Kasım 2008

Ö T E S İ

 

5.12.2024 



Ölçü

 
Cem Sökmen

ZİYA NUR’DAN TARİH ALMAK...


Ziya Nur’dan tarih almak, kendi kavramlarımıza dönmek demektir. Kendi kavramlarımıza yani kendi bakış açımıza.. Onun rehberliğinde tarihimizin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmak, bu tarihi meydana getiren düşünce sistemine olabildiğince vakıf olmak boynumuzun borcudur. Türkiye’de belli bir zaman diliminde kitap, gazete, dergi, vs.. yayıncılık anlamında ne varsa bunların sahip olduğu birinci özellik kaliteli olmak değil, “yerli” olmamaktı, kadim değerlerimizin dışında olmaktı. Bu reaksiyonun tesirinde yetişen nesiller, aslında bu toplumun aksiyonunun ne olduğundan habersiz şekilde yetiştiler. Okumuş insan kaynağımızın büyük bir kısmı maruz bırakıldıkları ufuk darlığını aşamayarak bu ülkenin kültürel birikimiyle sağlıklı bir ilişki kuramadılar.

Rahmet o mamureyi aziz kılan erlere,
Esef olsun yüzüstü bırakıp gidenlere…”

Aralık ayında Türkiye’nin kamuoyu, ayın 17’sine ve Avrupa Birliği’nden tarih alma hadisesine kilitlenmişti. 18 Aralık günü TZT Kültür Merkezinde biraraya gelen insanların derdi ise Ziya Nur’dan tarih almaktı. Ziya Nur Aksun Bey’i 3 Temmuz 2004 günü Dursun Gürlek, Olcay Yazıcı, Mehmet Nuri Yardım ve Muhsin Karabay ile birlikte, tedavi gördüğü hastanede ziyaret etmiş, böyle büyük bir insanın huzuruna çıkmanın heyecanını yaşamıştık. Çünkü, o güne kadar, Dâhiler ve Deliler’de, Marmara Kitabeleri’nde okuduğumuz, sohbetlerde onu tanıyanlardan hatıralarını dinlediğimiz Ziya Nur’u görmek adeta hayal gibi geliyordu. Ziya Nur’u görmek sadece onu değil, Dündar Taşer’i, Erol Güngör’ü de görmekti bir bakıma.. Onları birarada gören ve dinleyen nesilden olabilseydik diye hayıflanmaktı. Erol Güngör, Dündar Taşer’le ilgili yazılarının birinde “Onu kaybettiğimizde, uzun müddet yarı mefluç dolaştım.” ifadesini kullanıyor. Bu yazının içinde bulunduğu kitabın yayınlandığı tarih 1975’tir. “Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi” kitabıyla vefanın, dostluğun ve haldeşliğin ne demek olduğunu herkese gösteren Ziya Nur Aksun ise, sanki Erol Güngör’ün o ifadesi geleceğin bir işaretiymişcesine, 1976 yılında mefluç oluyor. Ama o bu tarihe kadar kültürümüze hizmetini layıkıyla yapmış bir insandır.
Ziya Nur’dan tarih almak, kendi kavramlarımıza dönmek demektir. Kendi kavramlarımıza yani kendi bakış açımıza.. Onun rehberliğinde tarihimizin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmak, bu tarihi meydana getiren düşünce sistemine olabildiğince vakıf olmak boynumuzun borcudur. Türkiye’de belli bir zaman diliminde kitap, gazete, dergi, vs.. yayıncılık anlamında ne varsa bunların sahip olduğu birinci özellik kaliteli olmak değil, “yerli” olmamaktı, kadim değerlerimizin dışında olmaktı. Bu reaksiyonun tesirinde yetişen nesiller, aslında bu toplumun aksiyonunun ne olduğundan habersiz şekilde yetiştiler. Okumuş insan kaynağımızın büyük bir kısmı maruz bırakıldıkları ufuk darlığını aşamayarak bu ülkenin kültürel birikimiyle sağlıklı bir ilişki kuramadılar. Ziya Nur Aksun ve onun gibi hayatlarını, milletimizin kültürel devamlılığına, 1500 yıllık zincirin kopmamasına hasreden aydınların önemi işte burada ortaya çıkıyor. Onlar, müstağni hayatlarıyla, yıllarca okuyarak, düşünerek sahip oldukları derinliği ve doğruları, her fırsatta insanımızla paylaşmaya çalıştılar. Onlar, milletleri için nefes alan, nabızları milletleri için atan müstesna şahsiyetlerdir... 18 Aralık’taki toplantı ile hatırladığımız Ziya Nur Aksun hem şahsiyetiyle hem de entelektüel seviyesiyle bir medeniyetin temsilcisi, tecessümü olan aydındır. O, tarihimizi geçmişte kalmış malumat yığınları olarak değil, geleceğimizi inşa edecek en büyük kuvvet kaynağı olarak anlamış ve anlatmayı başarmıştır.Türkiye bugün Ziya Nur Aksun gibi, tevazuu ilmiyle birlikte büyüyen, insanlarla kurduğu iletişimde kendi şahsını değil, en başta değer ve ölçülerimizi, kurulacak iletişimin potansiyelini ve çıkarabileceği sonuçları merkeze alabilecek ufuk genişliğine sahip aydınlara ihtiyaç duymaktadır. Medeniyetimizin yeniden ayağa kalkması, Ziya Nur Aksun gibi nefsinden kesilmiş, hayatını kültür ve düşünce dünyamızdaki boşlukları doldurmaya vakfetmiş aydınların yetişmesine bağlıdır.
ZİYA NUR’DAN Sarıkamış ve Enver Paşa
Son günlerde Sarıkamış Harekâtının, 90. yıldönümü dolayısıyla gündeme gelmesi medyamızda “Türk’ü Uygarlaştırma Misyonu”na sıkı sıkıya bağlı bazı kişileri harekete geçirdi. Bize ait değerlere hiçbir zaman sıcak olamayan ve olumlu yaklaşamayan bu kişiler ‘fırsat bu fırsat’ deyip, Sarıkamış Harekâtı üzerinden Enver Paşa’yı karalamaya kalktılar. Tabii ki gargaravari ifadelerle yapılan bu yorumlar, Enver Paşa’yı değil, bu vesileyle artniyet ve cehaletlerini ortaya koyanları küçültür. Bunlardan birinin birkaç yıl evvel lise çağındaki kızının erkek arkadaşı ile ilişkisini köşe yazısına taşıdığını biliyoruz. Hayatını milletine adayan, yarım saatlik uykularla günler geçiren, en nihayet elinde kılıcı, ordusunun en ön safındayken kalbine isabet eden kurşunla şehdet şerbetini içen bu büyük kahramanı eleştirmek bu ülkenin insanı ve kültürü için en küçük fedakârlığa katlanamayacak kişilerin haddi değildir. Yusuf Gedikli, Yaver adlı eserinde Enver Paşa’yı “Koskocaman bir devletin ordularını disipline eden, onları dünyanın en büyük ordularına galip getiren, Çanakkale’yi kazanıp Çarlık Rusyasının yıkılmasına, emperyalizmin gerilemeye başlamasına ve harbin en az iki sene uzamasına sebep olan bir harbiye nazırı” ifadeleriyle değerlendiriyor. Bilge tarihçi Ziya Nur Aksun ise büyük eseri 6 ciltlik “Osmanlı Tarihi”nde Sarıkamış’ı aşağıdaki ifadelerle yorumluyor:
“Harb-i Umumî bizim, Yirminci Asır’da yaptığımız en büyük ve hakikaten övünülecek bir döğüştür. Bu büyük harbin hatasında da sevabında da Enver’in hissesi büyüktür. Kaldı ki Sarıkamış Harekâtı, Moslowsky’nin kanaatine göre, “Başarılacak bir harekâtta, maiyet kumandanlarının, Enver’in emirlerini tatbikte gevşeklik göstermeleri muvaffakıyetsizliğe netice vermiştir.” Çünkü Enver’in gece, Sarıkamış’a taarruz emri, 9. Kolordu Kumandanı İhsan Paşa ve onun erkân-ı harbi olan Miralay Şerif tarafından durdurulmuştur. Eğer durdurulmamış olsa, muvaffakıyetin kati olduğu Rus kaynağından anlaşılmaktadır. Böylece taarruz baskın vasfını kaybetmiş ve Ruslar takviye almışlardır.”
“Enver şahsî hırsı uğruna, koskoca bir orduyu Sarıkamış’a gömdü.” gibi ithamlar son derece mânâsızdır. Koskoca bir ordu her türlü meşakkate, yokluğa, soğuğa karşı, fevkâlade bir tahammülle dayanır, göz yaşartacak feragat numuneleri, insanı titretecek bir hareket kabiliyeti gösterirken, bunu, Enver’in güzel yüzüne âşık olduğu için yapmamıştır. Bu büyük gayret ve hamiyeti, en mukaddes varlığının, dininin emri, İslamların, esir kardeşlerinin kurtulması gibi büyük ümitler için göstermiştir. Enver’in şahsî hırsı için iki adım atılmayacağı bilinmelidir.” “Harekât sahası Türk ve İslam ahali ile meskûndur ve bu, Rusya içerlerine kadar devam etmektedir. Bunlar Türk ordusunun ilerleyişine zorluk çıkarmazlar bilakis kolaylık gösterirler. Nitekim öyle olmuştur. Bu Müslüman halkın gözleri, İstanbul’daki Halife’ye çevrilmiştir; ümitleri Türkiye’dedir. Enver’in gayesinin bundan istifade etmek, Halife ordusunun kuvvetiyle, bu büyük İslam potansiyelini harekete geçirmek ve Çar Rusyası’na karşı kullanmak olduğunu biliyoruz. Enver bu zaviyeden tam bir İslam ihtilalcisidir. Harekât muvaffak olsa, Rus birlikleri geri çekilse ve az çok ezilse, Kafkasya Müslüman kavimlerinin harekete geçmeleri mümkün idi. Bu zaviyeden, Türk 3. Ordusunun kuvveti çok büyük değil ise de, şu gayeyi husule getirebilecek raddede idi denilebilir.”
Böylesine bir mesuliyet bilincini ve düşünce gücünü kronolojik tarihçilerde, Osmanlı Tarihini bir ölünün tarihi gibi anlayan tarihçilerde bulmak mümkün değildir. O halde yapılacak iş Ziya Nur’dan tarih almaktır...


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002