“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” hükmünü düzenleyen Anayasanın 6. maddesi yeniden düzenlenmelidir. Bu düzenlemede, egemenlik kavramı adaylık süreci de dahil olmak üzere Avrupa Birliği’ni de içine alacak şekilde genişletilmelidir. Bu maddeye Türkiye’nin diğer uluslararası kuruluşlara ve kurumlara üyelik halinde eşit şartlar altında olmak kaydıyla, o kurum ve kuruluşların organlarıyla egemenliğin birlikte kullanılacağı eklemesi yapılmalıdır.” diyebilmektedir.
Dikkatinizi çekmiş olmalı; konuşan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Adalet Bakanıdır ve TBMM çatısı altında konuşmaktadır.
Başta ekonomik problemlerimiz olmak üzere bütün dertlerimizin çaresi olarak gösterilen “Avrupa Birliği üyeliği”miz etrafında o kadar çok söz söylendi ki, yazılıp konuşulanlar meseleyi izah etmek yerine tamamen içinden çıkılmaz bir hale getirdi.O kadar ki, birliğe üye olmamıza taraftar olanların bile zaman zaman kafalarının karıştığına şahit olduk.Mesela, 24 Aralık 1995 tarihinde Kadıköy meydanında yaptığı seçim konuşmasında “Gümrük Birliği Antlaşmasının ulusumuz için yeni bir Sevr Antlaşması” olduğunu, iktidara geldiklerinde bu antlaşmayı aynen Sevr gibi yırtıp atacaklarını ilan eden Bülent Ecevit, Başbakan olduğunda “AB’ye tam üyelik, Türk ulusunun tarihten ve coğrafyadan, uluslararası antlaşmalardan gelen hakkıdır. Bu hakkı istemekten hiçbir kuruluş ve devlet bizi engelleyemez. Bazı Avrupalı kesimler bizi Avrupalı saymasalar da biz Avrupalıyız.” diyebilmektedir.
Siyasilerimizin, aynı konuda muhalefetteyken başka, iktidardayken başka ifadelerine o kadar çok rastlıyoruz ki, öfkelenmek yerine tebessüm etmekten başka bir tepki gösteremiyoruz...
Lakin, muhalefetteyken pek de tanımadığımız devrin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk , Konrad Adenuar Vakfı ile Türk Demokrasi Vakfı’nın da katıldığı TBMM çatısı altında düzenlenen “Türkiye’de Anayasa Reformu” adı verilen toplantıda :
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” hükmünü düzenleyen Anayasanın 6. maddesi yeniden düzenlenmelidir. Bu düzenlemede, egemenlik kavramı adaylık süreci de dahil olmak üzere Avrupa Birliği’ni de içine alacak şekilde genişletilmelidir. Bu maddeye Türkiye’nin diğer uluslararası kuruluşlara ve kurumlara üyelik halinde eşit şartlar altında olmak kaydıyla, o kurum ve kuruluşların organlarıyla egemenliğin birlikte kullanılacağı eklemesi yapılmalıdır.” diyebilmektedir.
Dikkatiniz çekmiş olmalı; konuşan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Adalet Bakanıdır ve TBMM çatısı altında konuşmaktadır.
İçeride bunlar olurken, kapısından girmek için çırpındığımız AB’nin, Katolik Kilisesi’ne bağlı İtalyan Piskoposları ( Hikmet Sami Türk’ün söylediklerine cevap verir gibi ) kendi yayın organları olan L’avvaniere gazetesinde, “Müslüman Türkiye’nin AB’ye girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hristiyan gelenekleriyle şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları sarsar. Unutulmamalı ki, Avrupa fikri başlı başına düşman Türklere ve Türkiye’nin başını çektiği İslam dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın ilişkiler geliştirmeye evet. ama, farklı tarihi ve kültürel gerçekler, farklı kalmalıdır.” görüşlerini deklare ettiler.
Meraklısı bahsi geçen gazetenin 3 Ocak 2000 tarihli nüshasına bakabilir. Bu arada “dinlerin kardeşliği adı altında” ne yapmaya çalıştıkları bizce malum, lakin çoğu kimse tarafından bilinmeyen “zevat”ın da kulakları çınlasın. Veya şöyle soralım: Bu “kardeşlerinin” fikirleri hususunda “Hoca Efendi” ne buyururlar acaba?
Bütün bunlar bir tarafa, Almanya’nın Türkiye’de beş yıl görev yapan Büyükelçisi Hans Verou, İzmir’de yaptığı açıklamada “Abdullah Öcalan’ı idam ederseniz AB’ni unutunuz.” demişti.
Ama, Hans Verou‘nun memleketi olan Almanya’da fikir özgürlüğünün sınırlarının nereye kadar uzanabildiğini göstermek bakımından ölçü olabilecek bir hadiseyi kısaca hatırlayalım. Kosiek, Aşırı Sağcı Demokrat Alman Partisi üyesiydi. Bu partiden eyalet parlamentosunda milletvekili olarak dört yıl görev yapmıştı. Yayınladığı iki kitapta siyasi görüşlerini açıkladı. Bu görüşler Anayasaya sadakati şüpheye düşürücü bulundu ve Kosiek’in parlamento üyeliğine son verildi. AİHM’ye başvuran Kosiek şu cevabı aldı:
“Hür demokratik düzeni yıkmaya yönelik, faaliyet, düşünce düzeyinde bile olsa yasaktır.”
ABD’nin de, Türkiye’yi parçalamak adına yaptıkları talepleri “AB üyeliği için gerekli” kılıfı altında pervasızca ilan edebilen “ batılı dostlarımız”dan pek de farkı yok.
1997 yılında PKK’ya Washington’da büro açtırıp, 2001 yılında bu katil sürüsünün televizyonunun Amerika’dan yayın yapmasına izin verirken, Texas’ın bağımsızlığı için mücadele eden ayrılıkçı örgüt lideri Ruchard Melorena 99, yardımcısına 50 yıl hapis cezası verdi.
Almanya ve ABD örneğinde özetlemeye çalıştığımız riyakarlığı, iki yüzlülüğü, sahtekarlığı, kendi ağızlarından, AB Dışişleri Komitesi Başkanı Tom Spencer’ın 1999 yılında yaptığı bir açıklamasından nakledelim:
“Aslında AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etme yolunda hiçbir zaman niyeti olmadı. Türklere, ileride bir gün AB’nin parçası olacakları yolunda otuz yıldır söz vererek hiç dürüst davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum. Ankara ile ilişkilerde çıkarlarımıza zarar gelmemesi için gerçeği gizlediler. Bu durumda en iyi seçenek Türkiye ile tam üyelik dışında çok yakın ilişkiler kurmaktır.”
...
Anlatmaya çalıştığımız şu: AB aşıklarımız bütün dünyayı, devleti, milleti, mukaddesatı, anayasayı unutmuş canhıraş feryatlarla “aç kapıyı Avrupa Birliği” diye yalvarıyorlar. Avrupa Birliği, soruyor: Kapı hakkı ne verirsin?
Ecevit diyor ki; Bizi Avrupalı saymayıp kapınızdan kovsanız da biz gene geleceğiz. İtibarımızı verelim.
Hikmet Sami Türk diyor ki; Hakimiyet kayıtlı şartlı AB’nin olsun. Anayasamızın “ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen 6. maddesini verelim.
Hoca Efendi diyor ki, biz Haçlıyı çoktan unuttuk. “İbrahimi dinler” adı altında İslam’ı verelim.
Siyasi parti liderlerimiz koro halinde; Şehit kanları, anaların gözyaşları kimin umurunda, terörist başının ilmiğini verelim.
Uğurlar olsun efendiler...
Bize gelince...
Biz şimdilik yeminimizi tekrarlayalım: