Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının güç alarak canını beslediği, kanını sulandırdığı sömürgeci anlayışa dayanan güç kaynaklarını değerlendirelim:
1. Petro-Kimya Sanayi,
2. Silah Sanayi,
3. Dolar ihracı,
4. İletişim Sektörü,
5. Bilgisayar Sektörü,
6. İlaç Sektörü,
7. Kültür, Müzik, Sipor Sektörleri...
Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı dünyadaki egemenliğini, yukarıdaki belli başlı sektörlere hakim olarak insanları sömürmekte ve bu sömürünün sonucunda kendi varlığına daha fazla varlık katmak uğruna her türlü rezaleti yapmıştır ve de yapmaktadır. Bu bağlamda dünya hakimiyetini kaybetmemek için ekonomi silahını en üst düzeyde kullanmaktadır. Bu silahın genel kuralı, üretim ve dağıtım bandında kendisi ve uşakları rol alırken tüketim bandında dünyadaki zavallı halklara rol verir. Bu tüketimdeki rol alma değişik alanlarda olmaktadır. Dünyadaki mesafelerin günümüzde çok kısa zamanlarda değişik ulaşım araçlarıyla alınması ve iletişim sistemlerindeki reklam ve kafayı yıkayıcı yayınlar, tüketimin mozayık ve bölgesel özelliğini kaybettirmekte ve her ülkenin cebinde parası olan insanını tekdüze tüketim sürecine doğru getirmektedir. Böylece tek düze tüketim anlayışı evrensel sömürüyü daha acısız ve de göz göre yapılmasına yol açmaktadır. Aslında bu acısızlık o an için uyuşturulmuş bir bünyenin acısızlığıdır, fakat uyuşmanın tesiri geçtiğinde oluşan acı daha da şiddetli olmakta ve de uzun bir zamana yayılmaktadır.
Tüketim sürercindeki milletlerin genel hali budur. Bu durum Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı çağının müzmin ve kıronik bir hastalığıdır. Şimdi ittifakı besleyen güç kaynaklarına geçelim. Bu güç kaynaklarının başında elbette enerjiye yönelik olanlar gelmektedir. Niçin? Çünkü yaşanılan hayatın teknolojiye dayandırılmasıyla, o teknolojik araç ve gereçlerin çoğunun yeni enerji kaynaklarına ihtiyaç duyacağı da kaçınılmazdır. Bunun sonucu olarak çağımızda en önemli enerji kaynağı olarak petrol ve türevleri dünyada etkili kılınmıştır. Bu petrol ve türevlerinin oluşumu ve kullanıma sokumu için elbette kimyasal işlemler de kaçınılmazdır. Bu durumda biz bu çeşit yapıyı petro-kimya sanayi olarak isimlendireceğiz.
1. PETRO-KİMYA SANAYİ
Bu sanayinin temel taşı olan petrol ya da neft denilen madde eski dönemlerde gerek Musul, gerekse Bakü bölgelerinde basit anlamda, çeşitli şekillerde kullanıma sokulmuştur. Fakat bu kullanıma sokulma, bu maddenin önemini yeterince tanıtacak ya da kanıtlayacak düzeyde değildi.
Bilhassa ABD’de on dokuzuncu yüzyıl ortalarında itibaren gelişmeye başlayan bu sektörün (Özellikle Teksas eyaleti), benzeri gelişimi de Kafkasya’daki Bakü petrolleri ile Musul-Kerkük’teki petrol bölgelerinde devam etmiştir.
Dikkat edilecek diğer bir nokta, gerek Musul-Kerkük ve gerekse Bakü petrolleri Türk toprakları üzerinde bulunmaktaydı. Gerçi Bakü ve civarında Türk insanı yaşamakla birlikte, bölge merkezi yönetim açısından Moskova’daki Çarlık Rusya’sına bağlıydı. Bu bağlılığın sonucunda bölgedeki petrolün önem kazanmasıyla birlikte, Bakü bölgesinin demografik yapısıyla Çarlık Rusyası yöneticileri oynamaya çalışmıştır.
Çarlık Rusyası yöneticileri, o yıllarda on binlerce Rus’u, Ermeni’yi Bakü’ye doğru yerleştirecektir. Bu demografik denge oyunları elbette siyasi bir anlayışın, uzun vadeli ekonomik bir talanının olması gereken tezahüründen başka bir şey değildi.
Neticede bu durumun tezahürü, 1918 yılı yazında Sitefan Şamuyan adlı azgın bir komünist Ermeni şahsın arkasındaki gücün kaynakları olarak belirmiştir. Bu güç Türk kuvvetlerinin bölgeyi 15 Eylül 1918 tarihinde girmesine kadar da etkili olacaktır.
Fakat bu bölgeye giren Türk kuvvetleri, yaklaşık bir buçuk ay sonra bölgeden çekilmeye başlayacaklardır. Sonuçta bölgeye bir süre sonra yine komünistler hakim olacak ve buradaki demografik yapı, yeniden Çarlık Rusyası döneminde olduğu gibi, Türkler aleyhine olumsuz bir durum yaratmaya devam edecektir.
Bu konuda 1967 Eylül’ünde Sovyetler Birliği’ni ve de Azerbaycan’ıda ziyaret etmiş olan Mehmet Turgut, bu gezideki izlenimlerini anlattığı kitabında petrol şehri olan Sumgayt’ı şöyle oranlar: ”Nüfus’un % 53’ü Azeri, % 23,5’ Rus, % 9,4 ü Ermeni, diğerleri de Gürcü, Çerkez vs. imiş. Nisbetler her yıl değişiyormuş Azerilerin yıldan yıla azaldığı hissediliyor. Ruslaştırmanın yavaş yavaş ve sindire sindir yapıldığı anlaşılıyor.”
Olayın sömürü boyutunu da yine Mehmet Turgut şöyle anlatır:
“Bakü şehri de diğer Türk şehirlerinden pek o kadar farklı değil. Yer, yer gök delenler burada da var. Toprak damlı, büyük kapılı ve kerpiç duvarlı evler burada da var; hem de pek çok. Bunları gördükten sonra yanımızda bulunan Rus tercümana ‘Azerbaycan’ın 1940’tan bugüne kadar istihsal ettiği petrolün para olarak değerini hesapladınız mı’ diye sordum. Tercüman yüzüme tuhaf tuhaf bakarak hesaplamadıklarını bildirdi. ‘Ben hesapladım’ diye ilave ettim. Gözlerini gözlerime dikti ve ‘ne kadar?’ dedi. Bir kapının tokmağını işaret ederek, Azerbaycan’daki kapıların tokmaklarını altın ve gümüşten yapacak kadar’ dedim. Tekrar bakıştık. Ben Azerbaycan’ın zenginlikleri yanında Azerbaycanlıların durumunu düşünerek insanlık adına kızardım. O ise sadece donuk gözlerle yüzüme bakarak gülümsedi”.
Olayın Rus cephesi, tarihsel boyutta böyle görünürken, Anglo-Sakson yönü de bundan pek farklı değildir.
Yirminci yüzyıl başlarında gerek Bakü ve gerekse Musul-Kerkük petrollerinin arkasında olumsuzluk yapan güç olarak Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının o dönemdeki öncü gücü olan İngiltere belirmekteydi. İngilizler her iki bölgeyi ele geçirmek için her türlü üç kağıdı, olumsuz hareketleri yapmışlar, buralarda duruma bazen de hakim olmuşlardır. Bazen de kuşu tam anlamıyla yakalamışlardır ya da ellerinden kaçırmışlardır.
Bu dönemde kaçırdıkları kuş, elbette Bakü petrolleridir. Fakat Musul-Kerkük üzerinde oynadıkları oyun Türkiye cumhuriyeti ve bölgedeki Türkler adına korkunçtur. Yine bunların İran’daki Türk hanedanı üzerinde çevirdiği fırıldak sonucunda, Kacar Hanedanı’nın son üyesinin de İran’dan kovulduğu, yerine Fars asıllı Çavuş Rıza’nın Şah yapıldığı da bölgeyi bilenlerin kulaklarındaki işkence küpeleridir,
Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız düşünceyi, burada da bir kez daha ortaya koyacağız. Buna göre Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, II. Dünya Savaşı bitiminden sonra, öncü güç konusunda bir yer değiştirme sürecine girmiştir. Buna göre ABD, öncü güç olacak; Birleşik Kırallık artçı güç yapılacaktır. Bu olayın sonucunda İngilizlere yönelik pazarlara, bundan sonra ABD’de doğrudan girecek ve bu pazarların kaderlerini daha da keskince belirleyecektir.
Bu iki kardeş gücün müttefikliği, elbette petro-kimya sanayi alanında da kendisini belli edecek, dünyanın en büyük petrol tekelleri bu iki devletin kontrolünde görünecek, bu görüntünün ve tekellerin içersindeki Yahudi gücü de çok önemli ölçüde bulunacaktır. Mesela Rokofeller bunlardan birisidir.
Bugün İngiliz kökenli BP, ve İngiliz ortaklı Şel grupları bizim yıllarca anamızı ağlatan kuruluşların başında gelenlerden değiller miydi? Dünyanın şu an için kullanılan en önemli enerji kaynaklarından olan petrol için Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, dünyanın pek çok yerinde, farklı farklı memleketleri insanlık dışı sömürü kumpasına sokup soymamış mı? Halende soymuyorlar mı? Yakın zaman da Venezüella devlet başkanı Çavez’e karşı oynanan ayak oyunlarında, CİA kimin yanında ve ne şekilde saf tutmaktadır? Venezüella yıllardır. ABD’nin geri vitesinde gitmeye çalışan bir ülke değil midir? Bu zavallı ülkenin dünya üretiminde çok önemli bir yeri olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Fakat bu ülkenin halkı ABD halkının kaçta kaçı gelirlere sahiptir?
Petrolü başına dert olan ülkelerden birisi de, Meksika değil mi? Bu başa dert olma olayında yine Anglo-sakson-Yahudi ittifakının ve ajanlarının pay oranı ne kadardır? “Malın var mı derdin var?” diyen özlü bir sözün bazı şeyleri ispatlaması çok ilginç değil mi? Bu ülkeler gurubuna Nijerya ile 1979’a kadar İran’da sokulabilir.
Bu gün Anglo-Sakıson-Yahudi ittifakının Afganistan, Orta-Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’da oynadığı üç kağıtların bir boyutu da enerji hammadde kaynaklarından geçmektedir. Devam edeceğiz.