Kasım 2008

Ö T E S İ

 

3.12.2024 



-

 
Ahmet Özdemir

Anne – baba sevgisi


11 Mayıs günü Anneler Günü. Yine ticari amaçla konulmuş bir gün kutlanacak. Biz yine “Anne her zaman annedir. Bir gün olur mu? Her an annelerimiz başımızın tacıdır” diyeceğiz. Bazı araştırmacılar, “Anneler Günü”nün kökenini çok eskilere, Sümerlere kadar dayandırıyorlar. Matriyarkal (anaerkil) düzenin var olduğu, ilkçağlardan bu yana İştar, Kybele, Rhea gibi adlarla analık, doğurganlık niteliğiyle ön plana çıkmış. Doğanın uyandığı bahar mevsimi ile özdeşleşmiş. Patriyarkal düzenin yerleşmeye başlaması zaman zaman kutlamaların içeriği ve şekli değişmiş. Kimi zaman gizli yapılır olmuş.

Günümüzden birkaç yüzyıl önce 1600'lü yıllarda İngilizler arasında "mothering sunday" adı ile, lent döneminin dördüncü pazar günü kutlamalar yapılmış.
Hıristiyanlığın yaygınlaşmasından sonra, bu kutlama, onlara hayat veren ve kötülüklerden koruyan ruhani bir güç sayılan "Anneler Kilisesi"ni onurlandırmak amacıyla değişmiş. Anneler günüyle ilgili ilk resmi kutlama önerisi, Amerika'da 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak tasarlanmış. Boston'da bir yürüyüşle kutlanmış. 1907 yılında Philadelphia'da Ana Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlatmış. Bir yıl sonra Philadelphia'da kutlanan Anneler Günü, Ana Jarvis'in izleyenleri tarafından bakanlara, işadamlarına ve politikacılara ulaştırılarak uluslararası olarak kutlanmaya başlanmış.
Evet, böyleyken böyle olmuş. Bu özet bilgilerden sonra, sözün özüne geçmek için, şiirin kanatlarına binelim ve Orhan Seyfi Orhon’un “Hasbihal”ine kulak verelim:
Anne, zannetme ki günler geçti de
Değişti evvelki hissim gitgide!
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum
Seneler geçse de ben yine buyum!
Senden umuyorum teselli yine!
Bugün şefkatine, muhabbettine
Zanneder misin ki yok ihtiyacım?
Belki eskisinden daha muhtacım!
Dünyanın tükenmez kederlerinden
Kalbim kırılsa da böyle derinden,
Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz.
Teselli bulurum içimden biraz
O derin sevgini hatırlarım da!
Her gece hıçkıran dudaklarımda
Hasretle anılan senin adın var.
Anne, hayatımda bir tek kadın var.
Beni aldatmadı, sevdi daima!
Gittikçe ruhumu saran bu humma
Başka sevgilerden yadigar, anne!
Sevmeyen sevenden bahtiyar, anne!

Evet, düzenin çarklarına kendimizi kaptırıp, Mayıs ayında anneler gününü, haziran ayında da babalar gününü kutlayacağız. . Bu günlerde annelerimize, babalarımıza sevgimizi anlatan şiirler, güzel yazılar yayınlanacak. Radyo, televizyon programları yapılacak. Türlü etkinlikler düzenlenecek. . Annelerimize babalarımıza armağanlar sunacağız.
Gerçek olan şu ki; Anneler Günü, Babalar Günü ilân edilmeden önce de Türk gelenek göreneklerinde ayrım yapılmadan anne ve baba sevgisi, Tanrı sevgisinin ardından, sevgilerin en kutsalı sayılırdı. Bugün de bu böyle. Peki yukarıdaki fıkra ve atasözü ne oluyor, diye sorabilirsiniz. Bunlar çok az da olsa gelenekten kopmuş çocukları, yola getirmek için bir yergiden, taşlamadan başka bir şey değil.
Boşuna mı söylemiş atalarımız, “Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz” diye analarımızın, babalarımızın bizleri büyütmek için katlandıkları zorlukları, karşılıksız sevgilerini, acımızı acı, sevincimizi sevinç bilişlerini düşününce, onların değerini anlarız.
Güzel bir halk deyimi var. “Ana ile kız, helva ile koz” derler. Cevize eskiden “koz” denilirdi. Beykoz’un adı da buradan geliyor. Bu deyimin güzelliği nerede, diyeceksiniz.
Anlatayım. Ceviz nasıl helvanın tadını bütünlerse, anne ile kız da, aileyi bütünleyen iki varlıktır. Güzelliğin temel ilkesi uygunluktur. Onun için anasına bakıp kızını, kızına bakıp anasını değerlendirmek gelenektendir. Göreneklerimiz ise, “Kız anadan öğrenir biçki biçmeyi, oğlan babadan öğrenir sofra açmayı” atasözümüzü doğurmuştur.
Anne ve baba sevgisi, yalnız Türk gelenek ve göreneklerinin temel direği değil, inanç dünyamızın da bizlere verdiği en güzel görevdir. Hazreti Muhammed, anne ve babaya saygılı, sevgili olmayı öğütlemiştir:
“Allah’ın rızası ana ve babayı memnun ve razı etmekle kazanılır.”
“Cennet anaların ayakları altındadır.”
“Hiç şüphe yok ki üç kimsenin duası kabul olunur. Bunlar babanın çocuklarına duası, misafirin duası ve mazlumun duasıdır.”
Kutsal kitabımızda, anne ve baba sevgisini, saygısını emreden sureler ve ayetler var. Bunlardan biri olan El-İsra Suresi şöyle açıklanabilir:
“... Ana ve babaya iyi davran. Eğer onlar sana göre ihtiyarlamışsa, onlara ‘of’ bile deme. Onları azarlama. Onlara güzel sözler söyle. Onlara acıyarak, alçak gönüllülük kanadını ger. Tanrım, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de kendilerini öylece esirge, de!”
İslamlık öncesi de Devlet Baba, Devlet Ana, göreneği vardır ki, bunlar ana-baba sevgisin yansımasıdır. Türk devletinin sosyal görevi, ulusunun babası olmaktır. Çobanın sürüsünü, canlıların yavrularını, anne-babanın çocuklarını korumak, yaşatmak için gösterdiği çaba, Devlet başkanlarının da görevidir. Göktürk anıtını hatırlayınız. Ulusunun babası sayılan Türk kağanı ulusu doysun diye, giyinsin diye, aşsız ve perişan kalmasın diye gece uyumuyor, gündüz oturmuyor, savaşıyor, ölüm kalım uğraşı veriyor.
Türk insanını bir baba gibi kanatlarının altına alan, onu iç ve dış baskılardan koruyan devlet; ancak “baba” olabilir.
Anne, baba sevgisini anlatan ve gelenek göreneklerimizde yaşayan pek çok atasözünü, fıkrayı, maniyi, türküyü, halk şiirini sıralamamız mümkün. Ama annelik, babalık duygularını anlatan bir söz var: “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna.” Bu sözün öyküsünü anlatarak yazımı noktalamak istiyorum :
Kış günü, genç bir adam, evinin damındaki karları kürüyormuş. Anası da oğlu üşür hasta olur diye kaygılanıyormuş. Sürekli: "Yoruldun, terledin, hasta olursun. Yeter artık aşağı in” diye çağırıyormuş. Oğlunu aşağıya indirmek için ne söylediyse para etmemiş. Kadıncağız, bu kez, kundaktaki oğlunun oğlunu, yani torununu kucakladığı gibi karın üzerine bırakmış. Bunu gören adam, hemen aşağı inmiş. Çocuğunu kucaklamış. İşte o zaman babaanne; “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna” demiş.
Sözün özü şu manide toplanmış:
“Ana-baba taç imiş / Her derde ilaç imiş / Bir evlat pir olsa da / Onlara muhtaç imiş.”
Geleneğimizdeki anne, baba sevgisinin nedenini anlatacak daha güzel ne olabilir?


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002