Ulu Önderimiz Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas’ta “Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi.” demişti. Aslında “Cumhuriyet” düşüncesi 1923’ten önce, 4 Eylül 1919’da “Sivas Kongresi”nde filizlenmişti. Kongrede “mandacılar” ortalığı karıştırıyorken, buna üzülen Atatürk, akşam yemeğini yedikten sonra, yanında bulunan Mazhar Müfit Bey’e dönerek;
“— Hatıra defterine, bugünkü tarihi at!.. Ve oraya şöyle yaz: Bu devletin idare şekli Cumhuriyet olacaktır!...”
Atatürk bunu söylediği zaman, kimsenin kafasında Cumhuriyet’in kurulma düşüncesi yoktu. O, daha Sivas’ta iken bu karara varmış bulunuyordu.
Yüzyıllar süren cihan imparatorluğunun çeşitli nedenlerle yıkılmasının ardından,. Büyük Önder’in yeni bir devletin temellerini, 85 yıl önce Sivas'ta atması bir rastlantı değildi. Sivas, gerek coğrafyası, gerek insanları açısından özel bir şehirdi.
Sivas Kongresi, Atatürk’ün dediği gibi, Türk Ulusu'nun, kurtuluşa giden aydınlık yolundaki bağımsızlık kararını dünyaya ilan ettiği ilk ulusal toplantıydı. Aynı zamanda, Anadolu üzerindeki kurtuluş hareketlerinin birlik ve beraberliğinin sağlandığı bir karar organıydı. Bir başka anlatımla, dıştan ve içten gelen bütün zorluklara karşın, Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktasıydı
4 Eylül 1919'da başlayıp, 7 gün süren Sivas Kongresi'yle, 7 ay sonra 23 Nisan 1920'de açılacak olan TBMM'nin, bir anlamda provası yapılmıştı. Türk Ulusu, Sivas'ta dayanışma içerisinde kendine yeniden güven duymayı öğrenmişti. Aynı amaç doğrultusunda birbirine sımsıkı sarılarak, başarabilme inancını tazelemişti. Mustafa Kemal'in "Ya İstiklâl, Ya Ölüm" anlayışı kayıtsız şartsız benimsenmiş, millet iradesine dayalı bağımsız, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri atılmıştı.
Sivas Kongresi'yle dünyaya duyurulan kararlar, Türk Ulusu'nun haksızlığa, hukuksuzluğa ve işgale direniş destanının unutulamaz bir sayfasıydı.
Sivas Kongresi kararlarıyla, Türk Ulusu'nun, kendisiyle ilgili kararları, ancak kendisinin verebileceğinin altı bir kez daha çizilmişti. Bu kararlarla, vatanın bölünmez bir bütün olduğu, milli iradenin hakim kılınacağı, manda ve himayenin kabul olunamayacağı ve bunların sağlanması için güçlerin birleştirileceği kaydedilmişti.
Sivas Kongresi'nin bize bıraktığı en büyük miras buydu.
Birinci Dünya Savaşı'nın galibi İtilaf (Anlaşma) Devletleri, ülkemizi kağıt üzerinde paylaşmışlardı. Bu paylaşmaya göre, Ulusumuzun siyasî varlığı yok ediliyor, bin yıllık vatanı, küçük bir bölge dışında elinden alınıyordu.
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi hükümlerine dayanarak, 1 Kasım 1918'den itibaren Türk vatanının bazı yerleri işgal edilmeye başlandı. Türk Ordusu dağıtılırken, ülke içinde çeşitli ayrılıkçı örgütler ayaklanma hazırlıklarına başlamıştı. Bu örgütlere dış güçler maddi ve manevi katkı sağlıyor, kışkırtıyor, yönlendiriyordu.
Anadolu ve Trakya'daki bazı vatanseverler, 1918 yılı sonlarında "Müdafaa-i Hukuk" adı altında direniş örgütleri kurmaya başlamışlardı. Güçleri birleştirmek, ulusal ve genel bir uyanış yaratacak mücadeleyi açmak kolay değildi. Değişik düşünceler nedeniyle ülkenin hemen her yerinde, dağınıklık, umarsızlık ve karamsarlık görülüyordu.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin karamsarlık ve karanlığı içinde, bir ses yükseldi. Mustafa Kemal Paşa, bu durumda millî egemenliğe dayalı, bağımsız yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasından başka bir kurtuluş yolunun olamayacağını ortaya koydu.
15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden bir gün sonra, 9. Ordu Müfettişliği görevine atanan Mustafa Kemal Paşa, karargâhına aldığı bazı arkadaşları ile birlikte, İstanbul'dan Anadolu'ya hareket etti.
Ceyhun Atuf Kansu, “Şu sonsuz koşu” adlı şiirinde şöyle diyor:
“Samsun’a ayak basmış kahraman bugün,
Çayır çimen yeşermiş zafer yolunda,
Davul zurna sesinde şahlanır düğün,
Gönlüm coşup öter bir bahar dalında. ....”
Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basmasıyla birlikte, Türk’ün ulusal egemenliğe geçiş süreci de başlıyordu. Samsun'da ve daha sonra da Havza'da yapılan hazırlıklar ilk kurtuluş ışıklarını yakmıştı.
Atatürk; ulus egemenliğine dayalı, kayıtsız-şartsız bağımsız bir Türk Devleti kurmak görüşü ve kararındaydı. Bu kararı iki kelimeyle özetlemişti:
“Ya bağımsızlık, ya ölüm...”
Mustafa Kemal Paşa, uyanmaya başlayan millî bilinçten de güç alarak tam bir ulusal kurtuluş mücadelesi başlatmak çalışmalarına girişti. İşte 21/22 Haziran 1919 Amasya genelgesi, İstiklâl Savaşı’na bir başlangıç ve milli egemenlik yolunda atılmış ilk adımdı.
İstanbul Hükümeti’nin içinde bulunduğu gaflet, Anadolu'daki kurtuluş hareketinin anlam ve genişliğini anlamasına engeldi. Damat Ferit Paşa, Paris konferansından dönüşünde, Anadolu'daki uyanış hakkında verdiği demeçte:
“Altı hafta gaybubetim esnasında Anadolu'da iğtişaş (kargaşalık, karışıklık) başlamış olduğunu hayretle gördüm” demişti. Erzurum Kongresi'ni ise bir isyan hareketi olarak kabul ettiğini ilan etti.
Damat Ferit Paşa Milli Kurtuluş teşkilatını yıkmak için Mustafa Kemal'i ortadan kaldırmağa karar verdi. 18 Haziran 1919'da İçişleri Bakanı Ali Kemal, valilere çektiği telgrafta Mustafa Kemal'in işten çıkarıldığını, emirlerinin dinlenilmemesini bildirmişti. Fakat bundan bir sonuç çıkmadı.
Mustafa Kemal, Erzurum Kongresiyle meşgulken, O'nun bu hareketlerinden endişelenen Saray ve İstanbul Hükümeti, İngilizlerin kışkırtmasıyla kendisini geri çağırdı. Mustafa Kemal gelemeyeceğini kesin olarak bildirince, 8/9 Temmuz gecesi resmî memuriyetine son verildi. Aynı gece, O da Padişaha ve Harbiye Nazırına birer telgraf çekerek "memur olduğu göreviyle birlikte pek çok sevdiği kutsal askerlik görevinden de istifa" ettiğini yazdı.
Erzurum'da başlayan yerel kongre akımı, Batıda Yunan tehdidi altında bunalan Marmara ve Ege bölgelerinde devam etti. 26 Temmuz 1919'da Balıkesir'de, 6 Ağustos’ta Nazilli'de, 16 Ağustos’ta Alaşehir'de kongreler toplandı. Bu kongreler sonucunda "Kuva-yı Milliye" adı altında vatansever milis güçleri kuruldu.
Sivas Kongresi sekiz gün sürdü. Daha kongre açılmadan, bazı kimseler Mustafa Kemal'in başkan olmasını istemiyorlardı. Bu düşüncelerini O'na da açıklamışlardı. Fakat ilk günü Mustafa Kemal başkanlık makamına çıktı ve coşkulu bir konuşmayla kongreyi açtı. Birçok kimsenin muhalefetine karşın başkan seçildi.
Kongre, çetin koşullar içinde toplanmıştı. İşgal kuvvetleri ve İstanbul Hükûmeti kongrenin toplanmasına engel olmak için birlikte çalışıyorlardı. İşte birkaç örnek:
İstanbul Hükûmeti, Kongreyi dağıtmak için harekete geçmişti. Harput Valiliğine atanan Ali Galip'e, Sivas'ı basması, kongreyi dağıtması emrini verdi. Ali Galip Malatya'da kuvvet toplayarak baskına hazırlandı. Fakat durumdan haberdar olan Mustafa Kemal tedbir alarak Ali Galip'i İstanbul'a kaçmak zorunda bıraktı.
Erzurum’dan sonra böylesine önemli bir Kongre'nin Sivas'ta toplanışı, şehrin stratejik durumundan kaynaklanıyordu. Ateşkes şartları gereğince, İtilâf Devletleri'ni temsilen bazı subayların bulunmasına rağmen, Sivas işgal altında değildi. Ulaşım bakımından Anadolu yollarının birleştiği bir kavşak durumundaydı. Çeşitli Anadolu şehirlerine şu veya bu şekilde bağlanabiliyordu. Her ne kadar Fransızlar Adana üzerinden, İngilizler Samsun'dan şehri işgal tehdidinde bulunuyorlarsa da, Mustafa Kemal Paşa, böyle bir işgalin düşmana çok pahalıya mal olacağını hesaplıyordu. Bütün bu avantajları yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas Şubesi, şehirde oldukça iyi örgütlenmişti.
Sivas Kongresi'nin bir özelliği de delegelerin vatanın kurtuluşu ve milletin mutluluğundan başka hiçbir kişisel amaç izlemeyeceklerine, mevcut siyasî partilerden hiçbirinin amaçlarına hizmet etmeyeceklerine dair Kongre'de yemin etmeleri olmuştu. Sivas Kongresi kararları şu şekilde özetlenebilir:
1- Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.
2- Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
3- İstanbul Hükûmeti, haricî bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
4- Kuva-yı Milliye’yi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.
5- Manda ve himaye kabul olunamaz.
6- Millî iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.
7- Aynı gaye ile millî vicdandan doğan cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir.
8- Mukaddes maksadı ve umumî teşkilâtı idare için Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir.
Mustafa Kemal 13 Aralık 1919'da Sivas'tan Ankara'ya hareket etti. Yolda Kayseri ve Kırşehir'e uğradı. Kırşehir'de gece şerefine fener alayı tertip eden halka:
“Bu milletin içinden çıkan bir Kemal:
‘Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini.’ demiş. Gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal de diyor ki:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” diye seslenmişti.
Mustafa Kemal'in bu sözleri, kurtuluş umudunun ve büyük ülküsünün anlatımıydı.
Mustafa Kemal, Meclisin Anadolu'da toplanmasını istemesine rağmen, Meclis 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Fakat İngilizlerin ve gerekse onlara âlet durumunda olan hükûmet adamlarının baskısı nedeniyle olumlu çalışamadı. Yalnız Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin esaslarını "Misak-ı Millî" halinde kabul ve ilân etti.
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yer alan "Türk vatanı ve milletin bölünmezliği" ilkesinin millî ve hukukî dayanağı, "Misak-ı Millî"dir.
27 Aralık 1919'da Mustafa Kemal Paşa, bir kısım arkadaşları ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile beraber Ankara'ya gelmişti. Artık Millî Mücadele Ankara'dan yönetiliyordu. Öte yandan İstanbul'daki asker ve sivil birçok vatansever de, Bağımsızlık Savaşı'nda görev almak üzere Ankara'ya geliyordu.
23 Nisan 1920'de yurdun her bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet iradesini ve egemenliğini temsil eden bu Meclis'e ve onun hükûmetine de başkan seçilerek, bağımsızlık savaşının her yönden askerî, siyasî ve sosyal lideri oldu.
Sivas Kongresi’nde teşkil edilen ve 27 Aralık 1919 Cumartesi gününden beri Ankara'da çalışan “Heyet-i Temsiliye” görevini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bırakmıştı.