Kasım 2008

Ö T E S İ

 

30.12.2024 



Hedef

 
Ünal Bolat

Fırından-Medeniyete


O anda bir beyefendiye kayıyor gözümüz... Elinde çantası... Elbisesi ütülü, boynunda boyun bağı... Eh ayakkabısı da sıfır olmasa da, temiz ve boyalı... Şöyle belli belirsiz etrafa bakıyor... Ama gözleri daha çok vitrindeki ekmeklerde... Ayakları kararsız... Dükkandan içeri girse mi yoksa vazgeçip gitse mi?

Camekânlarda nar gibi taş fırın ekmeği sıra sıra...
Artık “fırın” kelimesi kullanılmıyor. Şimdi moda “unlu mamuller”
Genç kadın, beş yaşındaki bebeğiyle bir ekmek alıp çıkıyor şen şakrak.
O anda bir beyefendiye kayıyor gözümüz...
Elinde çantası...
Elbisesi ütülü, boynunda boyun bağı... Eh ayakkabısı da sıfır olmasa da, temiz ve boyalı...
Şöyle belli belirsiz etrafa bakıyor...
Ama gözleri daha çok vitrindeki ekmeklerde...
Ayakları kararsız...
Dükkandan içeri girse mi yoksa vazgeçip gitse mi?
Vaktiniz varsa bu adamı bir inceleyelim.
Sizce bu adamın ruh hali nasıl?
Bu adam “aç” biri mi?
Ya da fırından içeri girip girmemekte kararsız bir maliyeci mi?
Akıl hastası mi?
Ya da ne?
Hiçbiri...
***
Bu adam, evli ve bir çocuk babası. İki yıldır da işsiz. Elde avuçta artık pek bir şey kalmamış.
Gazete ilanlarından iş arıyordu.
Dün onu bir yerden çağırdılar:
“-Gel görüşelim.”
O sabah, evden çıkarken cebinde iki otobüs bileti, bir de akşama dönerken bir sıcak pide alacak kadar parası vardı.
Sahurda çay ekmek ve zeytin ile sahuru yaptı ama boğazından bir şey geçmiyordu.
Hanımı ise, “belki bu sefer iş bulur” ümidiyle dün akşamdan pantolon ve gömleğini ütülemişti. Şöyle kılık kıyafeti düzgün olmalıydı.
Gerçekten sokakta onu görenler, kılık kıyafetine baktığında cebinde para olmadığını aklına bile getirmezdi.
O sabah yeni bir ümitle yola çıkmıştı.
***
Görüşmek üzere gittiği “iş yerini” bulana kadar ayaklarına kara su inmişti.
Nihayetinde görüşmeyi yapmış ama kendisine bir form uzatmışlardı:
-Bunu doldurun.
Bir de müracaat formu ve kırtasi masraflar için iki milyon lira rica edeceğiz.
İtiraz edemedi. Aksine “Allahtan yanımda o kadar para var” diye sevinerek istenilen parayı ödedi.
Üstelik daha işe alınıp alınmayacağı da belli değildi.
***
Oradan ayrıldıktan sonra, cadde üzerinde ne kadar mağaza varsa bakıyor, “Eleman aranıyor” yazan her yerden içeri dalıyordu.
Kendisi mi?
Üniversite mezunuydu. Bir yabancı dil ve iyi derecede bilgisayar biliyordu. Ama ne iş olsa yapacaktı. Dolana dolana başı döndü...
İyice acıkmıştı...
Vakit akşama yaklaşıyordu. İşte az önceki fırının önüne geldiğinde artık açlığı tahammül sınırını zorluyordu...
Cebindeki parayı hesapladı... Sadece akşama eve gidecek otobüs parası vardı.
Ekmek alsa, otobüs bileti olmayacak, bilet parasını saklasa, ekmek alacak parası yok.
Dilenci gibi ekmek de isteyemez. Çünkü dilenci değil.
Ve o adam, bugün de evine ekmek götüremeyen, ama toplumun arasında “adam gibi” dolaşan milyonlardan biri olarak evinin yolunu tutacaktı...
***
Oysa aynı toplumun içinde, “adam gibi” dolaşan ama adamlıktan zerre nasibi olmayan karnı tok - gözü aç niceleri daha vardı...
Onların sofrasında ise ihtiyaç fazlası nice ekmek, börek pasta vb. çoğunlukla el değmeden çöpe gidiyor...
Çünkü onlar, aç gözlerini ancak böyle doyurabiliyorlar...
Daha da acısı, birçoğu; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” düsturunu dilinden düşürmeyenlerin sofrası.
Ama onlar acıkmayı yemeğin zevkini çıkartmak için; oruçlu olmayı da iftarın tatlı keyfini çıkartmak için sanıyorlar.
Oysa “oruç” aç kalıp, aç kalanın halini anlamak için değil miydi?
Açlığı yaşayıp aç olanları düşünmek... Aramak bulmak ve yardımcı olmak...
Peki ya şimdi?
Şimdi oruç, güzel iftar sofralarıyla, karizma yapmak, nam salmak, reklam yapmak için iyi bir fırsat olarak değerlendiriliyor.
Dolayısıyla iftarın konukları yine karnı tok gözü aç olanlardan oluşuyor.
Açlar yine aç...
***
İşte medeniyet ışığının parlayabilmesi için tamamlanması gereken devre...
Açlar ve aç gözlü toklar...
Toplum, aynı kıyafet içinde dolaşırken (örneğin hepsi “takım elbise” içinde dolaştığı halde) birbirinden habersiz, birbirini bilmeyen iki farklı güruhun; yani “aç” olanlarla tıka basa “tok” olduğu halde aç gözlü olanların birbirini anlamasına imkan vermediği sürece, medeniyet ışığından söz edemez.
Biz burada medeniyetin tadından söz ediyoruz, adından değil...
...


unalbolat@netbulmail.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002