Yıllar önce tanınmış bir yazarımızla yapılan söyleşi aklımdadır: Üstad kalemi eline almadan önce Tevrat’ı alıp, belli bölümleri okuduğunu, oradan aldığı ilham ve ruhsal birikimle yazılarına başlamayı âdet edindiğini belirtiyordu. Bu tarzın kendisini adeta trans haline getirdiğini, yeni ufuklara, yeni âlemlere açıldığını, yazısına da akıcılık ve duruluk sağladığını etraflıca anlatıyordu.
Yıllar önce tanınmış bir yazarımızla yapılan söyleşi aklımdadır: Üstad kalemi eline almadan önce Tevrat’ı alıp, belli bölümleri okuduğunu, oradan aldığı ilham ve ruhsal birikimle yazılarına başlamayı âdet edindiğini belirtiyordu. Bu tarzın kendisini adeta trans haline getirdiğini, yeni ufuklara, yeni âlemlere açıldığını, yazısına da akıcılık ve duruluk sağladığını etraflıca anlatıyordu.
Tolstoy’daki mistisizm, Dostoyevski’deki mistik Ortodoks-Slav ruhu, Rus prizmasından İncilin yansımaları da denebilir. Bizim üstad da “Kuran’ı okurum arada” dese entel piyasada prim yapmaz. Üstada bir getirisi olmadığı gibi, piyasasında imaj bozulmasına da yol açabilir. Bizim batıya yönelik ortalama aydınımızın beslendiği siyasal ve kültürel iklimin doğal sonucu da denebilir ünlü yazarımızın açıklamasına.
Batılı sanatçılar, romancılar, şairler, heykeltraşlar için Tevrat ve İncil sürekli bir ilham kaynağı, hareket noktası olmuştur. Kutsal kitapların dışında Yunan mitolojisi, antik dönem kalıntıları batılı aydınların düşünsel, duyusal çıkış ve açılımlarında en önemli kaynaklardır.
Bizim entelektüellerimiz, yazarlarımız, sanatçılarımız için de Türk mitolojisinin, Türk destanlarının, halk hikâyelerinin, tarihimizin, İslamiyet öncesi ve sonrası inanç dünyamızın, şark mitolojisinin, Asya’nın engin coğrafyasının ve düşün evreninin sunduğu sonsuz hazineler var. Bu olağanüstü hazineden düşünsel gıdalarını alan yetenekli yazarlar üstün sanat eserleri yaratabilirler. Yerel olmadan evrensel olunamayacağı için, batıdan beslenen, batının koordinatları içinde düşünen yazarlarımız orijinal olamıyor. Batıdaki orijinallerinin beşinci karbon kopyası olmaktan da ileri gidemiyorlar.
Arada Nobel yeşilliği gösterip; kendi ulusuna, içinden çıktığı halkına, tarihine iftira attırdıkları yazar bozarlar da bir türlü istenen randımanı veremiyor. Büyük romancı diye pazarladıkları, kapitalist yöntemlerle market raflarına soktukları ( ! ) solcu eskisi allameler de “ kuyma akıl kuşluğa kadar gider “ misali, kitabının mürekkebi kurumadan sanat çöplüğüne atılıveriyor. Dış destekli arkalamalarla, medya şırıngalarıyla şişirdikleri de hormonlu yeşillikler gibi kısa sürede soluveriyor.
Yerel millî, ulusal düşünceden hareketle nasıl evrensel olunabileceğinin en somut örnekleri uzağımızda değil aslında: Cengiz AYTMATOV, Muhtar ŞAHANOV ilk akla gelenler. AYTMATOV romancılığının yanında büyük bir düşünür, çağdaş bir filozof. Asya’nın tarihsel birikimini özümsemiş, içselleştirmiş, sosyalist kültür birikimiyle dünyaya Türk olarak bakabilecek kadar da özgüven içinde bir yazar. ŞAHANOV tarih öncesi dönemlerden günümüze Türk mistisizmini taşıyan, ulusunun, bütün Türk dünyasının dertlerinin çilekeşi bir Kazak Yunus’u .
Türklerin talihsizliği ; Ömer SEYFETTİN’ lerini , AYTMATOV’ larını, ŞAHANOV’ larını daim kılacak eğitim ve kültür politikalarını oluşturamamış olmalarıdır. Hatta eğitim almadan ak kağıt gibi temiz, bizden olan yurdun öz evlatlarının eğitim sürecinden sonra onlardan olmalarıdır. Yazımıza konu olan ünlü yazarımızı Tevrat tutkunu yapan eğitim politikaları sürdükçe Türklüğe ait değerler bu borsanın en dibe vurmuş kağıtları olarak kalmaya devam edecektir.