Kasım 2008

Ö T E S İ

 

26.04.2024 



Köşe Taşı

 
Prof Dr. Ali Osman Özcan

KREDİLİ SİSTEMDEN ÇOKLU ZEKÂ DAYATMASI’NA YAP BOZ TAHTASI


Çoklu zekâ terimini duyanlar, bu terimin içeriğinin dolu dolu olduğunu düşünebilirler. Hele “çoklu zekâ teorisi” denince, herkes ortada böyle bir teori varmış gibi kendi düşüncesini yönlendirmeye çalışır. Kendi kendini ikna çabasına girişir.

Zekâ sözcüğünün önüne bir sıfat getirerek zekâyı niteleme zor bir iş değildir. Türk eğitim sisteminin tıkanıklığını çoklu zeka yaklaşımıyla çözmeye çalışmak, gökte yıldız ararken yolu üzerindeki kuyuyu görmemektir. Bu türden nitelemelerle zekâ tipolojisi yapmak, bilimsel düşünceye pek uygun değildir. Zira önyargıya dayalı bir tipolojik düşünce ürününe bilimsel sıfatını yakıştırmak saçmadır. Tipolojik düşünce ürünü olan çalışmaların çokluğu, bu tür ürünlerin bilimselliğinin kanıtı olamaz. Ciltler dolusu eserler yazılmış olsa dahi, bu eserler bilimsel kabul edilemez. Önyargı temelindeki varsayımları bilimsel zannetmek, bilim dışı bir davranıştan başka bir şey değildir.
Zekâ ile ilgili terimlerden bazıları şunlardır. Genel zekâ, özel zekâ, çoklu zekâ, duygusal zekâ, sözlü zekâ, sayısal zekâ, somut zekâ, soyut zekâ, çözümleyici zekâ, yaratıcı zekâ, oyun zekâsı vb. Bu türden zekâ ile ilgili bu sözcüklerin ne anlamları, ne içerikleri, ne kapsamları ve ne de ne oldukları konusunda, konu ile ilgilenen bilim adamları arasında görüş birliği vardır. Ayrıca duyu organlarıyla ilgili olarak zekâ sözcüğünün ilişkilendirildiği de görülmektedir. Örneğin, görsel zekâ, işitsel zekâ, el zekâsı veya dokunsal zekâ vb. uyarlamalar da vardır. On binden fazla zekâ testi olduğuna ve her testin temelinde bir zekâ anlayışı olduğuna göre, zekâ konusuyla ilgili tipolojik varsayımlarla yapılan tiplemeleri şöyle bir düşünmek yeter. Bu konuda en doğru olan tutum, araştırmalar ne kadar çok, yazılanlar ne kadar çok olsa da varsayım temelli ve önyargıya dayalı tipolojik düşünce ürünü olan tiplemeleri bir tarafa bırakmaktır.
“Çoklu zekâ teorisi” deyimi sadece zekâ ile ilgili bir yaklaşım, bir bakış açısıdır. Zekâ ile ilgili teori olmaktan çok, bir görüş açısı bile değildir. Duygusal zekâ terimi ne ise, çoklu zekâ terimi de aynı akıl yürütmenin ve aynı mantığın ürünüdür. O takdirde algısal zekâ ve iradî zekâdan da söz edilmesi gerekir. Yahut zekâsal duygu, algısal duygu, iradî duygu vb. pek çok anlamsız ve içeriği boş pek çok uydurma ve saçma terimler üretilebilir. Varsayımların ne kesin kabulü, ne de reddi mümkün olmadığından tipolojik düşünce ürünü olan tiplemeler, bilimsel diye bilinçleri kolayca avlayıvermektedir. Bunun son örneği ise, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanı’nın 2005-2006 öğretim yılından itibaren “çoklu zekâ” teorisine göre ders kitabı yazdırmaya kalkmasıdır. Gelecek kuşakların bilinçlerini daha aydınlatıcı çalışmalar yerine bulanıklaştırıcı ve sorunu daha da karmaşıklaştırıcı bir durum söz konusudur. Çoklu zekâ kavramı hakkında eleştirel yazıların fazla olmaması, herhalde bu gruba cesaret vermiş olmalıdır. Siyasî bir gücü arkasına alıp “bilimsel” diyerek devletimizin ve milletimizin emeğini, zamanını, parasını çarçur edecek bir hayale bağlamak, bir eğitimbilimcinin sorumsuzluğunun göstergesi olsa gerektir. Çoklu zekâ konusunda yazılan kitaplarda da zekâ belirtisi bulmak gerçekten zor.
Zekâ ve yetenek konusunda pek çok yaklaşım olduğunu görmezlikten gelmek, bilimsel bir tutum değildir. “Çoklu zekâ” konusunda kitap yazanlar, araştırma yapanlar, bu kitapların basılmasına cevaz veren editörler, zekâ kavramı ile ilgi kavramını birbirine karıştırmaktadırlar. İlgi, zekâ ile duygunun karışımı olup, yaşa, cinsiyete göre farklılık gösterir ve öğrenme ile ilgilidir. İnsanlar yetenekli olduğu alana ilgi göstermeyebilir, ilgi duydukları alanda yeteneksiz olabilirler. Zekâ, zihinsel işlev ve işlemlere gönderme yapmaktadır. Çoklu zekâ diye diye zekâ gerçekliğinin bir parçasını bütüne hakim kılamayız. “Zekâ alanı” diye ilgi alanlarından söz etmek bir kandırmacadır.
Eğitim-öğretimin temeline “çoklu zekâ” diye bir bakış açısı koymak, akıllıca bir tutum değildir. Zihinsel öğretim, deneyime dayalı öğretim örnekleyerek öğretim, genetik öğretim, iletişim-etkileşim öğretimi, aktif yöntem ve öğretim, problem çözmeye yönelik öğretim, programlı öğretim, proje yöntemi ve öğretimi, bilgi ağırlıklı öğretim, öğrenme amaçlarına yönelik öğretim, değerler öğretimi vb. türde pek çok terim vardır. Bu terimler, eğitimin sadece araç yönünü ifade ederler. Dolayısıyla “hoşlanma, sevme, zevk alma, isteme, kızma, ilgi duyma, öğüt verme, hatır sorma,vb.” türdeki davranışları zekâ ile ilişkilendirme, zekânın işlev ve işlemlerini belirleyici ve ayrıştırıcı bir görüş açısından yoksunluğun ifadesi olarak görülebilir. Bu davranışlar zekâ alanlarından çok algılama, duygusal, irade alanlarıyla ilgilidir. Bu kavramları ayırt edemeyenlere ne diyelim?
Türk eğitim sisteminin “çoklu zekâ” temeline göre yazılmış ders kitaplarıyla daha nitelikli olabileceğini ileri sürebilmek, eğitim-öğretim gerçekliğini kırılmış yakınsak ve ıraksak merceklerle görmeye çalışmak gibidir. Yahut yeni yazılacak kitapları gördüğünde kibirlenerek “ben neymişim be!” diye düşünecek bir kimlik, kişilik, benlik ve bilincin kendini gerçeklendirme hedefidir. Dilim varmıyor ama aceminin cüretidir. Köpeksiz köyde değneksiz gezmek kolaydır ama bu gezmeyi her yiğit yapamaz. Çoklu zekâ türlerine göre sekiz tür okul açılması gerektiğini de düşünmek gerek...
Çoklu zekâ teorisi konusunda sadece 1980’lerden sonraki tipolojik düşünce temelli tiplemeleri ve çalışmaları öne çıkarmak, o konudaki eleştirileri ve daha eski tarihli görüşleri yok saymak, bilimsel yöntemin özüne uygun değildir. Bir zamanların yaratıcı zekâ savunucularından geriye neler kaldı? 1980’lerden sonraki çalışmaları taklit ederek, ona bir şey eklemeden kitap haline getirmek, sonra da bu bilimsel bir yönteme bağlılık göstergesi de olamaz. Her zekâ tipolojisi yapan bu ülkede ders kitabı yazdırmaya kalksa, bu işe kargaların bile güleceğini bilir. Yıllarca kredili sistem yaklaşımının bu devlete ve millete verdiği zararı daha unutmadık. Tekrar aynı maceraya atılmak akıllıca mıdır?
Sayın MEB Talim ve Terbiye Dairesi Başkanı’ndan ricamız odur ki, lütfen bu devletin ve milletin emeğini, zamanını,parasını, kâğıdını, mürekkebini vb.daha fazla harcamadan, arkanızdaki siyasî gücü ve size inananları hayal kırıklığına uğratmadan asıl mesleğinize dönmenizdir. Bilimsellik adına bilimi daha fazla kendi çıkarınız için kullanmayınız. Koltuktan güç alarak oturduğunuz koltuğa zarar vermeyiniz. Bu ülkede “ne olsa satılır, nasıl olsa olur” anlayışından vazgeçiniz. Müfredatları “çoklu zekâ” dediğiniz şeye uyarlama hevesinizin gözünüzü kararttığını da lütfen görünüz. Müridi olduğunuz ABD’li H. Gardner bile size güler. Bu önerileri lütfen ciddiye alınız. Teori ile yaklaşımı birbirine zaten karıştırmışsınız. Dünya görüşünüz ile bilimsel görüşünüzü daha iyi ayırt etmeyi de ihmal etmeyiniz. İnsanın hırsları aklından önde gitmemelidir. Akıl, hırsları dengeler ise, akıllıca işler yapılır. Lütfen “çoklu zekâ” anlayışı diyerek inat etmekten ve eğitim-öğretim kurumları ve camiasının şahsınızla alay etmesine fırsat vermeyiniz. Çoklu zekâ alanları dediğiniz şeylere “ilgi alanları” dendiğini, aktif öğretim ve proje yönteminin temelini oluşturduğunu da biliniz.
Eğitim-öğretim tarihine bir daha dikkatlice göz attığınızda, dostunuzun uyarılarını görebilirsiniz. Lütfen, verdiğiniz kararı bir daha gözden geçiriniz. Çok zengin bir ülke değiliz. Amirinize lütfen “ben hata yaptım” deme cesaretini gösteriniz. Bilimcilik oyunu oynamanın âlemi yok. Tuttuğunuz yol doğru olsaydı Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM)’nin de “sözel ve sayısal” alanlarla ilgili müfredatta değişiklik yaptırıp kitaplar yazdırması gerekirdi. Çünkü o da iki zekâ türü kabul ediyor. Her ne kadar yeni yeni “özel yetenek ve yabancı dil” alanlarını da kabul etmiş görünse de. Netameli bir konuda kötü sonuçlar almadan “zararın neresinden dönülürse kârdır” sözünün gereğini yerine getiriniz. Dünya görüşünüz ne olursa olsun, yaptığınız zekâ tiplemesinin sadece bir tipleme olduğunu kabul ediniz. Bu tiplemeyi genelleştirmeyiniz. Teknik olanaklardan yararlanarak kitaplarımıza aldığımız örneklerin bu milletin kültürüne uyup uymadığını da düşünerek, örnekler seçerseniz çok iyi olur. Gelecek kuşaklara karşı vicdanınızda sorumluluk duygusu taşıyorsanız, sonu hüsranla bitecek olan maceranızdan vazgeçmenizi beklemekteyiz.


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002