Şöyle yakın bir geçmişi hatırlayalım. Olimpiyatlar, Atina’da 13 Ağustos’ta başladı ve 29 Ağustos’ta bitti. O tarihlerde bütün dünyanın gözü Atina’daydı.
Peki o tarihlerde İstanbul’da neler oluyordu? Bahçelievler’de bir apartman dairesini su basıyor, sel sularına kapılan biri 6 aylık bebek, 3 kişi can veriyordu. Bu dramatik olayın etkisini üzerimizden atamadan, İstanbul’a son 50 yılın en büyük yağışı geliyor diye bir fırtına koparıldı.
2004 Olimpiyatları da yapıldı. Atina’da, bir başka deyişle burnumuzun dibinde… Malumunuz, Olimpiyatları İstanbul’da yapabilmek için yıllardır çırpınıp durduk. 2000 olmadı, 2004 olmadı, 2008 olmadı ve hatta 2012 bile olmadı… İstanbul’da Olimpiyat düzenlemek, en azından yakın bir gelecek için mümkün görünmüyor.
Ancak İstanbul, Türkiye ve İstanbul’un bu yönetim şekliyle gerçekten Olimpiyatları hak ediyor mu? Olimpiyatlar için denetimler ve incelemelerin yapıldığı o dönemlerde, özellikle basınımızda İstanbul aleyhine çıkan haberlere çok içerlenirdim. Bir bakıma, kendi kendimizi ispiyon eder duruma düşüyorduk… Bir kısım medyamız, İstanbul’u yeriyor, mesela o dönemde İstanbul’a rakip olan Atina veya Pekin’i övüyordu. Hoş bir durum değildi doğrusu…
Bugün ise daha farklı düşünüyorum. Bazı doğruları gizlememek lazım. Şöyle yakın bir geçmişi hatırlayalım. Olimpiyatlar, Atina’da 13 Ağustos’ta başladı ve 29 Ağustos’ta bitti. O tarihlerde bütün dünyanın gözü Atina’daydı.
Peki o tarihlerde İstanbul’da neler oluyordu? Bahçelievler’de bir apartman dairesini su basıyor, sel sularına kapılan biri 6 aylık bebek, 3 kişi can veriyordu. Bu dramatik olayın etkisini üzerimizden atamadan, İstanbul’a son 50 yılın en büyük yağışı geliyor diye bir fırtına koparıldı. Başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere bütün etkili ve yetkili isimler, kuaförden yeni çıkmış halleriyle basının karşına geçiyor ve kendilerince halkı uyarıyorlardı; “Aman evlerinizi boşaltın, evlerde kalmayın, şiddetli yağmur geliyor.”
İyi de ey anlı şanlı yöneticilerimiz, bu insanların durumları olsa, gidecek başka bir yer bulabilseler, zaten o evlerde kalmazlardı. 1 gün içinde nereden ev bulup taşınsınlar, hangi parayla, hangi şartlarla… “Evinizi terk edin” demek ne zaman çözüm oldu? Ama anlı şanlı yöneticilerimiz, hemen uyarı görevlerini (!) yapmışlardı… Yine hüsran yaşanınca, “Halk uyarılara kulak asmadı” mazeretine sığınmışlardı.
Ve yağmurdan kaçmak için, tedbir olarak İstanbul’da resmi daireler de tatil edilmişti…
Abartılan olmadı, İstanbul’a o tarihte beklenen yağmur yağmadı. Ama beklenenin çok çok altında yağan yağmurdu, İstanbul’un Alibeyköy semti neredeyse haritadan silindi. Belediye, halkı “Dere içinde ev yapıyor” diye suçlarken, devletin kendi yaptığı okullar da sular altında kaldı.
Anlı şanlı yöneticilerimizin, buna da mazeretleri hazırdı; “Bu olanlardan son 10 yıldır İstanbul’u yönetenler sorumludur.” Gerçekten bu konuda haklılar, onu biz de biliyoruz. Ama unuttukları bir şey daha vardı, İstanbul’u son 10 yıldır onlar ve onların kafasında olanlar yönetmişti. Bu isimlerin arasında şu an Başbakanlık koltuğunda oturan Tayyip Erdoğan da var.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Atina’da dünyanın en büyük spor organizasyonu yapılıyor, İstanbul ise yağmura teslim olmuş, resmi daireler bile tatil edilmiş…
Ya 2004 Olimpiyatları İstanbul’da yapılıyor olsaydı… Felaketi ve dünyaya nasıl rezil olacağımızı düşünmek bile istemiyorum. Alibeyköy’deki görüntüleri, Bahçelievler’deki dramı bütün dünya seyredecekti… Atina’da doping skandalı konuşuldu, Olimpiyatlar İstanbul’da olsaydı İstanbul’un bu dramı konuşulacaktı… Üç damla yağmur yağınca evleri sel götüren, çocukları can veren, resmi daireleri tatil edilen İstanbul’un dramını… Merak ediyorum, o zaman da anlı şanlı yöneticilerimiz, “Bunun sorumlusu geçmişte İstanbul’u yönetenlerdir” diye bu işten yakayı kurtarmaya mı çalışacaklardı?
Ya da şiddetli yağmur geliyor, şu güreş ve atletizm yarışmalarını 3 gün sonraya erteleyelim mi diyeceklerdi? Ve bu dramlarla adını dünyaya duyuran İstanbul, Olimpiyatlara ev sahipliği yapsaydı rezil olmanın dışında ne kazanacaktı?
Ve Atina’da Etiyopyalı gurur kaynağımız ve atletizmde ilk defa madalya kazanacağız diye umutla beklediğimiz “Elvan”ımızı seyrederken bunları düşündüm…