Kasım 2008

Ö T E S İ

 

18.04.2024 



-

 
Ahmet Özdemir

TÜRKÇE SEVDALISI NİHAT SAMİ BANARLI


Delikanlılık çağımızda, edebiyat ders kitapları ile tanıştığımız Nihat Sami Banarlı, 1907 yılında İstanbul'da Fatih'te doğdu. Trabzon mebusu şair Ömer Hilmi'nin torunu, yine şair valilerden İlyas Sami'nin oğluydu. Soyadını, babasının ve annesinin mezarlarının bulunduğu Banarlı kasabasından aldı. 1929 yılında Edebiyat Fakültesinden ve Yüksek Öğretmen Okulundan mezun oldu.

1929-1934 yılları arasında Edirne Lisesi ile Kız ve Erkek Öğretmen Okulunda edebiyat öğretmenliği yaptı. 1947 yılına kadar İstanbul'da Kabataş, Galatasaray, Boğaziçi, Şişli Terakki ve Işık Liselerinde, 1947-1969 yılları arasında Eğitim Enstitüsü ile Yüksek Öğretmen Okulunda Edebiyat; Yüksek İslâm Enstitüsünde İslâmî Türk Edebiyatı Tarihi öğretmenliklerinde bulundu. 1969 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı.
Öğretmenlik yaparken bir çok kuruluşlarda ek görevler almıştı.
1930’lu yıllardan itibaren gazete ve dergilerde her konuda fıkra, deneme, makaleler yayınladı.
Nihat Sami Banarlı, bir takım sloganlar çevresinde ideolojik çalışmalara iltifat etmedi. Uzun süre Yahya Kemal Bayatlı üzerine ve Türk edebiyatı tarihi alanında çalıştı. Dil sorunlarıyla yakından ilgilendi ve bu konudaki görüşlerini kaleme aldı. 1940'lı yıllarda hazırladığı edebiyat ders kitaplarıyla tanındı.
1948 yılından itibaren Hürriyet gazetesinde Edebi Sohbetler sütununda devamlı yazılar yazdı.
1953 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyetine girdi. Bu kuruluşa bağlı olan İstanbul Enstitüsüne müdür oldu. 1958 yılında Yahya Kemal Enstitüsü yayın işlerini yürüttü. Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser ve Çağdaş Türk Yazarları Komisyonlarına üye ve başkan seçildi. 1971 yılında kurulan Kubbealtı Akademisine Edebiyat Kolu Başkanı ve Akademi Dergisi Müdürü oldu. 14 Ağustos 1974 günü 67 yaşında iken İstanbul'da vefat etti. Aşiyan mezarlığına defnedildi.
Nihat Sami Banarlı’nın Hakk’a yürüyüşü’nün ardından Nermin Suner Pekin bütün yazılarını topladı. Bu yazılar Kubbealtı Akademisi Kültür ve San’at vakfı tarafından kitaplar halinde yayınlandı.
Kızılçağlayan (1933) ve Bir Yuvanın Şarkısı (1933) adlı oyunları ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilmiş “Bir Güzelliğin Romanı” adlı bir romanı olan Nihat Sami Banarlı’nın “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” bügün de başlıca kaynak kitap olarak yerini korumaktadır. Yahya Kemal, Namık Kemal, Fatih gibi Türk büyüklerine ilişkin kitapları da başlıca kaynaklardandır.
Cemşid ve Hurşid Mesnevisi (Ahmedi), Büyük Nazireler, Mevlid ve Mevlid’de Milli Çizgiler, Edebi Bilgiler, Metinlerle Edebi Bilgiler, Başlangıçtan Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi gibi kitaplarını andıktan sonra, Nihat Sami Banarlı’nın vefatından sonra Kubbealtı Vakfı tarafından yayınlanan bazı kitaplarından söz etmek istiyorum.
İlk kitap “Şiir ve Edebiyat Sohbetleri” oldu. İki cilt olan bu eserde, Banarlı hoca, zihinlerde ve gönüllerde iz bırakan akıcı anlatımıyla bizlere şiirimizden ve edebiyatımızdan güzel duygular güldestesi sundu.
Nihat Sami Banarlı, tarihimizi bir bütün olarak aldı. İslam öncesi ve sonrası diye bir ayrımcılığa girmedi. İslamiyet’in kazandırdıklarını yalnız tarihi yönleriyle değil, sosyal yönleriyle de ortaya koydu. Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri adı verilen kitabında yer alan yazılarında bunu görebiliriz.
Nihat Sami Banarlı, Yahya Kemal’in yakınında bulunmuş ve onu bütün yönleriyle tanıma imkanı bulmuştu. Yahya Kemal hakkında yazdığı yazılar, “Bir Dağdan Bir Dağa” adı altında toplandı. Değerli bilim adamı Sait Başer’in belirttiği gibi, bu eser, imân anlayışından dil anlayışına, yetiştiği çevrelerden nüktelerine, şiirlerinin tahliline kadar Yahya Kemal’i gönlümüzde canlandırmıştı.
Nihat Sami Banarlı’nın bir birini tamamlayan iki kitabı “Kültür Köprüsü” ve “Portreler” adını taşımaktadır.
Nihat Sami Banarlı’ya göre, Türk milletinin devlet terbiyesi, tarihten geliyordu. Bu terbiyenin öncelikle idarecilerinde bulunması ikiliğe, farklılaşmaya düşmemeleri gerekiyordu.
İstanbul sevgisinin en içten anlatımı olan yazıları, “ İstanbul’a Dair” adı altında toplanarak kitaplaştırıldı. Bir medeniyetin felsefesinin şehir halinde görünüşünü bu kitapta izleyebilirsiniz.
Bir Türkçe sevdalısı olan Nihat Sami Banarlı’nın “Türkçe’nin Sırları” kitabı, yıllar önce yayınlanmasına rağmen, bugün de önemini koruyor. “İçeriğindeki kırk üç yazının her birinden söz etme olanağı yok. Ancak, kitabı gelişi güzel çevirerek anılan yazılar arasında bir gezinti yapmak olası.
Türk çocuklarına Türkçe öğretmekten daha güzel görev ve daha büyük mutluluk olmadığını belirten Nihat Sami, onları, böyle bir dilin sihirli anlatımlarına yükselterek; her an, daha çok duyan, düşünen, anlayan ve yaratan insanlar olarak yetiştirmenin gerekliliğine inanır. Bu görev, yalnız öğretmenlerin değildir. Şöyle der:
“Öğretmen değil de anne ve baba iseniz, abla ve ağabey iseniz, bu sizin daha sevgili vazifenizdir. Yavrularınıza, sözlerini halk dehasının yarattığı ve bestesi yine halk sanatından yükselen ninniler söylemekten başlayarak, öğreteceğiniz en güzel şey, Türkçe’dir.”
Eski Türkler, şiirin, kopuzla söylenmesinin sebepleri üzerinde duran Nihat Sami, bunu şöyle açıklar:
“Bütün bunlar, dillerin daha ilk devirlerinde söz’e musiki katmak ihtiyacındandır. Dillerde kelimeler, uzun asırlar içinde, işte bu musikili çalışmalar sonunda nağmeleşmiştir. Düşünmelidir ki, söz’ün ses’e bu ölçüde ihtiyacı olduğunu, daha ilk insanlar, bizim kendilerine iptidai dediğimiz insanlar anlamıştır.
“İmparatorluk Dilleri” başlıklı yazısı Yahya Kemal’in “Her halk kendi ikliminin lisanını söyler” sözüyle başlar.. Türkçe’yi sevmek ve anlamak için, önce Türk milletini ve milletimizin tarih boyunca emek verip meydana getirdiği her millî eseri sevmek, anlamak gerektiğini belirtir.
“İlmi Yenen Bir Vehim” başlıklı yazıda; “Güneş Dil Teorisi”nden Cumhuriyetin ilk yıllarındaki dil çalışmalarından bahsedilir. Yahya Kemal’in dil çalışmalarına davet edilmesi üzerine: “Benim yaşayan Türkçe’ye karşı vehmim vardır. Benim dilde ilmim yok yalnız böyle bir vehmim vardır. Ben bu vehimle baş başa kalmak istiyorum” şeklinde mazeret sunarak katılmaması hatırlatılır, onun bu sözünden hareketle “Vehimler sahte, hatta sahte olmayan ilimleri bile yenebilir, bu vehmi duyan ruhların büyüklüğüyle ölçülürdü.” görüşüne yer verilir.
Bu yazının bir bölümü oldukça ilgi çekicidir:
“Gel zaman, git zaman, dilde Yahya Kemal haklı çıkıp da Atatürk, dâhiyâne bir davranışla ve mutlak bir emirle uydurma Türkçe’den tabiî Türkçe’ye dönme işini yine aynı adamlara yaptırmaya başlayınca, o zamanın uydurmacıları, bugünkülerin Atatürk’e rağmen, Türkçe değildir diye dilimizden atmaya yeltendikleri nice Türkçeleşmiş kelimenin, hem de hâlis Türkçe olduğunu ispat yolunda birbirleriyle cidden gülünç bir yarışmaya girdiler.
O günler Atatürk, yine bir meclis topladı. Mecliste Atatürk’ün çok yakınında yer verilen şair Yahya Kemal’e büyük kumandan şiirlerinin birini okuması ricâsında bulundu. Bunun sebebini hemen sezen Yahya Kemal, o mecliste Ses gibi, Açık Deniz gibi yeni şiirleriyle bir kaç gazelini okudu. Şiirleri büyük bir zevkle dinleyen Atatürk, meclistekilere:
-Beyler! İşte hakiki ve güzel Türkçe budur! dedi ve aynı büyüklükle ilâve etti:
-Yahya Kemal Bey!... Hatırlıyor musunuz? Sizi dil çalışmalarına dâvet ettiğim zaman, bana: “Benim dilde ilmim değil, sadece vehmim vardır, müsaade edin, ben bu vehimle baş başa kalayım, demiştiniz. Şimdi hep birlikte anlıyoruz ki dil davası’nda siz haklı çıktınız.
Yahya Kemal, derhâl, bir incelikle doğruldu, eğildi ceketini düğmeledi ve:
- Paşam! dedi. Size karşı haklı çıkmak, çok tehlikeli değil mi?
Mustafa Kemal Paşa, bu sözdeki nükte’yi ve bu sözdeki ince vehmi, tabii çok iyi anlamıştı:
- Hayır, aslaa! diye çok samimi konuştu. Çünkü, bu aynı zamanda bizim millete ve tarihe karşı haklı çıkmamız demektir, sizin o zamanki vehminiz, bizi bugün mes’ûd ediyor.
Sonra yanındakilere döndü:
-Görüyorsunuz ya, Beyler, dedi, Yahya Kemal Bey’in vehmi sizin ilminizi mağlûp etti!..”
Atatürk’ün bu cümlesi tam bir Atatürk nüktesiydi: Cümlede vehim mi ilmin, ilim mi vehmin yerinde kullanılmıştı? Bunu ancak dinleyenlerin akılları anlayacaktı.
Divan-ı Lugat’it-Türk’te nakledilen hadiste “Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek hakimiyet vardır” diyen peygamberimize Nihat Sami Banarlı şu sözleriyle katılır. Türk dilini seviniz! Çünkü Türklerin en az geçmişleri kadar büyük geleceği olacak ve bu gelecek, o geçmişe dayanacaktır.”
Türk dilinin sonsuza kadar var olmasını istiyorsak; ulusal birliğin, yalnız ulusal bir dille olabileceği görüşünün önce devlet kurumlarınca benimsenmesi gerekir. Medya kuruluşları da buna öncülük etmelidir. Son sözümüz; "Türkçe'nin Sırları"nı elimizden düşürmeyelim.


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002