına sahip çıkmayı bilenlere selam olsun...