Nereden aydınlandıkları bilinmeyen bu ülkenin beyni karanlık aydınları, AB ve Kıbrıs konusunda yaşanan gelişmeleri, tekdüze bir mantıkla değerlendirip, arzuladıkları sonuca adım adım yaklaşmanın sevinciyle zafer sarhoşluğuna kapılmaya başladılar.
Bu nasıl bir şeydi ki, Dünya tarihinde belki ilk defa kendi ülkesinin ekmeği suyuyla beslenen ama meçhul yerlerden aydınlanan bir kısım karanlık yüzler, kendi ülkesine karşı zafer kazanmanın sarhoşluğunu yaşıyor.
Bu sarhoşluk kendilerini o kadar mest etmiş ki, belki Rumların bile kullanmayacağı bir üslupta, bir Cumhurbaşkanına ihtiyar bunak yaftasını yakıştırma iğrençliğinden çekinmeyecek kadar ileri gidenler oluyor.
Kimi tarih tekerinin döndüğünden söz etti, kimi tarihe altın harflerle geçeceğimizden...
Oysa bu karanlık aydınlar bir kerecik olsun şu soruları kendilerine sormadılar:
Yahu tamam da, niçin dünyanın gözü kulağı özellikle Ortadoğu’da? Niçin buraya nizamat vermeye çalışıyorlar? Bu süperler niçin bir kısım ülkelerde örneğin İsrail – Filistin çatışmalarında bir türlü kaosu durduramadığı(!) halde, bir kısım ülkelerde, örneğin Irak’ın kuzeyinde, hem de görünürde etnik güçlerin tam başkaldırma fırsatı yakaladığı bir zamanda, kaosa meydan vermeyecek derecede duruma el koyabiliyorlar?
Öte yandan AB’ye girmenin reçetesi olarak niçin ülkemizin iç işlerine müdahale anlamına gelen, ve sonunda örneğin Kıbrıs’ta müdahale olan şartları öne sürüyorlar? Yine örneğin Kıbrıs görüşmelerinde, bir Verhaugen bir kerecik olsun, niçin bizim tarafımızda olmuyor da, Rumlar tarafında, güya gözlemci olarak katılıyor, sonra da utanmadan “Karpaz’ı Rumlara bırakın!” diyecek cüreti kendinde buluyor. Aynı görüşmede bizim adımıza ricada bulunacak bir yabancı politikacı neden çıkmıyor?
Bu ve benzeri soruları kendileri sormadıkları gibi, bu konularda feryat edenleri de görmezden geliyorlar.
Bu karanlık aydınlar, eğer şu gelişmeyi önceden bilmiyorlarsa, öğrendikten sonra iş işten geçmeden “acaba?” diyebilecekler midir?
Pentagon bünyesinde kurulmuş ve askeri gizli konuları araştırıp, stratejileri uygulanır hale getirmekle yükümlü bulunan “Office of Net Assessment” biriminin başında bulunan Andrew Marshall'ın hazırladığı, Pentagon'un ve Bush yönetiminin ise bir süre saklamaya çalıştığı ama gizliliği 22 Şubat 2004’te bir İngiliz gazetesi Observer tarafından bozulmuş olan rapordan söz ediyorum.
Rapor ve kaynağı hakkında detaylı bilgi almak isteyenlere, Serdar Turgut’un 2 Nisan 2004 tarihli yazısını okumalarını da tavsiye ediyorum.
Raporda ne mi deniliyor? Çok değil 15- 20 yıla kadar global iklim değişiklikleri sebebiyle Avrupa’nın birçok şehrinin sular altında kalacağı, İngiltere’nin Sibirya’ya döneceği, büyük kuraklıkların ve susuzluğun ortaya çıkacağı, insanların açlıkla karşı karşıya kalacağı, ülkelerin ellerindeki kaynaklara sahip çıkmak için, diğerleri de o kaynaklara ulaşmak için, nükleer silahlar dahil her türlü savaşı uygulamaktan çekinmeyeceği, dolayısıyla ülkelerin şimdiden enerji, su, yiyecek gibi kaynaklarını iyi değerlendirmesi ve koruma altına alması gerektiği yazıyordu.
Bundan sonra bilmem konuşmaya gerek var mı?
Oysa biz, belki yirmi yıl sonra can derdine düşecek, bir tufanla alt üst olacak AB’ye girmek sevdasına, hiçbir şeyi görmez olduk.
“Yapmayın beyler, etmeyin Allah aşkına!” diyenleri komplo teorisi üretmekle, paranoyalıkla suçladık.
Demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi yaldızlı kelimelerin ardında ülke insanımızın kültür emperyalizmine kurban edilmesine, tarım ve hayvancılığımızın planlı bir şekilde yok edilmesine, sarımsağı dahi ithal edecek hale gelişimize, eğitim sistemimizin papağanlaştırılmasına, sağlık sistemimizin laçkalaşmasına, ordumuzun, polisimizin jandarmamızın bir şekilde halktan kopartılmasına, halkın da onlardan soğumasına sebep olacak ne tür davranışlar gerekirse onlara zemin hazırlayıp bir şekilde bu güçlerin dejenere edilip yıpratılmasına yönelik uzun ve kısa vadeli girişimlere seyirci kaldık. Uzaktan kumandalı medyamızla, medyadaki etikçilerimiz ve titikçilerimizle, nihayet halkı pop starlara kanalize ettik...
Ve bugün geldiğimiz nokta...
Dünya süperleri yaklaşan global kaosa karşı hem kendi ülkelerini hazırlamak hem de dünyada söz konusu olan kaynakları kontrol altında tutmak için çaba sarf ederken; ülke insanları, her zamandan daha çok birbirine kenetlenmiş iken; biz hiçbir konuda ulusal konsensüsü yakalayamıyoruz.
En son örnekte olduğu gibi, herkes seçimin galibi olarak kendini ilan ediyor. Ama seçime gitmeyen onüç milyon insanın ne demek istediğini, bugünkü siyasete güvenmediğini, anlamak istemiyoruz.
Bütün bu gelişmelere rağmen bir kısım karanlık aydınımız, güya gelecekte refah ve mutluluğumuzu istiyorlarmışçasına, karşımıza çıkartılan dayatmaları her seferinde “bu son” diyerek yutmaya ve yutturmaya gayret gösteriyorlar.
Bre bir eli yağda bir eli balda bu ülkenin kaynağından beslenen, bu ülke insanının bir lokma ekmeğe muhtaç hale geldiğinden haberi bile olmayan kaymak tabakanın kaymak köpükleri...
Hadi buna da son deyin...
Avrupa Parlamentosu şimdi de YÖK, RTÜK, Askeri harcamalar, 1982 Anayasası, DGM ve DEP davasından rahatsızlığını dile getirmiş durumda...
Haydi durmayın... Demokratikleşmek adına başlayın kalem oynatmaya...
Ülkelerin kaynaklarına sımsıkı sarılmaya başladığı, savunmasına daha önem verdiği, elindeki imkanları korumak için her türlü adaletsizliğe tevessül edebileceği bir dönemde, siz demokratikleşmek, insan hakları ve özgürleşmek için sırça saraylarınızda viskinizi yudumlaya yudumlaya ülkemizi aydınlatmaya devam edin.