Kasım 2008

Ö T E S İ

 

29.03.2024 



Göğe Merdiven

 
Aybars Fırat

Bağışlayın beni


Bugün çok kıymetli bir öğretmenimizin, Kahramanmaraş Ticaret Meslek Lisesi Edebiyat Öğretmeni sayın Ahmet Yüzeroğlu'nun yazısını affınıza sığınarak sizlere takdim ediyorum.

Sevgili okuyucularım son aylarda göğe merdiven kurmakta güçlük çektiğimi ve Türk Milletinin sahipsizliğine artık tahammülü kalmamış biri olarak meselelere dikkatimin zayıfladığını görmüş olmalıdır. Bu sebeple dikkati sağlam dostlarımızın bazı yazılarına köşemde yer verdiğimi hatırlayacaklardır. Bugün çok kıymetli bir öğretmenimizin, Kahramanmaraş Ticaret Meslek Lisesi Edebiyat Öğretmeni sayın Ahmet Yüzeroğlu'nun yazısını affınıza sığınarak sizlere takdim ediyorum.

Ben sizi hiç bilmiyordum. Mehmetçik sınır boylarında memleket beklerken, sizlerin memleket tarlasında, erdemli ellerinizle, bilgi-bereket tohumu eken melekler olduğunuzu bilmiyordum…
Ağrı'nın yaz–kış başını bir gelin duvağı gibi örten, ince tığ işi tül bulutları, gündüz dersliğinizde konu diye, geceleri yalnız sessizliğinizde çeyizinize nakış diye işlediğinizi bilmiyordum. Bağışlayın beni…
Okulun levend boylu direğine gül kokulu al bayrağımızı çektiğinizde, Doğu Beyazıt gecelerinin ayazı bıçak gibi ellerinizi kestiğinde, yüreklerinizi bir kırmızı şal gibi buz tutmuş bayrağın üstüne serdiğinizi hiç bilmiyordum… Bağışlayın beni…
Atatük'ün manevi kızlarının hepsinin tek tek adlarını, hangi ilkin kadınları olduğunu ezbere bilirdim. Sözgelimi Sabiha Gökçen ilk kadın savaş pilotumuz olarak hep göklerdeydi. İlk kadın tarih profesörü Afet İnan vardı, roman yazarımız Halide Edip, Atatürk’ün hep yakınındaydı. Bir manevi kızı da Ülkü idi. Halen hayatta olduğunu da biliyorum. Ama Burçin Uysal ile Aysun Karalar adlı ülkücü iki öğretmen kızı daha olduğunu bilmiyordum. Şimdi sizler öğrettiniz, daha şimdi tanıdım sizleri. Bu bağışlanmaz suçumu da bağışlayın n’olur?..
Küçücüktünüz, minnacıktınız. Anneniz babanızdan başka sizi takip eden bir gölgeniz bile yoktu arkanızda. Memleket haritamızda bir noktacık bile değildiniz. Adınızı–sanınızı bembeyaz kefen gibi kar örtmüştü. Yazılı–sözlü medyamızda bu karşılık görkemli, ışıklı, derin yırtmaçlı, ışıltılı pırıltılı, sosyetik, medyatik bir düzine adlar, günlerce televoleli gündem oluşturur, bizi oyalar dururdu. Ama sizin içimizi oyuk oyuk eden öyle bir olayınız oldu ki, şu gök kubbe bile şaştı bu işe. Siz ne mi yaptınız, söyleyeyim mi?... Peki, söyleyim de suçunuzu bilin... Siz boyunuzdan çok büyük bir işe kalkıştınız “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı sanki dünya?” denilecek bir güzellikte, körpelikte, başınızda binbir türlü sevda yelleri esecek yaşta iken, siz kalktınız, güvercin ayakları gibi incik incik parmaklı ellerinizle Türkiye’yi tutup ayağa kaldırdınız... İçimizi alt üst ettiniz.
Yazık bana, hayıf bana, vah bana ki, o körpecik, akça pakçacık, o incik parmaklı, o yayla çiçeği kokuşlu ellerinizden, ah bir defacık olsun öpemedim. Bir resminiz bile elime geçmedi ki sizi bağrıma basaydım... Bağışlayın beni ne olur?...
Bir damlacık göz yaşı sizin kıpkırmızı kora kesmiş, yanmış bedenlerinize “cız” diye düşünce, sizden bir “Ah anneciğim!...” bile çıkmayınca, koca Ağrı Dağı yaşına, dumanlı başına bakmadan, utancından erim erim eridi... Sizi kül eden ateşi söndüremedim diye kahrından karlarını silkeledi, attı üstünden... Ortalığı sel velvelisine verdi…
Şu taş bağırlı dağın yaptığını ben bir insan olarak yapamadım... Hiç olmazsa bir damla göz yaşını ödünç bulup, yangın söndürme aracı gibi yürek sirenlerimi çığlık çığlığa çalarak acınıza koşmalıydım... Yapamadım. Bağışlayın beni...
Âşık Kerem de Ağrı Dağına “Aslı’m buradan geçti mi?” diye sordu. Aslı, Kerem’im diye diye Kerem’in küllerini saçıyla süpürürken tutuştu, yandı, kül oldu Aşkları duman duman tütüyor hâlâ gönüllerde. Onların aşkı iki kişilikti... Onların sevgileri kendilerineydi. Yine de kuşlar tüyünü, lâle–sümbül boynunu büktü. Oysa sizler çağdaş–aydınlık Türkiye’nin ışık yüzlü küçük Kerem’lerine aşıktınız. Onların aşklarıyla ateşlere attınız, tutuştunuz, kül ettiniz kendinizi... Asıl Aslı sizsiniz... asıl sizin aşkınız alkışlanır… Asıl sizin aşkınız, Allah katında kutsaldır ve makbuldür
Şair ne demiş: “Sen yanmasan / Ben yanmasam / O yanmasa / Karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa?
Doğru... Bu meşhur dizeler, bundan böyle sadece sizi ölümsüzleştirecek . Çünkü, ben yanmadım, o da yanmadı, sadece siz yandınız! Siz...
Biliyor musunuz, sizler sadece Türk öğretmenleri adına değil, bütün dünya öğretmenleri adına; sizler sadece kendi sınıfınızdaki öğrencilerinizi değil, bütün dünya halklarının, her sınıftan halk çocuklarının kurtuluşu için alevlerin içine kendini atınız, kül oldunuz. Biz de bir söz vardır; “Hocanın vurduğu yerde gül biter.” Hayır hocanın vurduğu yerde değil, sizin gibi öğretmenlerin kül olduğu yerde yedi veren gülleri biter.
Sizin kül olduğunuz ateşe ben parmağımın ucunu bile dokunduramıyorum. Sizlerin erişilmez yüceliği karşısında ben cüce kalıyorum. Sizlerin yiğitliği karşısında ben kendimi yitiriyorum. Sizlerin büyüklüğü karşısında ben küçülüyorum, küçülüyorum, küçülüyorum… Püf... diye uçup yok oluyorum. Ne yüzüm tutuyor, ne dilim, ben öğretmenim, demeye. Şu şaşkın, yaşı başından aşkın adamı bağışlayın ne olur...
Karanlıklardan aydınlığa kolay çıkılmıyor. Tünellerin ucundaki ışığa, ışık hızında ulaşılmıyor. Düşler, masal perilerinin sihirli değneği ile gerçek olmuyor. Yürek istiyor, kahramanlık istiyor. Anadan yârdan, evlâdüayaldan geçicilik istiyor. Sizler, canlarınızı vererek bütün bu sınavları tek tek verdiniz. Türk öğretmenliğini Türkiye’de 5165 rakımlı Ağrı’nın; evrensel boyutları ile de dünyanın en yüksek damı olan 8880 metrelik Everest tepesine bir bayrak gibi diktiniz.
Öğretmenliğin sönmez meşalesinin alevleri günümüzde maalesef sönmeye yüz tutmuş iken sizlerin meslek şehidi oluşunuzla eğitim ordusunun meşalesi yalım yalım yeniden yanmaya başlamıştır. Umudumuz karamsarlığa; karamsarlığımız karaçalıya dönüşmüştü. Sizin sayenizde çiçek açtı, çivit mavisi umutlarımıza yeniden kavuştuk. Sizlere bunun için de minnettarız.
Cumhuriyetin temelleri kanla, göz yaşı ile atılırken, çatısı binbir yoksunlukla çatılırken Türk öğretmeninin bir omuzunda Cumhuriyet’in yapı taşları, diğer omuzunda Cumhuriyet çocuklarının vebali vardı. Onun için Atatürk’ün Kahraman Mehmetçiğinden sonra ikinci umudu, göz bebeği, güvencesi öğretmenlerdi. Buna karşılık Atatürk de Türk öğretmenine üç tuğluk vezirlik vermedi ama saygınlık verdi, kutsal ayrıcalık verdi, arkasında durdu, dağ gibi destek verdi. O zamanlar Atatürk vardı, o zamanlar kuvayı milliyecilik ruhu vardı. Tek güç kaynağımız buydu. Bu güçle de olmazları oldurduk, az zamanlara çok başarılar sığdırabildik. Ama bunların hepsi dündü. Kurtuluş Savaşımıza 82 yıl, Atatürk’ümüzün maddeten ölümüne 66 yıl olmuş. Kuvayı milliye ruhu çoktan söndü, küllendi. “kuvayı milliyecilik” ne demek, bunu bilmeyen kaç kuşak yetişti, geldi geçti derken, sizleri de son kuşağın sorumsuz gençleri diye yargılarken 75 milyonun yüreğinde Atatürk zamanının kutsal kuvayı milliye ateşini yeniden, sizin kendinizi tutuşturarak yakacağınızı, bin yıl yaşasam aklımın ucuna bile getiremezdim. Sizlerden özür diliyorum… Huzurlarınızda saygıyla eğiliyorum… Sizleri gönlümüzün sultanları olarak selâmlıyorum …
“Öğretmenliğin bu iki yüce timsâlini şimdi anmayacaksınız da, kimi, nerede, ne zaman anacaksınız?” diye bugün, bu saatte, ilimizdeki tüm ilk ve orta öğretim okullarında bu hem yiğit, bu hem şehit öğretmenlerimiz için anma törenleri yapılmasını emir buyuran ve okulumuzu bu nedenle onurlandıran, öğretmenliğin kutsal misyonunu her fırsatta, her zeminde bizlere aşılamaya çalışan Sayın Valimiz’e, bu okulun en kıdemli, en yaşlı bir öğretmeni olarak, şu can içindeki canımdan, işte şuramdan, şükranlarımı ve saygılarımı arz ederim. Sağolun!


aybarsfirat@yahoo.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002