Her yıl Aralık ayının ilk haftasında kutlanır Vakıflar Haftası. Giderek heyecanını yitirdi. Sessiz, gösterişsiz. “Değerini bilmediğimiz milli değerimiz” benzetmesini doğrularcasına.
Vakıflar Haftası’nın amacı, vakıflara övgüler düzmek "..vakıf eserleri milletimizin mührüdür..” diye gurur okşayıcı nutukları atmak, vakıfların yardım kuruluşları olduğunu söyleyerek hayır yapanları abartılarla yüceltmek olmasa gerekir.
“Ömrün yerine ömrümü sarfetsem / Vadesi çabucak dolmasın diye. / Gözlerimi gözlerine vakfetsem / Kem gözlere muhtaç olmasın diye” dizelerini sıradan, pek şiiriyeti olmayan bir dörtlük sayılabilir. Ama temasının özelliği var. Sevgilinin kem gözlere muhtaç olmaması için, kendi gözlerini vakfetmek. Hayal de olsa, işte bir vakfa vücut veren temel anlayış bu.
Her yıl Aralık ayının ilk haftasında kutlanır Vakıflar Haftası. Giderek heyecanını yitirdi. Sessiz, gösterişsiz. “Değerini bilmediğimiz milli değerimiz” benzetmesini doğrularcasına.
Vakıflar Haftası’nın amacı, vakıflara övgüler düzmek "..vakıf eserleri milletimizin mührüdür..” diye gurur okşayıcı nutukları atmak, vakıfların yardım kuruluşları olduğunu söyleyerek hayır yapanları abartılarla yüceltmek olmasa gerekir. Asıl amaç, vakıflar kuran bir ulusun devletinin ya da fertlerinin yüce felsefesini hatırlamak olmalı.
Kim ne derse desin, insanımız, yeniliklere ayak uydurmasını bilmiştir. Maddî ve manevî çevresini güzelleştirmek, geliştirmek için çaba içerisinde olmuştur. Bu çabaların doğurduğu en köklü kuruluş, vakıflardır. Osmanlı’nın yükselme döneminde, öylesi gelişmiş ki, kurulan vakıfların, değişik birimlerinde şehzadeler, saray ileri gelenleri, güzel sanatların her türü ile mimarî alanda pek çok değerler yetiştirilmiştir. Vakıfların işlevinin bunlarla sınırlı olmadığı, yardımlaşma, dayanışma ve toplumsal kurumlar arasındaki bağları geliştirdiği de bir gerçektir.
Vakıflarla toplumumuz bir çok sosyal kuruluşa kavuştuğu gibi, yine vakıflarla, yardıma muhtaç bir çok insanımız, kimseye ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürebilmekteler.
Bir kutsal ayı geride bırakıp, birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi ve saygı duyguları içerisinde bayrama ulaşmak üzereyiz. Bu aydan almamız gereken pay; Peygamber Efendimizin sözlerindedir:
"Kendisi için istediğini kardeşleri için de istemeyen, gerçekte iman etmiş sayılmaz."
"Kim bir kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü o kimsenin sıkıntısını giderir."
"Kul, kardeşinin yardımına devam ettiği sürece Allah da o kula yardım eder. "
"İnsan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak devam eden hayırlı işler, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih bir evlât bırakanlarınki kesilmez."
Peygamberimizin, Medine'deki hurma bahçesini vakfedip, gelirini İslâm'ın korunması ve acil ihtiyaçlara tahsis ettiğini, Fedek hurmalığını da yolculara vakfettiğini biliyoruz.
Bizim tarihimizde vakıflar, İslâmlık öncesi dönemlere, Uygur Türklerine kadar gidiyor. Osmanlılar döneminde vakıflar büyük güç haline gelmiş, topraklarımızın büyük bir bölümü, vakıf arazilerine dönüşmüştü. Vakıflar öylesine yaygınlaşmıştı ki, bir adamın vakıf bir evde doğması, vakıf bir beşikte uyuması, vakıf mallardan yiyip içmesi; vakıf kitaplardan okuması, vakıf bir mektepte hocalık etmesi, vakıf idaresinden ücretini alması ve öldüğü zaman vakıf bir tabuta konup, vakıf bir mezarlığa gömülmesi, mübalâğa değildi.
Fakirlere, dullara, öksüzlere, borçlulara, kap-kacak kıran hizmetçileri para yardımı yapmak; öğrencilere elbise ve yemek vermek, eğitim masraflarını karşılamak; evlenecek genç kızlara çeyiz hazırlamak için vakıf kuran hayırseverler bulunuyordu. Kaleminde mürekkep kalmayanlar için "Mürekkep Vakfı" bile kurulduğunu biliyoruz. Halka meyve ve sebze verilmesi, çalışamayacak derecede yaşlanan kayıkçı ve hamalların bakımının sağlanması, çocukların emzirilmesi, sokakların temizlenmesi, oyuncaksız çocuklara oyuncak alınması gibi birçok hizmet için vakıflar vardı. Kuşlar, kediler, köpekler için kurulan vakıflar bulunuyordu. Hayvanlar için çayır; sel, yangın, deprem, hastalık, fakirlik, borçluluk gibi zaruretlerin giderilmesi, âcizlerin doyurulup giydirilmesi, tedavi ettirilmesi, iş yapacaklarla sermaye bulunması, borçtan mahkum olmuşların borcunun ödenmesi için “avarız vakıfları” kurulmuştu..
Beylikler zamanında başlayan, devletin siyasî ve malî gücünün artması ile paralel gelişen vakıfların ilk kuruluşu, Orhan Gazi zamanında olmuştu. İznik'te ilk Osmanlı medresesini kurarken onun idaresi için yeterli geliri temin edecek gayri menkul de vakfetmişti.
1856 yılına kadar şehirlerimizin belediye teşkilatından bulunmuyordu. Bu tarihten önce su, ulaşım, aydınlatma, temizlik, asayiş gibi belediye hizmetleri hep vakıflar tarafından gerçekleştiriliyordu.
Su kanalları, su kemerleri, maksemeler, çeşmeler, sebiller, kuyular, hamamlar vakıf kuruluşlardı. Sebiller ve güvercinler, Ziya Osman Saba’yı hatırlatır bana:
Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...
En son şarkılarını dağıtarak rüzgâra,
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.
Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.
Sebillerde buzlu su, şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar sağlıyordu. Bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla "kandilciler" tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları aydınlatıyorlardı. Tuvaletler için bile vakıflar kurulmuştu. Bekçi ücretleri vakıflardan ödeniyordu. Vakıf hastahanelerde her din ve ırktan insan tedavi ediliyor, gerekirse ücretsiz ilaç veriliyor, doktor sağlanıyordu. İmaretlerde yoksullara, yolcu ve konuklara her gün yemek yediriliyordu.
Osmanlı padişahları, hastahaneler, mescitler, köprüler; âlimler, kadılar ve benzeri kamu yararı bulunan âmme hizmetlerini, devlete ait bazı gelirleri, vakıf adıyla tahsis ederek yürütmüşlerdi.
Hemen her divan şairinin, başta hükümdarlara olmak üzere yaşadıkları devrin ileri gelenlere söylenmiş kasideleri övgüleri vardır. Bu övgülerde, kılıçının heybetinden atının nallarına kadar, hemen her konu abartılı bir şekilde ele alınmıştır. Ancak, vakıflarına, yaptığı hayırlara, kalıcı eserlerine pek değinilmemiştir. Ya da Nefi’nin Sultan Ahmet’e yazdığı övgüde olduğu gibi, birkaç beyitle geçiştirilmişti. Çünkü hayır işleri gizli kalmalıydı.
“Hayreder niyyeti her demde acep mi olsa
Böyle bir câmii-i hoş-tarh u lâtife bâni
Habbezâ ma’bed-i pür-feyz-i mukaddes ki bulur Anda bir secde kılan mağfiret-i Rahmânî” (Böyle güzel camii yaptıranın, her zaman niyeti, her zaman hayır, iyilik işlemektir. Kutsal feyzlerle dolu mabed, ne güzel ve sevimlidir ki, bir kere secde eden Allah’ın mağfiretine kavuşur)
“Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları soylu ulusuma vermekle büyük mutluluk duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar? İnsanın zenginliği kişiliğinde olmalı.” diyen Yüce Atatürk’ün arzusu ile, Umumi Evkaf Müdürlüğü, 1935 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü adını aldı. Bu müdürlükçe, tarihî değeri olan cami, çeşme, köprü vb. yapıları onarılıyor. Hayır işleri, ibadet yerleri, ulusal çıkarlara uygun olarak yönetiliyor, denetleniyor. Vakıf binaları, bahçeleri, çiftlikleri işletiliyor, kiraya veriliyor.
Öte yandan bilim, sanat, sosyal etkinlikleri korumak amacıyla 1967'den bu yana pek çok vakıf kuruldu. Bu vakıflar yüksek öğrenime el attı. Sait Kırkgözlü’nün çocuklar için yazdığı aşağıdaki şiirde dediği gibi, günümüzde vakıflar, birlik, beraberlik ve yardımlaşma duygularını hayata geçiren bir kurum olarak, sosyal ilişkilerin güçlenmesine, barış ve kardeşlik temelinde biçimlenmesine katkı sağlamaktadır:
“Vakıf sözü ne demek, / Bunu herkes öğrensin, / Vakıf kuruluşların, / Ne olduğunu bilsin. / Hayırsever bir zengin, / Ya da devlet adamı, / Bir çeşme yaptırmışsa, / Suyu her an akmalı. / Şehirleri süsleyen, / Camilere iyi bak, / Bunları yaptıranlar, / Vakıf kurmuştur mutlak./ Atalarımız kurmuş, / Çok değerli vakıflar, / Yeni kuşak korursa, / Topluma yarar sağlar. / İnsanlık hazinedir, / Vakıf ise bir hizmet, / Bizler hizmet edersek, / Gelişir medeniyet. / Adı her an anılır,/ Yurda hizmet verenin, / Bir de vakıf olursa / Ölmeden kalır ismin.”
Bugün de en önemli sivil toplum örgütü yapısında olan vakıflarımız, eğitimden sağlığa, kültürel faaliyetlerden bilimin tüm alanlarına yayılmakta, önemli gelişmeler sağlamaktalar. Daha etkili ve coşkulu çalışmalarını sağlayabilmek için, imkanı olanlar, vakıflara daha çok katkıda bulunmalı. Vakıf eserleri, günümüzü geçmişe bağlayan çok önemli köprü niteliğindedir. Bu eserlerin korunması gerekir. Büyük Atatürk'ün 1931 yılındaki talimatı, 73 yıl sonra da geçerlidir. Vakıf eserlerimize yeterince sahip çıktığımızı, onları ayakta tutabilmek için gerekli gayreti gösterdiğimizi söyleyemeyiz.
Bu bağlamda, vakıf olmayan ama vakıf statüsü altında faaliyet gösteren kimi kuruluşların, gerçek vakıfların önünde engel teşkil ettiği ve vakıf sistemine zarar vermekte olduğu da bir gerçek.