Türkçülük; emperyalizme, zulme, istibdada, cehalete, fakirliğe ve sefalete karşı bir mücadele ve mücahededir.
Dr. Hasan Ferid Cansever
(Milli Eğitim Bakanı sn. Dr. Hüseyin Çelik de okuyabilir!..)
“Ben bir doğuludan üstün, bir batılıdan aşağıyım” buyuran, “günde yirmi dört saat edebiyat düşündüğü” söylenilen ünlü eleştirmen, çevirmen, devirmen ve kimilerince de otorite sayılan Nurullah Ataç’a sormuşlar: “Yazdığınız gibi konuşabiliyor musunuz?..” Hazret açıkça cevap verememiş; kem küm etmiş… Derler ki: “Çevirilerinde herkesin bildiği anlaşılır bir dil kullanmıştır.” Neden?.. Neden olacak canım efendim; işin ticarî yönü var da ondan!.. Hazret konuşur: “…. yabancı olduğunu bildiğim bir tilcik bile bırakmamacısına dilimi özleştirdim.” Ne denir?... Mübarek olsun!..
Sevgili okurlarımız, sabrınız varsa Hazretin cevherlerine göz atmaya devam edelim: “Batı uygarlığına uygun bir dil kurmamız gerektiği” (261) inancındadır; “dilimize batı dillerinin sözdizimini getirmeye çalışıyoruz” (598) dedikten sonra şöyle konuşacaktır: “Batı dillerinin etkisinde olduğumuz için devrik tümceyle yazıyoruz” (598), “Okullarımıza Yunancayı, Latinceyi koymadan, özlediğimiz Batı uygarlığı Türkçesine eremeyiz.” (600).
Yazımız, “kamuoyunu aydınlatmak için” yapılacağı yerde, kamuoyunu yönlendirmek, yanıltmakla yetinmeyip onu aldatmak için gerçekleştirilen, işkembei kübradan atan, adına da “anket” denilen düzmecelere benzemesin diye kendilerinin Fransızcadan çevirdikleri Stendhal (1783-1842)’in Kırmızı ve Siyah ( Milli Eğitim Bakanlığı yay. İstanbul, 2001)’ını okumaya başladık. Önce birkaç ibare sıralayalım:
“kesilecek evler” (istimlâk edilecek olsa gerek!..) (126, 127, 130. s.); “ilçenin başşehri” (61), “şanlı ceviz ağacı” (64), “tüylü havlı kumaş” (33, 246), “ateş nöbeti” (havale olsa gerek!.. ) (47), “büyük sıcaklar” (68), “daha henüz” (81), “şerefe katlanmak” (130), “herkesler” (189, 200), “tantanalı bir toz bulutu”(135), “söz ebesi” (248), “aklını elinden almak” (144, 212), “ gizli sırlar” (256), “ekmeğine tereyağı sürmek” (173), “iri ses” (160).
Türkçemizde “rahmetli” ve “merhum” sözleri yalnız Türkler ve Müslümanlar için kullanılır. Türk ve Müslüman olmayanlar için kullanılması bir Türkçe yanlışıdır. Her iki söz de 16’ncı ve 51’inci sayfalarda yanlış biçimde yer almıştır.
Sözü uzatmamak, okurların sabrını taşırmamak için yazıyı elimizden geldiğince kısa tutmaya çalışıyoruz. İki örnek verelim: “Tanrım beni böyle ağır ceza ile affetme” (157), “…alaca karanlığın bütün ışıklarının birer birer söndüğünü gördü ama bu düşüncesi bile….” (95).
Adı geçen eserin birinci cildinde “medrese, medreseli, medreseden, medresesi vb.) gibi medrese kökenli tam 101(yüzbir) kelime saydık… Şimdi sormak gerekir sanıyoruz: 19’uncu yüzyılda Fransa’da medrese ne arıyor?.. Bu, sakın ruhban okulu olmasın?!! Bunu Fethullah Gülen duymasın; (‘Bunlar beni de geçmişler de haberim bile olmamış!..) deyip korkarız, fücceten gider…
***
Hoca Nasreddin bir gün koltuğunun altında bir yatağanla giderken birisi sormuş:
--- Hocam, onu ne yapacaksın?..
Hoca, meraklı âdeme cevap vermiş:
--- Kitaplardaki yanlışları düzelteceğim.
Bu cevabı duyan merakîzâde büsbütün meraklanmaktan kendisini alamaz:
--- Aman Hocam, der, hiç o kadar koca silâhla kitaptaki yanlış mı düzeltilir?..
Hoca bıyık altından gülümseyerek cevap verir:
--- Bazen öyle yanlışlar oluyor ki, bu bile küçük geliyor!..
Acaba diyoruz rahmetli Nasreddin Hoca’nın kastettiği yanlışlıklar bu kitaptakiler gibi
miydi?!!
***
Gelelim Milli Eğitim Bakanlığı ilgililerine…Yıllar yılı bu harikalar harikası durumuyla okurlara lâyık görülen Kırmızı ve Siyah’ın gerçekten okunması isteniyorsa, yanlışlıklar kumkuması bu baskısı yerine doğru düzgün bir çeviriyle okurlara sunulması gerekmez mi?!!
Bizden söylemesi!..
Bu yanlışlar için üstad Hakkı Devrim ile “Son Dönem Yazınımızda ANLATIM BOZUKLUKLARI” yazarı Atilla Aygün acaba ne der?.. Bir de onların görüşleri-düşüncelerini öğrensek (“alsak” değil!!!) iyi olur sanıyoruz.
Hâmiş: Nurullah Ataç’ın Günce’sindeki ifadeleri Dr. Yusuf Gedikli hocamızın yayımlanmamış bir çalışmasından lütufkâr müsaadeleriyle alınmıştır. Hocamıza gönüller dolusu teşekkürlerimizi sunmayı zevkli bir görev sayıyoruz
D E R İ N D A L G I Ç
Mehtap Dalgıç ile Serdar Dalgıç’ın 18 Mayıs 2004 Salı günü nurtopu gibi bir oğulları dünyaya geldi. “Derin” adı verilen balaya, en derin, en engin sevgilerimizle aramıza hoş geldin diyor; mehtabın aydınlığında, denizin berraklığında, ayın temizliğinde, Türk türesine göre yaşamasını, Türklüğe yararlı bir evlât olmasını, hanlara serdarlık yapmasını, günlerinin nurdan taçlarla bezenmesini, ipek gönlünün daima İrem bağı gibi olmasını, her zaman ufukların ötesini görmesini diliyor; anne Mehtap Dalgıç ile baba Serdar Dalgıç’ı kutluluyoruz.