Kendine gelmek, gelebilmek... Kanaatimiz odur ki, 21. yüzyılın insanın en büyük meselesi kendine gelme, kendi varlığının sebebinin şuuruna erme, varlık sebebinin gereğini ortaya koyma meselesidir. Günümüzdeki sorunların temeline baktığımızda bu konu yani kendine gelme meselesi yatmaktadır. İstisnasız hangi sıkıntının temeline inerseniz inin, karşınızda her zaman bu sorunu göreceksiniz. Ve iddia ediyoruz ki; bu mesele halledilmeden hiçbir sorun için çözüm bulunamayacaktır. Bugün hayat şartlarında bir türlü istediği huzura, sevgiye ve rahata kavuşamamış insanımızda bu mesele onmaz bir yara halini almıştır.
Bir türlü istediği ahlak, bilgi, şuur, dini hayat seviyesine ulaşamamış, ne kadar da durumunu düzeltmek için hamleler yapmaya çalışmışsa da bir türlü başaramamıştır. Bugünün insanı durumu ne yazık ki, iki camii arasında kalmış beynamazın durumu gibidir. Neden iki cami arası? Çünkü; insan bir yandan ideal olanı yani ölmezliği arzulamakta, öbür taraftan ölmek için anlaşılmaz bir şekilde aşırı bir gayret sarf etmektedir. Gönlü her zaman özlem duyduğu dünyaya bağlı iken fiilleri onu hiç istemediği dünyada hapsetmiştir. Ruhi istekleri ile nefsi arzuları arasına sıkışıp kalmıştır. Bu da onu zaman zaman ruhi bunalımlara sürüklemiştir. Bazı durumlarda bu nefsani arzularla, ruhi istekleri karıştırmıştır. Bundan dolayıdır ki; bir türlü kendi asli ölçülerine sahip olamamış, kendi tarihini, hafızasını, kendini insan yapan değerleri unutma noktasına gelmiş veya getirilmiştir. Artık ortalıkta akıl sahibi, düşünen, ne yaptığının şuurunda olan, muhakeme yeteneğini kullanabilen, inandığı değerler çerçevesinde kendi başına doğru karar verebilen insan yerine hiçbir şeyi sorgulamayan ve zaten kendisinden böyle istenilen, düşünmek yerine popüler kültüre sıkı sıkıya bağlılık gösteren bir insan tipi ortaya çıkmıştır.
Popüler kültürün hayatımızın her anına girmesiyle ve bizim hayatımıza direk olarak müdahale etmesiyle birlikte, yaşadığımız hayatın kimin olduğu ve bizim hayatımıza yön veren asli ölçülerin ne olduğu sorusu akıllara getirmiştir. Akıl sahibi olan insan yine kendi ürettiği şeylerin esiri olmuştur. Bu esaret öyle bir hal almıştır ki; kişi kendini azad kabul etmez köle durumuna düşürmüştür. Ve insan kendi eliyle yaptıklarını kendisinin bu dünya için vazgeçilmez bir amentü haline getirmiştir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim sık sık düşünen insanlara atıfta bulunmaktadır.
Kapitalist ekonominin ürettiği ve moda dediğimiz şeyler, hayatımızın amacı haline dönüşmüş ve bizler sadece modanın sergilendiği bir meta haline gelmişiz. Özneler ile sübjeler yer değiştirince, özneler bizi yönlendiren, bizim adımıza karar veren, fakat canlı olmayan nesneler olmuştur. Biz ise kendi elimizle ürettiğimiz maddeler dünyasının yerini almışız. Bizler vitrindeki bir manken gibiyiz. Giydiğimiz elbiseler, kullandığımız telefonlar, saçlarımız, her şeyimiz kendi şahsımızı değil maddeye ait bir nesneyi tanıtmamızı sağlıyor. Sokaklar da her madde için ayrı bir manken tanıtımı yapmaktadır sanki. Garip hem de çok gariptir ki; insana hizmet etmesi için üretilen eşyalar, sanki bizler onlar için özel tasarlanmış birer konu mankeni halini almışız. Sanki onlar bizim için değil, bizler onlar için varız. Kim bilir belki de “insanlık” öldü. Şunu belirtmekte fayda var; insan bir beşer olarak ihtiyaçlara sahiptir; giyinmek ve yemek yemek gibi. Fakat bizim burada anlatmaya çalıştığımız şey bunlar değil. 21.yüzyıl insanının bunları hayatının birer vazgeçilmez bir parçası olarak algılaması, moda denilen şeye sıkı sıkıya bağlılık göstermesi ve madde olması gerekenden daha fazla değer vererek var oluş gayesinden uzaklaşmasıdır.
Medya destekli moda bizi içine bir girdap gibi içine aldığından kendimizi ondan kurtarmamız mümkün olmuyor. O kendisine öyle bir düzen kurmuş ki, kendisine uymayanı toplumun dışına itmekle tehdit ediyor. Biz bu tehdidi direkt olarak algılamasak da bu dışlanma korkusu beynimizin içerisinde bir saplantı olarak duruyor. Toplumdan dışlanma korkusuyla yaptığımız modaya uymamız ve taşıyıcısı rolünde olmamız sebebiyle bizler seçme hürriyeti içerisinde değiliz. Bizler sadece ve sadece modanın diğer bir deyişle kitle kültürünün bize verdiği seçme hürriyeti çerçevesinde ancak bir karar verebiliyoruz. Dikkat edersek biz bizatihi şahsi tercihlerimizi değil, bize sunulan seçenekler arasında bir zorlamayla modanın sunduğu şeyleri seçiyoruz. Çevremize bu mantıkla baktığımız zaman bu yazdıklarımızdan farklı olduğunu kim iddia edebilir? O halde bizler kendi şuur, akıl ve arzumuzla mı hayatımıza yön veriyoruz, yoksa bizim adımıza başkaları mı?
Çoğunluğun veya kalabalık olmaktan öteye gidememiş insanların fikirleri bizce de doğru gibi kabul edilmekte ve bu doğrulara bir dinin hükümleri gibi itaat edilmektedir. Bu durum bizim farkında olmadan âmentümüz haline gelmiş. Nedense hiçbir zaman araştırmaya, düşünmeye, sorgulamaya ihtiyaç hissetmiyoruz. Herkes yapıyorsa, her kes giyiyorsa, herkes istiyorsa o halde iyidir (!) Acaba herkesin doğru olarak kabul ettiği zanlar doğru mu?