Yakın geçmişte ve günümüzde dünyanın bir numaralı silah ve yedek parça satıcısı olan ve bu kan denizinden vampir yarasalar gibi beslenen Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının silah sanayicileri ve ölüm tüccarlarının yanında diğer ülkelerin bu konudaki pazarları, kazançları ve güç payları ittifaka oranla çok küçük kalır.
Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının en önemli kazanç kapılarından birisi, de hiç şüphe yoktur ki, silah sanayinden geçmektedir. Bu sanayi, bilhassa on dokuzuncu yüzyıl içersinde önem kazanmaya başlamış ve yirminci yüzyılda altın yıllarını yaşamıştır.
Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının Türklere silah satması olayı, sadece Cumhuriyetin 1940’lı yıllarından itibaren gelişen bir olayı değildir. Bu silah satma süreci, Osmanlı Devleti dönemine kadar uzanır. Bu ittifakın Osmanlı Devletine silah satma durumundan başka, pek çok askeri danışmanı (Slade, Voods, Gamble, Limpus, Holland gibi) ülkemize gönderdikleri de bilinmektedir. Yukarıda isimlerini verdiğimiz örnekler İngiltere’ye aitse de, ABD’ye ait olanlar da vardır. Mesele 1830’larda İstanbul’da görev alan Ekford gibi…
O dönemde, İngilizlerin etkin olmasının nedeni, elbetteki dünya kapitalist yapısında lider olmalarından kaynaklanıyordu. İngilizlerden bilhassa savaş gemisi alımları yapılmıştır. Osmanlı Devleti, son olarak İngilizlerden almaya çalıştığı Sultan Osmanı Evvel, Mehmet Reşat V. (Reşadiye) ve Fatih Sultan Mehmet diretnotları üzerinde tarihinin en büyük kazıklarından birisini yemiştir.
O dönemde İngiliz gemi inşa sanayi, korkunç derecede güçlüydü. Bu güç, onların dünyadaki hakim oldukları topraklarla da orantılıydı. Yani sömürgeci yapıları, silah sanayisiyle de doğrudan ilgiliydi.. O nedenle ülkelerinde devasa şirketler ortaya çıkmıştı. Armstrong Şirket gibi, Vickers Şirketi gibi… Gerçi bunlara karşılık olarak Almanlar da, Krup adıyla tanınan başka bir şirketi gündeme sokmuşlardır.
Osmanlı Devleti ne yazık ki, ilgili devletlerden bu silahları alan ve tüketen bir pozisyondan öte gidemeyecektir.Örneğin II.Abdülhamit’in otuz üç yıllık iktidar devri bunlara tipik bir örnektir. Otuz üç sene ne demektir biliyor musunuz? Bu otuz üç sene içersinde de dışarıdan silah alım politikası aynen sürüp gitmiştir. Silah sanayine yönelik doğru dürüst bir şey yapılamadığı gibi, bu konuya yönelik uzun vadeli bir pilan içersine de girilememiştir. Niçin? uluslarüstü silah sanayi firmaları zaten belirli güçteki ülkelere izin vermemekteydi. O zaman, sizin “Ulu Hakan” olarak nitelediğiniz kişilerin dünya hakimiyet sisteminde güç odağı olarak, üçüncü sınıf listelere yerleştirilmekten öte bir pozisyonları olmuyordu.
‘Bonanza’ diye bir dizi;
Bundan yaklaşık yirmi dokuz sene önce o zamanki siyah-beyaz TRT’de Bonanza adıyla bir dizi yayınlanıyordu. Bu dizinin konusu Amerikanın ‘Vahşi Batı’ döneminin yıllarını anlatıyordu. Bu dizi, Kartrayt soyadını taşıyan bir baba ve üç oğlundan ibaret ayilenin, mücadelesini işliyordu. Baba “Ben”, oğulları “Edim”,”Has” ve “Küçük Co”her bölümde sözde kötülüklerle mücadele ediyorlar ve sorunları çözüyorlardı.
TRT o yıllarda tek kanaldı. Eliniz ve gözünüz televizyon izlemek için TRT’ye mahkumdu. Aiyileler de hep o tek kanalı izlerdi. Bizler de her Türk ayilesi gibi o durumdaydık. Bir gün bu “Bonanza” dizisini izlerken ninemin; “Martin elinde, Martin elinde” diye bir şeyler söylediğini işittim. Martin neydi? Niye Martin diyordu? Ekrana baktığımda filmin kahramanlarından birisinin elinde tüfek vardı. Sordum: “Martin dediğin o tüfek mi?” O da, o tüfeğe Martin dediğini söylüyordu ya da tüfeğin adını Martin adıyla eşit tutuyordu. Niçin diye kendi kendime sordum ve de araştırmaya başladım. Sonunda işi çözdüm. Gerçekten de Osmanlı Devletri, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı içersinde ABD’den Henri Martin tüfeklerini satın almış.
Bu tüfekler pek çok yerde kullanılmış ki, bu kullanımlardan sonra halkın kültürüne de derinden işlemiş ve pek çok yerde insanlar tüfek demeye gerek bile görmeden Martin demeyi yeğlemişledir.
Örneğin Karadeniz bölgesinde, “Doldurdum Martinimi av dolusu saçmayla” diye halk Türküsüne konu olunurken, Rumeli’de ise “At Martini Debreli Hasan dağlar inlesin” diye söylenerek Türkü yakılmıştır. O Amerikan silahından etkilenip, bunları söyleyenler, tarihe mal edenler hep bizim insanımızdır. Aynı benim ninemin söylediği gibi…
Kısaca biz sedece günümüzde değil Osmanlı döneminde de Amerikadan silah alıyorduk; aynı Henri Martin tüfeklerinin alımında olduğu gibi…Aynı Vinçıstır marka tüfekler de olduğu gibi…Fakat şu gerçeği de söylemekte yarar vardır. Amerika’dan alınan bu silahlar tarihimizde doksan üç harbi olarak anılın Ruslarla yapılın savaşlarda bizlere büyük avantajlar sağlamışlarsa da, savaşın genelinin kaybedilmesi nedeniyle o üstünlükte arada kaynayıp gitmiştir. Bu silahların üstünlüğü kullanımı ve menzili açısından Rus tüfeklerinden daha kaliteli olmalarından kaynaklanıyordu.
Demek ki bizler hep, Amerikananın silah tüketim pazarlarındaki yağlı müşterilerden birisiydik. Fakat Atatürk döneminde Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı sırtımızdan düşürüldüğü için oradan silah alımları kesilmişti. Ne zamana kadar, sözde “Milli Şef” İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasına ve bu süreçte İngiltere ile gemi ve uçak alım faaliyetlerine geçmeye başlayana kadar…Bu faaliyetin acı bedeli de Refah ismindeki bir şilebin Mersin açıklarında 1941 yılında batırılıp çok sayıda şehit verilmesiyle ödenmemiş midir?
Sonra, sonrası hepinizin bildiği…Bindik ya da bindirildik Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının tirenine halen de o tirende yol alıyoruz. Biz burada Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının basit anlamda Türkiye cephesini ortaya koymaya çalıştık. Bunun bir de dünya cephesi vardır. Yani silah pazarlanan Türkiye gibi onlarca ülke vardır. Yoksul insanlarıyla, sürünen insanlarıyla
Yakın geçmişte ve günümüzde dünyanın bir numaralı silah ve yedek parça satıcısı olan ve bu kan denizinden vampir yarasalar gibi beslenen Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının silah sanayicileri ve ölüm tüccarlarının yanında diğer ülkelerin bu konudaki pazarları, kazançları ve güç payları ittifaka oranla çok küçük kalır. Devam edeceğiz.