Gerekli gereksiz birçok tartışmalardan sonra ülkenin temel meselelerinden birinin hattâ birincisinin “eğitim” olduğu gerçeğini artık hemen herkes kabul etmiştir.
Ancak ne var ki art niyetli, çıkarcı ya da bu konuda bilgisi olmayan birçok kişi, hiçbir şekilde sahneden çekilmeyi düşünmedikleri gibi bu gerçeği çarpıtacak çeşitli kaçış yolları aramayı sürdüregelmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, bir devletin bekasının (kalıcılığının) ancak –insana kendisini öğreten- köklü ve sağlam bir eğitimle sağlanabileceğini bilen ülkücüler her konuda olduğu gibi bu işi de “ehline vermeyi” ilke edinmişlerdir. Çünkü onlar ülkelerini seviyorlardı, insanları seviyorlardı, çünkü onlar “irfan” sahibi idiler. Bu konuda işin gereğine uygun temel kanunlar çıkarmışlardı. Sonraları birilerinin gelip, -çok bilen kişiler edasıyla- her aklına gelen değişikliği reform adına sokuşturup bu kanunları işlemez hale getirebileceklerini düşünmek bile istemiyorlardı.
Kelimenin geniş mânâsıyla ilmi, derin mânâsıyla kültürü amaç edinmişlerdi.
Kısıtlı imkânlarla bu dönemde başlatılan eğitim seferberliği “adam” yetiştirmeyi hedef almıştı. Bugünde her şeyden önce adama ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Bilgili, kültürlü ve herhangi bir konuda uzmanlığı olan elemanlara gerek duyulmaktadır. İşini severek yapacak, en iyi şekilde yapacak elemanlara... İşi küçümsemeyecek, ülke meselelerine akıl erdirebilecek, düşünüp değerlendirebilecek kişilere ihtiyaç vardır.
Elbette ki bu yetişmiş insanlara iş sahası açabilecek sağlam bir ekonominin ülkesini seven ve geleceğini düşünen yöneticiler tarafından düzenlenmesi lazımdır. Eğitim ve ekonomi içiçe duran problemlerdir. Birbirini kovalayan, sebep sonuç ilişkileri olan konulardır. İyi ekonomi için iyi eğitime ihtiyaç vardır; iyi eğitim kurumlarına sahip olmak için ekonominin güçlü olması gerekir.
Ülkenin bazı köklü eğitim kurumlarında yeniden yapılanma yeterli düzeye ulaşamamasına rağmen yine de bu birimlerde bazı yetenekli gençler iyi şekilde yetişebilmektedir. İyi bir meslek sahibi olabilmektedirler. Bunlardan yararlanabilmek için bir alt kademedeki hizmetlerin görülebilmesini sağlayacak ara elemanlara ihtiyaç vardır. Halbuki ortada görünen ya tam uzman sayılabilecek birkaç kişi ya da milyonlarca niteliksiz işçidir. Demek ki ikisinin arasında her dalda teknisyenler yetiştirilmelidir.
Eğitim her kademede kendi disiplini içinde verilmelidir. Belirli aşamaların el ile tutulabilir, somut sonuçları alınmalıdır. Orta okulları ilk okullara eklemek yani ilkokulu üç yıl daha uzatmaktan ibaret olan bir uygulamayı Cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim reformu gibi göstermeye kalkan bir zihniyet, hafifliğin göstergesidir; acıklı bir durumdur. Belli konuları tekrarlayarak şartlanmalara yol açan bir zorunlu eğitim sekiz yıl değil seksen sekiz yıl olsa hiçbir faydası olmaz. Hattâ zaman kaybı olarak zararı vardır.
Yalnızca okur yazar sayısını artırmakla cehaleti kaldırmak hiçbir zaman, hiçbir yerde mümkün olmamıştır. Hele körpe beyinleri, gelişmelerden uzak tutup totem ve tabularla doldurmak çağdışı bir davranıştır.
Öğrenciyi küçük yaştan beri üniversiteye yönlendirmek, onlara sanki her türlü okuma imkânı veriyormuş izlenimi uyandırmak hiçbir çözüm getirmez. Aksine üniversite kapılarında birikmeleri artırarak ortaya bir sürü yeni problem çıkarır. Bir buçuk milyon genci dışarıda bırakıp “dört yüz bin öğrencimizi çeşitli bölümlere yerleştirmiş bulunuyoruz.” diye demeç vermek ciddi bir tavır değildir. Öğretim kurumlarını yozlaştırıp özel dershaneleri ön plana çıkarmak ise hiç de akıllıca değildir.
Yatırım, istihdam ve eğitim ilişkilerini uzun vadeli bir program içinde planlayıp düzenlemek, ülkeyi idare etmeye talip olanların ana görevidir. Siyasi ve ekonomik destek aldıkları birkaç holdingin istediği yönde kararlar alarak gününü kurtarmaya çalışmak topyekün kalkınmayı önler. Ülkedeki ekonomik sosyal, kültürel dengeleri bozduğu gibi önemli yatırım faktörlerinden biri olarak düşünülmesi gereken sermayeye karşı güveni de sarsar. Buradaki güvensizliği vatandaşın zihninde değil girişimcilerin tutumunda aramak gerekir.
Yatırımların verimli sahalara belirli bir plan içinde aktarılması ve mutlaka –öngörülen süre içinde- gerçekleştirilmesi istihdam bakımından çok önemli olduğundan bu konu eğitimle doğrudan ilgilidir. Eğitim planlaması ekonomik planlamadan ayrı tutulamaz. Hangi dalda ne kadar yetişmiş elemana gerek duyulacağı önceden belirlenmeli ve meslek okullarıyla fakültelere girecek öğrenci sayısının çıkarılması sağlanmalıdır.
Eğitimin asıl hedefi ülkenin kalkınması, san’at ve kültür değerlerinin ön plana çıkarılması olmalıdır.
Böyle hedeflerin benimsenmesi için belli gruplara değil topluma hizmet şuurunun yerleşmesi gerekir. Bu da her türlü çıkar hesabından uzak ülkücü, yurtsever eğitimciler tarafından aşılanan bir duygudur.
Mesleği ne olursa olsun her vatandaş birtakım ortak değer yargılarını benimseyecek şekilde yetiştirilmelidir. Hangi işte para varsa oraya koşmak zihniyeti becerileri köreltir, verimi azaltır. Herkes severek yaptığı işten geçimini sağlayabilmeli. O zaman kişilerin, mesleğini daha iyi öğrenmek ve uygulamak hevesi artar.
Eğitim yalnızca teorik bilgilerle verilmez. Mutlaka uygulamalı olmalı. Yurt içi ve yurt dışı geziler belli kişilerin imtiyazı olmaktan çıkarılıp çeşitli kademelerdeki öğrencilerin görgü ve bilgisini artırmaya yönelik bir düzenlemeye geçilmelidir.
Öğrencilere kendi törelerini, güzel geleneklerini öğretecek bir ortam hazırlanmalıdır. Böylece ortak değerler, milli duygular pekiştirilir, sevgi ve saygı artarak maneviyatı güçlü bir toplum meydana getirilir.
Okulların, toplumun sosyal yapısına ters düşen, kökeni belirsiz öğretilere saplanıp kalmasının gelişme ile bir ilgisi yoktur. İlerleme, kendi öz değerlerini, yeteneklerini geliştirmek ve bunları çağının ötesine taşımakla mümkün olur. Bünyesine yakışmayan davranışları benimsemekle, üzerine oturmayan modası geçmiş elbiseleri giymekle ilerleme olmaz.
***
Eğitim bir ülkenin karanlıktan kurtuluş savaşları gibi herkes tarafından benimsenerek topyekün yapılmalıdır. Bunu sağlamak için de aslında kopmuş, hedefinden sapmış bugünkü değer yargılarının gerçek yerine oturtulması şarttır.
Öğrencileri saplantılardan kurtararak robotlardan farklı, kişilikli vatandaşlar halinde yetiştirmek eğitimin temel ilkelerinden olmalıdır. Hiçbir yargıyı düşünmeden, tartışmadan kabul etmeyecek bir kuşak, ülkenin problemlerinin çözümünde faydalı olur.
Madem ki eğitim, bir ülkenin karanlıktan kurtuluş savaşıdır öyleyse her vatandaşın eğitim araçlarından yararlanması ve kabiliyeti ile ilgili okullarda okuyabilmesi sağlanmalıdır. Yani böyle bir savaşta en iyi kullanabileceği silaha sahip olmalıdır. Eğitimde fırsat eşitliğini gerçekleştirmek ve zeki öğrencilerin önünü açmak milli bir görevdir. Liberal ekonomiyi çarpık bir zihniyetle yorumlayan veya hiç anlamayan tekelci bir güruh nedense eğitim kurumlarından devletin el çekmesine pek meraklıdır. Her konuda olduğu gibi bunu da tamamen yozlaştırıp istediği şekilde at oynatma hevesindedir.
Eğitim kurumlarının asıl görevlerini hakkıyla yapamadığı yerlerde özel dershaneler türer. Sosyal, ekonomik ve kültürel dengelerin bozuk olduğu toplumlarda bunlar sanki vazgeçilemez kuruluşlarmış gibi kabul edilmeye, benimsenmeye başlar.
Öğrencilerin zihnini açarak onları saplantılardan uzak tutması gereken öğretmenlerin kendilerinin de hiçbir önyargının esiri olmayacak geniş bir kültüre sahip olması gerekir. Halkının geleceğini düşünen bir yönetim, öğretmenliği özenilecek bir meslek haline getirir. Bu işi hafife alanlar kolay kolay giderilemeyecek kayıplara sebep olurlar.
Öğrencinin ezberci olmasını önleyecek, onu araştırıcı olarak yetiştirip analitik düşünme yeteneği vererek sentezci bir kafa yapısına kavuşturacak öğretmenin kendisinde de bu vasıfların olması gerekir. Kendisinin de böyle yetiştirilmiş olması gerekir.
Öğretim süresinin, ilköğretim süresinin, zorunlu öğretim süresinin belirlenmesi başlı başına bir araştırma konusudur. Öyle “Ben yaptım oldu, bundan iyisini bulamazsınız” sığ mantığıyla bu konuyu büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmek çok yanlış bir davranıştır.
Bazı gelişmiş ülkelerde uygulanmakta olan kademeli eğitim sisteminden çok olumlu sonuçlar alındığı bilinmektedir. Bunlardan biri üç kademeli olarak uygulanan dokuz yıllık zorunlu ilk eğitim sistemidir.
İlk dört senede herkese gerekli olan temel bilgiler verilir.
Sonraki üç yıl öğrencilerin eğilimlerinin belirlendiği dönemdir.
Son iki yılda ise ileride kazanacakları (seçecekleri) mesleğin hazırlık bilgilerini alırlar.
Her üç kademede de uzman eğitimcilerin elinde yoğurulup şekillenirler.
Biz de bu ve benzer bir sistemin üzerinde durulmaya değer olduğunu düşünüyoruz.