Yıllardır herkes şikâyetçi. Takım tutar gibi parti tutuyoruz diye… Şimdi ben aksini savunmaya başladım. Bari takım tutar gibi parti tutalım… Hiç olmazsa onu yapalım… Nereden mi çıktı?
Şimdi siz bir takımı tutuyorsunuz. Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray veya Trabzonspor. Çok da fark etmiyor. Tuttuğunuz takım sürekli yeniliyor, küme düşme aşamasına geldi. Müdahale olmazsa takım gümbürtüye gidecek. Buna rağmen hâlâ kulüp başkanı ile teknik direktörü veya futbolcuları savunur musunuz, omuzlarda taşır mısınız? “En büyük başkan bizim başkan” diye tempo tutar mısınız? Onların takımda kalmalarını ister misiniz?
Hiçbir takım taraftarı böyle bir soruya evet cevabını vermez. Herkes, önce takım gelir, sonra kişiler der. Doğrusu da budur. Yıllardır herkes şikâyetçi. Takım tutar gibi parti tutuyoruz diye… Şimdi ben aksini savunmaya başladım. Bari takım tutar gibi parti tutalım… Hiç olmazsa onu yapalım… Nereden mi çıktı? Şimdi siz bir takımı tutuyorsunuz. Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray veya Trabzonspor. Çok da fark etmiyor. Tuttuğunuz takım sürekli yeniliyor, küme düşme aşamasına geldi. Müdahale olmazsa takım gümbürtüye gidecek. Buna rağmen hâlâ kulüp başkanı ile teknik direktörü veya futbolcuları savunur musunuz, omuzlarda taşır mısınız? “En büyük başkan bizim başkan” diye tempo tutar mısınız? Onların takımda kalmalarını ister misiniz?
Hiçbir takım taraftarı böyle bir soruya evet cevabını vermez. Herkes, önce takım gelir, sonra kişiler der. Doğrusu da budur.
Veya değişik bir örnek. Fenerbahçe, Şampiyonlar Liginde oynuyordu. Man. United
deplasmana gitti. Maçı da hezimet denilecek bir sonuçla, 6-2 kaybetti. Fenerbahçe Türkiye’ye döndüğünde, taraftarlar takımı havaalanında karşılayıp teknik direktörü, kulüp başkanını ve futbolcuları omuzlarda taşıdılar mı? Taşısalar komik olmaz mıydı?
Takımlarda işler böyle yürüyor. Başarı varsa destek var, başarı yoksa… Tribünler “istifa” diye bağırmaya başlar. Seyircinin fazla sabrı yoktur.
Ya partilerde durum nasıl? Partililer, her halükârda liderlerini alkışlıyorlar. İyi de olsa, kötü de olsa. Kazansa da, kaybetse de… Sonuç önemli değil, önemli olan liderini alkışlamak, gerekirse omuzlarda taşımaktır. Başarısız olsa da sonuna kadar savunmaktır.
Son örneği de 17 Aralık’ta yaşadık. Ortada başarı yok. Başarı şöyle dursun, tam bir hezimet var. Türkiye istediği hiçbir şeyi alamadı. Bütün kırmızı çizgileri de beyaza boyadı. Kıbrıs’ı vermeyi taahhüt ettiler, sözde Ermeni soykırımını kabul etme garantisi, serbest dolaşımı rafa kaldırma… Her şey aleyhimizde. Türkiye kaybetti ama başbakan kazandı, nasıl oluyorsa!
17 Aralık hezimetine rağmen, Başbakan Erdoğan Türkiye’ye geldiğinde zafer kazanmış kumandan edasıyla karşılanıyor. Hatta bazıları o kadar abarttılar ve suyunu çıkardılar ki, Fatih Sultan Mehmet’e benzetmeye kadar vardırdılar. İstanbul’daki tören bitmedi, Ankara’da bir tören ve miting daha…
Bu olay, Fenerbahçe’nin 6-2 yenilmesine rağmen görkemli törenle karşılanmasına benzer. Futbolda olmuyor ama maalesef siyasette oluyor. Hem de son zamanlarda çok ama çok oluyor.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı 17 Aralık’ta zafer kazandık diye bayram havası estiriyor. Hemen 2 gün sonra Dışişleri Bakanlığı AB’ye açık ve net bir ifadeyle “Bizi kandırdınız” diye resmi nota çekiyor. Zafer kazandık diyorsun, ardından nota çekiyorsun. Tam bir komedi. Nasrettin Hoca fıkrası gibi… Hoş Nasrettin Hoca fıkralarında bile böyle komedi olmaz. İnsanın aklına çok söz geliyor ama söylemeye dili varmıyor…
Şimdi size soruyorum. Başbakan Erdoğan, bir takımın teknik direktörü olsaydı ve böyle bir sonuçla Türkiye’ye dönseydi, “İstifa istifa” diye karşılanmaz mıydı? Siyasette olunca, zafer kazanmış kumandan, “Fatih Erdoğan” oluyor… O sebeple tekrar söylüyorum, hiç olmazsa takım tutar gibi parti tutabilsek. Partililer de, takım taraftarları gibi sonuçlar karşısında hassas olsa… İnanın Türkiye daha güzel yerlere gider…