Kasım 2008

Ö T E S İ

 

25.04.2024 



Tarih Bilinci

 
Rasim Giresunlu

OĞUZ ŞABAN DUMAN!..


Oğuz Şaban Dumanın birinci ölüm yıldönümünde onu, sevgi ve rahmetle anarken; mücadelesi ve davası uğrunda hayatı boyunca yaptıklarını da saygıyla selamlamayı bir borç bilirim.

Onun uğruna adadığız bu yazı, Yaklaşık bir yılı önce, Aralık 2003 keleme alınmıştır.Yani gecikmiş bir yazıdır. Bu yazıyı çeşitli nedenlerden dolayı yayınlayamamıştım. Bu vesileyle hem rahmetliyi anacağım, hem de aziz hatırasını bir kez daha yad edeceğim.

Evet, Oğuz Şaban Duman’ı 2003 Kasımında kaybettik...O, yorulmuş ve sarsılmış bir bedenin, genç sayılabilecek bir yaşta mağlubiyetine uğradı...

Bazı insanların yüzünde her zaman umut vardır, sevgi vardır. Benim gördüğüm ve bildiğim Oğuz Şaban Duman, böyle bir insandı. Onun renkli gözlerindeki yumuşaklık, sıcaklık ve sevecenlik sanki hiç bitmeyecekmiş gibiydi...Oysa, canlı olan her şey, kaçınılmaz olarak, zamanı gelince bitip-tükenmekte ve de süresini doldurup, dünyayı terk etmektedir. Sorun, işte bu terk ediştedir. Ne yazık ki bu dünyayı terk edenler arasında, ömrün sayılı günlerini tüketmek açısından da, bir eşitlik yoktur...

Özeleştiri mahiyetinde, şunları da söylemek zorundayım. Şahsen benim biraz hislerine yenilen, pek çok şeyi gurur ve onur meselesi yapan bir yapım var. Bu iyi bir yapı mıdır? İyi bir karakter midir? İyi yönleri de olabilir, kötü yönleri de...Türk milletinin bugünkü sürecine düşmesinde emperyalistlerin, ajanların ve de satılmışların payı önemli bir oranı oluşturuyorsa da, pek çok milliyetçi geçinenin bu konuda hiç mi suçu yoktur? Hele mideden, bağırsaktan konuşanların, ütopya denizinde palavra sıkanların, iktidarsız iktidar olanlardan bazılarının, daha mı az suçları vardır?! Kendi dünyamızın inişli çıkışlı yörüngesinde gün sayıp, çile doldururken, Kemal Çapraz’ın bu gazetesi, bize ve hislerimize, bir ölçüde tercüman ve bu bağlamda pencere olmaktadır...

Sevgili Oğuz ağbi, böylesi bir ruh haletinde olan bir insanı aramıştın. Belki bir buçuk, belki iki yıl oluyor...O gün, telefonla yaptığımız konuşmada, umut dolu bir ifadeyle, bir kitap çalışmandan bahsetmiştin. Ayrıca ameliyatından sonra, işinde çalışıp çalışmadığını sormuş ve Aksaray’daki iş yerine geldiğini belirtmiştin. Ben de oraya ilk fırsatta geleceğimi söylemiş ve sana sözde vermiştim; ama ne yazık ki, sözümü tutamadım. Oturup konuşamadık bile...

Şimdi düşünüyorum, ne olursa olsun, Aksaray’daki iş yerine gitmeliydim. Neden gelemedin diye sorarsan, aklıma bir sürü şeyler gelebilir? Bunlar mazeret midir? Bilemiyorum...Eğer mazeretse geçerli olabilir mi? Onu da bilemiyorum...Oysa 1998 yılından bu yana, kendi iç dünyasına kapanmış olan bir insanın, ruh halinin ifadesidir bu düşünceler...Ama ne olursa olsun, bu dünyada son kez de olsa, tüm mazeretlerime rağmen oraya, yanına gelmeliydim. Olmadı!..Mazeretlerin ya da dünya hayatında, tutunabilme mücadelesinin de ardına sığınmak istemiyorum. Bu sığınmayı da doğru bulmuyorum...

Seni en son, 1996 yılının Nisan ayında, Süleymaniye’deki Darüziyafe’de yaptığınız bir faaliyette, açıkça ve net olarak hatırlıyorum. Konu güzel Türkçemizin bozulması ile ilgiliydi... Masaların etrafında insanlar vardı...Sen elindeki yazıları, ses tonuna yansıyan heyecanınla okuyordun. Bir sürü görüşler ortaya atılıyordu...Benim, o gün orada bulunmam, bir tesadüftü...Çünkü o sırada, Süleymaniye doğumevinde bulunan çocuğum için, o civardaydım. Neticede bazı dostları gördük ve de faaliyetinizi izlemek için oraya geldik. Sen günün konusuyla ilgili olarak, önceden hazırlamış olduğunuz, bir metni okudun.

Oradakilerden bir kısmı diyordu ki; Sirkeci’de bulunan Basın Merkezinde bir toplantı yapılacak ve de oraya televizyon kanalları ile yazılı basın davet edilecekmiş!..Ben şahsen anlamıyordum. Bu tür faaliyetler bana göre, yel değirmenleriyle boşa yapılan savaş gibi bir şeydi...Belki de hayatta boşa kürek sallamaktı...Bu benim şahsi fikrimdi...Yani çıkış noktası yanlış olan bir eylemin, sonucu nasıl doğru olabilirdi? Bu eylem, nasıl başarıya ulaşabilirdi? Fakat pek çok kişinin görüşleri vardı...Orada bulunanlardan pek çok kişi, çeşitli sorular sordular ve görüşlerini de dile getirdiler...

Ben de dayanamadım, size bir soru sordum: “Sizler Türkçeyi isim yönüyle, faaliyet yönüyle en çok bozanlardan olduğu bilinen bu malum medyayı çağıracaksınız ve bu medyaya yanlışlığının hesabını mı soracaksınız? Buna gerçekten inanıyor musunuz? Türkçe’yi açıkça sulandıran, katleden bu tekelleşen medya, bu işe gelir mi ve sizin faaliyetinizle ilgilenir mi? Kendi kendini sokan akrep durumuna düşer mi? Öz eleştiri verir mi? Öyle okkalı bir yürek, onların sahiplerinde var mı? Kendi kanallarına, ‘Show’, ‘Flash’, ‘Star’ vb. isimler veren, gazete ve dergilerine de benzer isimler bulan bu medya, kendi kendini, sizlerin eliyle yok eder mi? Ya da yok etmek ister mi?” Sonradan duyduğuma göre, o büyük medya grupları, toplantınıza destek vermemiş ve de ilgi de göstermemişti...Aslında bu durum, Çarşambadan gelişi belli olan Perşembenin gelişi değilse neydi?!

Hepimizin olaylara karşı nasıl sübjektif yaklaşımı varsa, bu da benim yaklaşım metodumdu... Elbette objektif koşullarda asgari birlikteliği ve de bütünlüğü sağlamalıydık. Belki de, içinde yaşadığımız şartlar, ancak bu kadarına elveriyordu. Ama zaman, akıp gidiyordu...Akıp giden zamana, yenik düşmemizde kaçınılamazdı. Hepimiz, yavaş yavaş zamana yenik düşmenin, tadını almaya başladık...Kim bilir, sıra şimdi kimde? İşte geldik, gidiyoruz...İnanıyorum ya da gerçekten inanmak istiyorum...Umutlarımızı, hayallerimiz toprağa mı gömüyoruz? Hayır!..Kesinlikle hayır!..Umutlarımızı miras olarak, bu dünyadaki yeni nesillere bırakıp gidiyoruz, diye düşünmek istiyorum...

Senin, kendi tabirinle, sana sesleniyorum. Sen can dostun Mustafa Ruşen’in ardından, şunları yazmıştın: “Tanrı katına uçmağa vuran ruhun şad olsun!..”

Evet Oğuz Ağbi, rahmetli Mustafa Ruşen’e dilediğin temenniyi bende senin için diliyorum
ve de “Makamın cennet olsun!..” diyorum...


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002