Avrupa Birliği’ne mutlaka katılmak gerekir mi, bu iş ülkeden neler koparır ülkemize neler getirir diye adam gibi düşünüp inceleme yapanlara “Sen AB’ ye karşı mısın? ” gibilerden baskı uygulamaya kalkan “müstemleke aydınları", her zaman olduğu gibi problemlerinin birileri tarafından çözülüvereceği beklentisi içinde saygı dışı bir tavır almışlardır.
“Leyleğin ömrü lâklâk ile geçer.” derler.
Bundan tam 45 yıl önce AET’ye (Avrupa ekonomik topluluğuna) üyelik başvurusu yaptığımızda, hemen bu entegrasyona dahil olacağımı hayaline kapılarak, aynı şimdiki gibi zil takıp oynayanlar vardı. Gerçi o tarihte ülkemizde bir askeri darbenin provokasyonları yapılmakta olduğundan milletin büyük çoğunluğu bu konuyla pek ilgilenemiyordu.
O zamanlar AET denilen bu topluluk, daha da önceleri Fransa Cumhurbaşkanı Dö Gol’ün, Alman Şansölyesi Adenaver’in ve İtalya Başbakanı De Gasperi’nin yani üç katolik liderin bir araya gelerek Ortak Pazar adıyla temelini attıkları birliğin gelişmiş haliydi. Bu üç kurucu devlete Benelüks diye anılan diğer üçünün (Belçika, Hollanda, Lüksemburg’un) katılmasıyla “Altılar” denilen bir grup ortaya çıkmış oluyordu. Bunların sayısı 12 ye ulaştığında o zamanki dönem başkanlarının deyimiyle “Avrupa Birliğinin siyasi haritası” tamamlanmıştı.
Avrupa Birliği’ne mutlaka katılmak gerekir mi, bu iş ülkeden neler koparır ülkemize neler getirir diye adam gibi düşünüp inceleme yapanlara “Sen AB’ ye karşı mısın? ” gibilerden baskı uygulamaya kalkan “müstemleke aydınları", her zaman olduğu gibi problemlerinin birileri tarafından çözülüvereceği beklentisi içinde saygı dışı bir tavır almışlardır.
XX. Asrın son gününden XXI. Asrın ilk gününe geçildiğinde bir anda yeni bir dünya kurulacağını sanan hayalperestler gibi şimdi de bu yılın 17 Aralığında AB liderler zirvesinde- müzakerelerin başlaması- için Türkiye’ye tarih verilmesi halinde başlarının göğe ereceği hayaliyle çene yarıştıranlar var.
ABD başkentinde, AB’nin ilerleme raporundan “kritik eşiğin geçilmesi” diye bahsediliyormuş. Washington’da, bu konuyla ilgili olarak AKP hükümeti “büyük övgü” topluyormuş. Stratejik ortağımızdan, on beş yıla kadar üye olmama ihtimalini içimize sindirmemiz için yardımcı (aracı) olması AB temsilcileri tarafından rica ediliyormuş.
Umut verip de yıllar yılı oyalayarak birçok tavizler koparılacağını, bunun sonunda yine de kapıda bekletme olasılığı bulunduğunu söyleyenleri “Avrupa Birliği karşıtı fanatikler” diye her zamanki adî üsluplarıyla suçlayan bilgiç yazarlar şimdi kendileri “müzakerelerin ucunun açık” olabileceğini dile getiriyorlar. Yani?
Yani şu ki, ağzınla kuş tutsan bile onların çıkarlarına uygun davranıp hizaya gelmedikçe istediğin yere varamazsın. Bu, hizaya gelmek değil dize gelmektir, aslında... Onlar seni belli bir kalıba döküp istedikleri şekle sokmak istiyorlar. Onlar kim diye mi soruyorsunuz? Onlar, bugünki Türkiye’yi kaptırılmış topraklar olarak gören çağdaş Batı ve farklı bir eksen olduğunu şu bizimkilere kabul ettirmeye çalışan ABD sözcüleri. Onlar, şimdi de Amerika’da filan adam başkan seçilirse bizim için daha az kötü olur beklentisi içinde ömür tüketen yazarlarımız, düşünürlerimiz! Onlar, çıkarları için aşağılanmaya aldırmayan hattâ bu durumdan marazi bir zevk duyan malum çevreler.
İşte bu çıkar çevrelerinin ruh yapısını inceleyerek onları kolayca kontrol altına alabileceğini anlayan şer odakları halkın büyük çoğunluğunu, “gaflet ve dalalet” içindeki medya kanalıyla yönlendirebileceğini çok iyi bildiğinden (bunu birçok kez deneyerek görmüşlerdir maalesef) Ortadoğu denilen satranç tahtasındaki piyonlarını pervasızca öne sürmektedir. Reform adı altında bölgeye getirmek istediği düzeni, Türkiye’yi Türk-İslam ülkeleri üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmak ve örnek ülke diye öne çıkarıp kendi emellerine uygun bir cephe kurmaktan ibarettir. Eğer bu akraba ülkeler, emperyalistlerin amaçlarına uygun davranmayı benimseyen bir Türkiye’nin arkasına takılırsa bundan yararlanan yine bu baskıcı çevreler olacak. Yok eğer böyle bir Türkiye’ye karşı çıkarlarsa, tarih boyunca Türk birliğini ülkü edinmiş fikir adamlarının umudunu kıran bir parçalanma, dağılma yeniden baş gösterecektir. Zaten idarî, siyasî ve en fazla da ticarî hatalar yüzünden Asya Türk devletleri üzerindeki saygınlığını yitirmekte olan Türkiye daha da yalnızlığa itilecektir.
İşte ülkemizi bu bölgede istedikleri gibi yönlendirme planları yapanlar, yöneticilerimizin AB tutkusunu kullanarak bu emellerine rahatça ulaşabileceklerini düşünmektedirler.
Ülkemizin yılgın, bıkkın, suskun, insanını umutlandırarak, özendirerek yanına çekmek isteyenlerin sinsi planlarını uygulamak için ellerinde birçok koz vardır. Kimi saf vatandaşlar “serbest dolaşım” umarlar. Hayal bu ya, işsizliğin hemen ortadan kalkacağını, rahat ve bol kazançlı iş yerlerine kolayca kavuşacaklarını sanırlar. Bazılarımız, AB parlamentosunda nüfusumuzla orantılı olarak temsil edileceğimizi düşünerek daha çok söz hakkımız olacağını hayal ederler. Kimileri de 81 yıllık Cumhuriyetimiz döneminde elde edemedikleri(!) demokratik haklara hemen kavuşacaklarına inanırlar.
Halbuki öte yanda birileri birtakım yeni haklar elde etmişlerdir bile... Halkımızın çoğunluğundan esirgenen bazı hakları azınlık vatandaşlarımız çoktan kazanmışlar da yeni ödünler koparma peşine düşmüşler. Ortodoks cemaati reisinin “Türk yetkililerine rüşvet vermek için aldım.” Dediği 12 milyon dolardan bahsediliyor. Hem de, şu ya da bu kurumdan değil, doğrudan Pentagon’dan aldığımı ifade ediyorlar, onun ağzından.
Biz yine dönelim ucu açık müzakerelere. Adamlar şimdiden uyarıyorlar. Sonradan mızıkçılık istemeyiz demeye getiriyorlar. Her istediğimi alırım ama ancak kendi istediğimi veririm, diyorlar.
Biz yine umalım ki onbeş yıl sonra, art niyeti olmayan bir Avrupa Birliği karşısında bağımsızlını daha da iyi koruyan güçlü bir devlet olarak yer alalım. O zamana kadar kim öle kim kala... Hep beraber görmekteyiz, dünyadaki dengeler bir yıl içinde bile değişiyor.
Umutlarımızı yitirmemek lazım. Aslında Batı dünyasının İslam tehlikesini (!) bertaraf edebilmek için gerçekten akıllıca uyguladığı program, bir yandan uyanmalara da yol açabileceği için umulmadık sonuçlarla karşılaşılabilir. Tarihimizin en kritik dönemlerinde, az sayıda da olsa gerçek vatanperverlerin en olmadık başarılara ulaştıklarını görmüşüzdür. Her ne kadar bugünlerde böyle bir feyiz göremiyorsak da... Gün ola, harman ola.
Ancak müzakerelerin ucunun bu kadar açık olması pek hayra alâmet değil gibi görünüyor; bizden söylemesi. Aman ha, dikkatli olalım; oyuna gelip de açık düşmeyelim!